Kur'an-ı Kerim Meali Okuma Üzerine

MURAT KAYACAN

Kur'an-ı Kerim'in tercüme edilmiş haline, Kur’an’ın çevirisi yerine genellikle meali denilir. Bu belki de bir metnin, bir dilden diğerine tam olarak aktarılamayacağı düşüncesinden kaynaklanmaktadır. Hele hele söz konusu olan metin, Kur'an-ı Kerim olunca bu konu daha da önem kazanmaktadır. Ne var ki bu, Kuran'ın başka bir dile aktarılmasının sakıncalı olduğu anlamına gelmez. Hatta Kuran-ı Kerim'in mesajını aktarmak için yapılan Türkçe meallerin sayısında özellikle son 30-40 yılda bir artış yaşanmış olması, ilahî mesajın anlaşılması ve hayata aktarılması açısından son derece umut vericidir.

Meal okuru, meal okurken birtakım problemlerle karşılaşmaktadır. Bunlardan birisi de meal sahipleri tarafından ayetlere farklı anlamların verilmiş olmasıdır. Kimi meallerde parantez içinde mensup olunan mezhebin görüşü aktarılır kiminde de parantez içi ifadelerin varlığı doğru kabul edilmez ancak bu kez de ifade edilmek istenen şeyler, parantez yerine eğik çizgi (/) ile verilir. Her iki durumda da çevirmen, anlamı tam olarak veremediğini bir şekilde kabul etmiş demektir. Bununla birlikte anlamı tam olarak tespit edilemeyen ayet sayısı azdır. Bunları ön plana çıkarmak ve yanlış anlamanın tehlikelerini gündemde tutmak yersizdir. Zira hiçbir mealde gerek parantez içinde gerekse eğik çizgi ile Cebrail'in yerine Mikail, ahiretin yerine dünya, Müslüman kelimesinin yerine kâfir kelimesine yer verilmez. Yani meal okuyarak dinin temel esprisini yakalamak, anlamak mümkündür. Kur’an-ı Kerim’i Arapça aslından okuyup anlama imkânı olmadığı halde doğru anladığı kısımları aktaran ve yaşayan milyonlarca Müslümanın gayreti de görmezden gelinemez.

Esas olan şey, meal okumanın bir anlama çabası olduğudur. Dini anlatma pozisyonunda olanlar ise anlamaya çalışanlara oranla daha fazla sorumluluk taşır. Onların, vahyi indiği dilde anlama çabası içine girmeleri, kendileri ve hitap ettikleri insanlar açısından son derece faydalı ve gereklidir. Zira "bilen" olmak, artı bir çabayı gerektirir.

Acaba meal okumak ve vahyi anlamaya çalışmak, müminlerin gözünde İslam âlimlerini değersizleştirir mi? Bu soruya vereceğimiz yanıt olumsuzdur. Zira Kur'an-ı Kerim zaten “bilenlere” değer veren, bilemediklerimizi onlara sormayı teşvik eden bir kitaptır. Meal okumak olsa olsa onlara olan saygımızı, verdiğimiz değeri artırır. Vahiy bize, onların delil üzere olan görüşlerine değer vermeyi öğretir, onları taklitten ise alıkoyar.

Rabbimiz toplumlara kendi mesajını o toplumun dili ile iletmiştir. Yani dil değişse de mesaj farklı dilde ifade edilebilmekte ve anlaşılabilmektedir. Vahyi mealinden de olsa okuyan kimse, Arapçayı bildiği halde Kur'an-ı Kerim'i okumayan birine göre dini daha iyi kavrayabilir, hakkın şahitliğini sergileyebilir. Rabbimiz, Kur’an mesajının herhangi bir dilde tüm dünyaya verilebileceğini, Kuran'ın Arapça veya başka bir dilde olmasının fark etmeyeceğini bizlere şöyle bildirmektedir: "Eğer biz onu yabancı dilden bir Kur'an yapsaydık onlar mutlaka ‘Bu kitabın ayetleri genişçe açıklanmalı değil miydi? Arap bir peygambere yabancı dil, öyle mi?’ derlerdi. Sen de ki: O, iman edenler için bir hidayet ve şifadır.’ İman etmeyenlerin kulaklarında ise bir ağırlık vardır. Kur'an onlara göre bir körlüktür. Sanki onlar uzak bir yerden çağrılıyorlar (da duymuyorlar).” (Fussilet, 41: 44) Yani vahyin mesajını, farklı diller konuşan insanlara onların dilinde ulaştırmak mümkündür. Ancak bu aktarım, beşeri etkinliklerin ön planda olmasından dolayı noksandır. Bu eksiklik, dini “vahyin gönderildiği dil çerçevesinde” anlayabilenlerin gayretleriyle rahatça giderilebilir.

Arapça metninden Kur'an-ı Kerim'i okuyup anlamak güzeldir. Ancak Arapça bilmeyen ve kendini, toplumu şirk, zulüm ve günahlardan arındırmak isteyen Müslümanlar için meal okumanın Kur’an-ı Kerimi anlamada büyük bir öneme sahip olduğunu hatta onu okumanın ibadet olduğunu söyleyebiliriz. Peygamber’den (s) bu yana Kur'an’daki kelime ve kavramların bir kısmı, Türkiyeli Müslümanların zihninde vahiydeki muhtevasını koruyamamıştır. Bu sorun, meal okuyarak ve vahyin şahitliği çabası içine girerek büyük oranda aşılabilir. Tüm Müslümanlara “Arapça öğrenmek vaciptir.” diyemeyeceğimize göre en azından onları meal okumaya teşvik etmeliyiz. Bu teşvikin sonucunda, dini yanlış anlama ve uygulama problemleri ortaya çıkabilir. Ne var ki dinin temel kaynağından habersiz bir hayat yaşamak daha büyük bir yanlıştır. Vahyi anlama ibadetini yerine getirirken elde edilen sonuçlar mutlak hakikatlermiş gibi düşünülmemeli –taklit çıkmazına girmeden- konuyu bilen âlimlerin eserlerine de başvurulmalı, vahyi anlama ve gereğini yerine getirme gayreti sürekli kılınmalıdır.