Kur’an’ da Oruç ve Ramazan

MUSTAFA SİEL

Kur’an’da Oruçla İlgili Ayetler

Oruç terimi Türkçeye Farsçadan geçmiş olup, Kur’an’da oruç ibadetini ifade etmek için sıyam terimi kullanılmaktadır. Sıyam terimi Arapça saveme kökünden türemiş olup, aslen meşru olan bir şeyden, bazı meşru beklentilere – hikmetlere istinaden uzak durmak manasına gelmektedir.

Kur’an da oruç ile ilgili en ayrıntılı bilgiler hicretin 2. yılında indirilmiş olan Bakara Suresinin 183’ten 187’ye kadar olan ayetlerinde mevcut olup, bu ayetlerde oruç ibadeti ayrıntılı olarak açıklanarak farz kılınmıştır.

Bakara Suresindeki bu ayetlerden başka 19.Meryem Suresi 26. Ayette Meryem (ra)’nın susma orucundan bahsedilmiştir. Ayrıca 2.Bakara Suresi 196, 4.Nisa Suresi 92, 5.Maide Suresi 89 ve 95, 58.Mücadele Suresi 4. ayetlerde, hac esnasında yada başka şekilde işlenen günahlar dolayısıyla kefaret olarak tutulması gereken oruçlardan bahsedilmektedir. 33.Ahzab Suresi 35. ayette ise, mü’min erkek ve kadınların temel özelliklerinden birisi olarak, onların oruç tutanlar (saimin) oldukları bildirilmektedir.

Oruç Sadece Ramazan Ayında Farzdır

Kur’anda bunlardan başka oruçla ilgili bir ayet ve emir olmayıp, tüm bu ayetlerden anlaşılacağı üzere oruç sadece Ramazan ayında farzdır. Bunun dışındaki günlerde fazladan (nafile) oruç tutulması tamamen isteğe bağlı olup (tatavvu), Kur’an’da buna dair bir teşvik yada yasaklama söz konusu değildir.

Peygamberimizden gelen rivayetlerden anlaşıldığına göre, Ramazan ayı dışında kendi arzularıyla (tattavvuen) fazladan (nafile) oruç tutmak isteyenler, kendilerini zora sokmamak, aile fertlerinin rızasını almak, ailevi ve toplumsal görevlerini aksatmamak kaydıyla; bayram günleri hariç diledikleri zaman diledikleri kadar oruç tutabilirlerse de, rivayetlerde haftada 2 günden fazla oruç tutulmaması tavsiyesi hakimdir.

3 aylar denen Recep, Şaban Ramazan aylarında kesintisiz oruç tutulması ne Kur’ani bir emir, ne de peygamberimizin tavsiyesidir. Kur’an’ın ilkelerine ve hikmetlerine ve peygamberimizin oruçla ilgili tavsiyelerine aykırı, 57.Hadid Suresi 27. ayette eleştirilen ruhbanlık gibi bir bid’at ve ağır bir yüktür.

Bakara 183- Ey iman etmiş olanlar, sakınmanıza vesile olur diye, tıpkı sizden öncekilere farz kılındığı gibi, size de oruç farz kılındı (ketebe).

Oruç İlk Peygamberden İtibaren Farz Olan Bir İbadettir

Bakara Suresi 183. ayet, önceki tüm peygamberlerin tabilerine orucun farz kılındığı gibi Muhammed (as)’ın tabilerine de orucun farz kılındığını net (mubin) olarak ifade etmektedir. Bu ayet oruç ibadetinin tıpkı namaz gibi, ilk peygamberden son peygambere değin kesintisiz devam eden bir ibadet olduğunu ortaya koymaktadır.

Bu peygamberlerden olan İbrahim (as) ve oğlu İsmail (as)’ın tabileri olan Araplara da orucun farz kılındığı, dolayısıyla kendilerini bu iki peygamberin tabisi – varisi sayan Mekke ve Medine Araplarının oruç ibadetini bildiklerini ve kısmen uyguladıklarını, ayetlerin içeriğinden ve rivayetlerden anlıyoruz. 183’ten 185’e kadar olan ayetlerde orucun farz kılındığı bildirilmekle beraber, günün hangi saatlerinde nasıl tutulacağına dair bilgi verilmemesi, orucun Araplarca bilindiğinin en büyük delilidir.

Orucun Temel Hikmeti Takva Vesilesi Olmasıdır

183. ayette belirtildiği üzere orucun temel hikmeti kişide takva (korunmak için sakınma) bilincini geliştirmek ve pekiştirmektir. Takva terimi, kişinin bir tehlikeden korunmak için edindiği engelleyici – kalkan manasına gelmekte olup, Yüce Allah’ın emir ve yasaklarına sıkıca uymak suretiyle dünyevi ve (özellikle) uhrevi azabından korunma çabasını ifade eder.

Oruçlu kişi oruç boyunca Allah’ın emrini yerine getirmekte ve her an O’nun gözetiminde olduğunun bilinciyle, aslında meşru olan bir takım yasaklardan kaçınmak suretiyle hem bizatihi takvalanmakta; hem de oruç vesilesiyle Allah’ın günlük hayattaki tüm emir ve yasaklarına riayet hususunda (adeta) takva antrenmanı yapmaktadır.

Ramazan ayında ve özellikle oruç esnasında bu bilince alışan bir kişi, senenin diğer aylarında bu bilinci muhafaza eder ve diğer ramazanda tekrar bu bilinci tazeler. Bu açıdan oruç ve Ramazan ayı bir takva geliştirme, pekiştirme ve tazelenmesi süreci anlamına da gelmektedir.

Orucun Diğer Hikmetleri

Orucun bunun dışında başka hikmetleri olmakla beraber, bunların tümünün ortak noktası takvaya ulaşmaya vesile oluşturan hikmetler olmalarıdır. Mesele Bakara Suresi 185. ayette işaret edildiği üzere, insanın oruç vesilesiyle acizliğini ve kul olduğunu, Allah’ın büyüklüğünü ve her şeyini Allah’a borçlu olduğunu yakinen tekrar idrak ederek acziyet ve şükürle Allah’a yönelmesi ve ardından da ihtiyaç sahibi olan diğer kulları hatırlayarak, onlara karşı şefkat ve merhamet bilinç ve duygularıyla yönelmesi de orucun en önemli hikmetlerindendir.

Ayrıca, aslen meşru olan birtakım ihtiyaçlarını, sırf Allah rızası için benliğindeki dürtülere direnerek yerine getirmemesinin verdiği bir sabır ve direnç eğitiminin yanı sıra; iftar vaktindeki ortamın etkisiyle nimetlere şükrün, düşünce ve duygu bazlarında en üst düzeyde yaşaması da orucun önemli hikmetlerindendir.

Ramazan ayında tüm toplumun müştereken katıldığı oruç ibadeti vesilesiyle, Fatiha Suresinde işaret edilen biz bilinciyle Allah’a birlikte kulluk etme bilincinin en üst noktalara tırmanması sağlanmaktadır.

Teravih namazı, Kur’an’ı Arapça ve meal olarak birlikte okuma ve tefekkür ile zikrin yoğunlaşması ve artması sayesinde düşünsel ve duygusal bir kulluk coşkusu vesilesiyle, yıl içinde kulluk bilinç ve duygularında meydana gelen yıpranmanın tamiri de, orucun hikmetlerinden olsa gerektir.

Bakara 184- (Ramazan ayındaki) sayılı günlerde (oruç tutmalısınız). (Ama bu günlerde) sizden kim hasta (merid) yada yolculuk (ala seferin) halinde (ve bunlar yada benzeri meşru mazeretler nedeniyle oruç tutmaya güç – takat yetiremeyecek durumda ise, bu günlerde tutmadığı) gün sayısınca (ramazan ayı dışındaki) diğer günlerde tutmalıdır.

(Hasta veya yolculukta iken oruç tutmaya) güç yetirebildiği  (ala yutıgunehu) (halde oruç tutmayanlar ise, tutmadığı günleri ileride tutarak tamamlamakla yetinmeyerek, ayrıca tutmadığı her gün için) bir miskini doyurmak suretiyle fidye - bedel vermelidirler. Fidyeyi kim kendi arzusuyla daha fazlasıyla verirse, kendisi için fazladan hayır yapmış olur.

Eğer (orucun hayırlarını ve hikmetlerini) bilirseniz, (hasta veya yolculukta iken oruç tutmaya güç yetirebilecekseniz) oruç tutmanızın sizin için daha hayırlı olduğunu idrak edersiniz.

Bakara 185- (Oruç tutmanız gereken sayılı günler) ramazan ayı (içindeki günlerdir). (Orucun bu ayda tutulmasının hikmeti ise), tüm insanlar için doğru yol rehberi olan (huden linnas) ve (bu rehberliği kabul edip gereğini yerine getirenler – iman edip takvalananlar için izlemeleri gereken) doğru yol ile hakkı batıldan ayırmaya dair açık ve açıklayıcı net bilgiler (beyyinatın minel huda ve furgan) içeren Kur’an’ın bu ayda indirilmiş (indirilmeye başlanmış) olmasıdır.

O halde, sizden kim bu ayın girdiğini görürse, o ayda oruç tutsun. (Bu ay içindeki günlerde) sizden kim hasta ya da yolculuk halinde olursa, (bunlar yada benzeri meşru mazereti nedeniyle tutmadığı) gün sayısınca (ramazan ayı dışındaki) diğer günlerde tutmalıdır.

Allah (oruç tutmanızı emretmek ve meşru mazereti olanların sonra tutmasına ruhsat vermekle) sizin için zorluğu değil kolaylığı irade ediyor (ettiğini gösteriyor). (O halde gücünüz yetiyorsa ramazan ayında orucunuzu tam tutun. Ama hasta yada yolculuk halinde iseniz yada başka meşru ve makul mazeretiniz söz konusu ve özellikle oruç size zarar verecekse, o günlerde tutmayıp, tutmadığınız bu günler sayısınca ramazan çıkınca tutmak suretiyle, o ramazan ayının günü kadar oruç) gününü mutlaka tamamlayın.

(Orucu sadece fiilen tutmak ve sayıyı tamamlamakla orucun ve Ramazan’ın hakkını vermiş olmazsınız, bu ayda ve tuttuğunuz oruçlar esnasında), sizi hidayet ettiği şey üzere  (Kur’an mesajlarını tekrar gözden geçirin ve bu mesajlarda öğrettiği esaslar dâhilinde) Allah’ın büyüklüğünü sık sık hatırlayın ki, (ancak bunların tümünü yaparsanız) Allah’a gerçekten şükretmiş olursunuz.

Ramazan Oruç Ve Kur’an Ayıdır

Bakara Suresi 184 ve 185. ayetlerde açıklandığı üzere, Kur’an’ın indirilmeye başlandığı ay olması nedeniyle Ramazan ayında oruç tutulması farz kılınmıştır. Bu şekilde hem Kur’an’ın indirilmesinin insanlar için önemi teyit edilmiş, hem de bu ayda insanlara hakkı gösteren Kur’an mesajları üzerinde tekrar durulması –  yoğunlaşılması gerektiğine işaret edilmiştir.

Nitekim ayette Kur’an’ın tüm insanlar için hidayet rehberi olduğu, bu rehberi kabul edenler içinse, hakkı batıldan ayıran doğru yolu açıkça ortaya koyan mesajlar içerdiği belirtilerek, bu mesajların tekrar gözden geçirilmesine dolaylı olarak işaret edilmiştir.

Bu nedenle Ramazan ayı hem oruç, hem de Kur’an mesajlarının düşünsel bazda tekrar gözden geçirilmesi – hatırlanması, hem de bu mesajların duygusal bazda tekrar içselleştirilmesi ayıdır. Çünkü Ramazan ayı ve oruç, Kur’an mesajlarının tekrar gözden geçirilmesi, yoğunlaşılması ve içselleştirilmesine zemin oluşturmaktadır.

Ramazan ayında tutulan oruçlar, Kur’an mesajlarının tekrar gözden geçirilmesi ve bunların olumlu duygusal etkileri ile Yüce Allah’ın gereğince büyüklenmesi (tekbir) ve nimetine şükredilmesi; bunu neticesi de takvada tazelenme, yenilenme ve pekişme olacaktır ki, orucun temel hikmeti zaten budur. Bu nedenle Kur’an mesajlarının yeniden gözden geçirilmediği – hatırlanmadığı bir Ramazan – oruç ayı, kamil bir ramazan ayı olmayacaktır.

Ayetlerde Kur’anın tüm insanlar için hidayet – doğru yol rehberi olması, bu rehberliğin hakkı batıldan ayıran (furkan) açık mesajlar şeklinde ortaya konması üzerinde önemle durulmalıdır. Fatiha Suresindeki, ancak hakkı arayanların ulaşabileceği nimet verilenlerin dosdoğru yoluna (sıratı müştekim) ulaşmak ve o yol üzere sapmadan son nefese kadar yürüyebilmek için yaptığımız duanın bir nevi cevabıdır bu ayet.

Yani dosdoğru yolu gösteren Kur’an mesajlarını anlamak, içselleştirmek ve günlük hayatımızda uygulamak suretiyle eğriyi doğrudan ayıracak bir bilince ulaşabilir ve bu bilinci hayatımızda hakim kılabilirsek (takva), bu şekilde rüşte ve kurtuluşa erişebiliriz.

Kadir Gecesinin Konumu

Bakara Suresi 185. ayette Kur’an’ın Ramazan ayında indirildiği (indirilmeye başlandığı) bildirildiği gibi, 97. Kadir Suresi ile 44.Duhan Suresi 1’den 6’ya kadar olan ayetlerde Kur’an’ın Kadir Gecesinde indirildiği (indirilmeye başlandığı) bildirilmiştir. Bu durumda Kur’an’ın Ramazan ayı içindeki Kadir Gecesi olarak vasıflandırılan bir gecede - indirildiği (indirilmeye başlandığı) anlaşılmaktadır.

Tüm bu ayetlerde, Ramazan ayındaki Kadir (takdir – ölçü) Gecesi olarak vasıflandırılan bir gecede indirilmeye başlanan Kur’an’ın, insanların hidayetiyle (huden) alakalı her işte – hususta hakkı batıldan ayıran ölçüler içeren (furgan) ve insanları kurtuluşa – selama çıkaran bir bereket vesilesi olduğu vurgulanmakta ve bu vesileyle Ramazan ayında Kur’an’ın mesajlarına düşünsel ve duygusal bazlarda yoğunlaşılmasına işaret edilmektedir.

Yoksa genelde sanıldığı gibi, Ramazan ayı ve Kadir Gecesi yapılan ibadetlerin diğer ay ve gecelerden farklı ve üstün olduğu, bu ayda ve bu gece yapılan duaların çok makbul olduğu vurgulanmamaktadır.

Ramazanda Kimler Oruç Tutmayabilir?

Bakara Suresi 184 ve 185. ayetlerde açıklandığı üzere, orucun ramazan ayındaki sayılı günlerde (29 yada 30 gün) tutulması farz kılınmıştır. Lakin bu günlerde hasta yada yolculukta olan ve bunlar yada başka meşru mazeretler nedeniyle oruca güç yetirmeyen – takatı olmayan kişi, bu mazeretine binaen oruç tutmaz. Ramazan ayından sonraki uygun olan günlerde tutmadığı oruçları tutarak, orucun sayısını mutlaka o seneki Ramazan ayı günü sayısına (29 yada 30) tamamlar.

Hasta ve yolcu olduğu halde oruca güç – takat yetirebilenler ise (yutigunehu), öncelikle orucu tutmaları kendileri için daha hayırlı olduğundan, tutmayı tercih etmelidirler. Günümüzdeki ulaşım imkanlarının gelişmesi nedeniyle yolculukta oruç tutmanın genelde gücümüzü aşmayacağı hususu göz önüne alındığında, yolculukta oruç tutulmasının ayetteki tavsiyeye daha uygun olduğu açıktır. Yine oruç tutmanın ciddi bir sıkıntı oluşturmayacağı hastalıklarda, İslami hassasiyet sahibi olan doktorların görüşü de dikkate alınarak, oruç tutmanın daha uygun olacağı da açıktır. Yine Yüce Allah’ın bizler için zorluk değil kolaylığı dilediği hikmeti dikkate alındığında, hastalık yada yolculuğun oruç için zorluk oluşturmayacağı durumlarda, orucun tutulmasının takvaya daha uygun olacağı açıktır.

Buna rağmen kişi hasta ve yolculukta iken gücü yetebilecekken ayetteki ruhsata binaen oruç tutmayabilir. Bu durumda tutmadığı her orucu Ramazandan sonra müsait bir zamanda tutacağı gibi, her bir oruç için bir miskinin bir günlük yiyeceğini fidye olarak vermelidirler. Bu fidyenin miktarı, bir aile ferdinin ortalama bir günlük mutfak masrafı kadar olmalıdır.

2.Bakara Suresi 222. ayette belirtildiği üzere hayız oruca ruhsat oluşturacak bir hastalık (merid) değil, bir eziyet (eza) olduğundan oruca engel ve oruç tutmamaya bir mazeret - ruhsat değildir. Bu nedenle hayızlı kadınlar Ramazan ayında oruçlarını tutmalıdırlar.

2.Bakara Suresi 286. ayetteki, kimseye gücünün üstünde sorumluluk yüklenmeyeceği ilkesi gereğince, devamlı hastalık ve ihtiyarlık gibi devamlı oruca güç yetirememe nedeniyle oruç tutamayanların oruçlarını ileride tutma imkanları olmadığından, oruç tutmadıkları gibi fidye de vermezler.

Gerek yolculuk ve hastalık, gerek ihtiyarlık gibi meşru mazeretler nedeniyle oruç tutamayanlar, Ramazan ve orucun hürmetine, zaruret olmadıkça toplum içinde açıktan yiyip içmemeli ki; hem Ramazanın havasını bozmasınlar, hem onların meşru mazeretlerinden habersiz olan kişilerin sui zanlarına sebep olmasınlar, hem de oruç tutmayanların açıktan oruç yemesine bahane olmasınlar.

Oruca başlamış iken yolculuk, hastalık yada başka bir nedenle oruca güç yetiremez duruma düşenler, özellikle sağlık yönünden telafisi mümkün olmayan bir zarar söz konusu olacaksa,  orucu bozup ileride tutar ve fidye vermezler. Bu durumlarda yiyip içmeyi zaruret nisbetince yapmak, oruç ve Ramazan ayının hikmetine daha uygun bir uygulama olacaktır.

Savaş ve telafisi mümkün olmayan zararların oluşacağı durumlarda orucun ileriye tehiri, Yüce Allah’ın bizler için zorluk değil kolaylık dilediği hikmeti gereğince mümkün, bazen de zaruridir. Lakin gerçekten böyle bir zaruretin olup olmadığı konusunda aşırı hassas olmalı, keyfi ve gevşek davranılmamalıdır.

Keyfi Oruç Bozanlar 60 Gün Kefaret Orucu Tutmalı mıdır?

4.Nisa Suresi 92 ile 58.Mücadele Suresi 4. ayetlerde açıklandığı üzere, 2 ay kesintisiz oruç ancak hataen bir Müslümanı öldürenlerin yada hanımlarına zıhar yapıpta sonra onlara geri dönmek isteyenlerin, köle azat etmek yada 60 miskini doyurma seviyesinde bir kefaret alternatifidir. Keyfi oruç tutmayanların veya keyfi bozanların 2 ay kesintisiz oruç tutma diye bir sorumluluğu yoktur. Muhtemelen geçmiş alimler keyfi oruç yemenin önüne geçmek için böyle bir içtihatta bulunmuşlarsa da, kanaatimce doğru bir içtihat değildir.

Çünkü ayetlerde işaret edilen yada benzeri meşru mazereti olmadan oruç tutmama yada başladığı orucu bozma gibi bir durum gerçek bir Müslüman için asla düşünülemez. Münafık yada laubali Müslümanlar ise, bir orucu dahi tutmaktan kaçarken, 60 orucu zaten tutmazlar.

Cahillikle keyfi oruç tutmayan yada bozanlar tevbe ederek bir daha asla tekrarlamamalı ve tutmadıkları tüm oruçları ileride birebir tuttukları gibi; tutmadıkları her gün için bir miskinin bir günlük yiyeceğini fidye olarak vermelidirler.

Bakara 186- Kullarım sana beni – benden sorarlarsa (onlara benim adıma şöyle söyle); ben (onlara) çok yakınım ve bana dua ettiği zaman dua edenin (uygun olan) duasına mutlaka karşılık veririm. O halde kullarımda benim (davetime – Kur’an mesajlarına) karşılık verip iman etsinler (ve gereğince amel etsinler ki), ancak bu şekilde (her konuda) doğruyu eğriden ayırt edebilecek rüşte (ve neticesi olan gerçek kurtuluşa) erişebilirler.

Yüce Allah Bize Bizden Daha Yakın, Mesele Bunun İdrakine Varabilmekte

50.Kaf Suresi 16. ayette, Yüce Allah’ın insana şah damarından daha yakın olduğu ve nefsinin (hevasının) insana ne gibi vesveseler verdiğini bildiği bildirilmektedir. Bu ayetten de anlaşılacağı üzere, Yüce Allah insanın iç dünyasındaki farkında olduğu duygu ve düşüncelerinden (bilincinden) haberdar olduğu gibi, insanın iç dünyasında farkında olmadığı şeylerden de (bilinçaltındanda) haberdardır.

Bu ayet aynı zamanda, Allah’tan başka aracılar (şefaatçiler – kayırıcılar) edinmenin imkansızlık, yanlışlık ve faydasızlığını da ifade etmektedir. Allah kuluna bu kadar yakın olup, ne istediğini ve neyi hak ettiğini bilirken, araya nasıl ve niye aracılar girsin ki?

İnsan hayatının her anını bu bilinçle, Allah’ın her an her şeyinden haberdar olduğunun bilinciyle geçirmeye gayret etmelidir. Oruç esnasında insan her an Rabbinin yakınlığını ve kendisini düşünce ve duygularına değin izlemekte olduğunun ister istemez bilincindedir. İşte oruç ibadeti, özelliği gereği insanın ister istemez bu bilinçle geçirdiği bir zaman dilimi olup, tüm hayatını bu bilinçle geçirmesi için bir antrenmandır aynı zamanda.

Yüce Allah Davetine İcabet Edenin Hayırlı Duasına İcabet Eder

Kişi Allah’tan olan her türlü meşru talebinden – duasından haberdar olduğunun ve bunlardan uygun gördüklerini karşılayacağından da bilincinde olmalıdır daima. Dua için ellerin açılmasına, dudakların oynatılmasına bile gerek yoktur. İnsanın iç dünyasında Yüce Allah’tan talepler oluştuğu anda, bu talepler Yüce Allah tarafından alınıp kaydedilir ve uygun olanları uygun olduğu zamanlarda karşılanır.

Lakin önce insan Rabbinin daveti olan Kur’an’a, mesajlarındaki emir ve yasaklara icabet edip gereklerini yerine getirmeli ve bunlara göre Yüce Allah’tan talepte – duada bulunmalıdır. Rabbinin davetine icabet edebilmek içinde, Kur’an’ın hakkı batıldan ayıran, kişiye eğriyi doğrudan ayırma rüştünü kazandıran mesajlarını iyice anlamalı, bu mesajlara iman edip içselleştirmelidir.

Yüce Allah’ın bu davetine icabet etmeyenlerin duasına Yüce Allah icabet etmez. İcabet edenlere ise, icabet ettiği nispette icabet eder. Lakin bizim istediğimiz her şeyde ve şekilde ve zamanda değil. Kendisinin bizim hayrımıza gördüğü şeylerde, şekilde ve zamanda.

2.Bakara Suresi 216. Ayette belirtildiği gibi sevdiğimiz şeyler şerrimize olabilirken, hoşlanmadığımız şeyler hayrımıza olabilir. 17.İsra Suresi 11. Ayette belirtildiği gibi, insan kendisi için hayırlı olan şeyleri talep ettiği gibi, hayır zannederek şer şeyleri de talep edebilir ve talep ettiğini hemen ister. Yüce Allah hak eden kullarına hayır olanları zamanı gelince verip, şer olanları vermez.


Allah’ın davetine icabet eden kişi, Allah’tan rüştü talep eder. Allah’ın bu kişinin bu hak duasına icabeti, hidayet vesilesi olan Kur’an mesajları vesilesiyle doğruyu eğriden ayırt edecek rüşt vermesi şeklinde yansır ki, namazlarımızın her rekatında okuduğumuz Fatiha Suresindeki duamız budur zaten. Nitekim 2.Bakara Suresi 200’den 202’ye kadar olan ayetlerde, yanlış ve doğru dualara misal verilmiş, ancak doğru dua edenlerin dualarına karşılık verileceği kurtuluşa erişebilecekleri bildirilmiştir.

Bakara 187- Sizin için, oruç tuttuğunuz günlerin gecelerinde hanımlarınızla her türlü meşru cinselliğiniz (rafesu) helal kılındı. Çünkü hanımlarınız sizin için (cinsel günahlardan koruyucu) bir elbise, sizlerde hanımlarınız için (cinsel günahlardan koruyucu) bir elbise gibisiniz.

Allah (sizin oruç geceleri hanımlarınıza cinsel yaklaşmayı yasak sanmanızdan dolayı uzak durmaya çalıştığınızı, ancak buna güç yetiremeyerek zaman zaman ihlal etmek suretiyle, kendi kendinize koyduğunuz yanlış sınırları aşmak suretiyle adeta) kendi kendinize ihanet etmekte olduğunuzu bilmektedir.

(Sizin bu hatalı sınırlamalarınıza zaman zaman uymamak suretiyle yaptığınız yanlışlardan dolayı yaptığınız samimi) tevbelerinizi kabul etti ve yanlışlarınızı görmezden geldi ve sizin altından kalkamayacağınız bu uygulamalarınızı ortadan kaldırarak), oruç gecelerinde hanımlarınıza her türlü her türlü meşru cinsel yaklaşmada bulunmanızı (başiruhunne) ve Allah’ın sizin için hanımlarınızdan cinsel yönden faydalanmanız hususlarında size tanıdığı tüm helal şeyleri aramanıza (vebteğu ma keteballahu lekum) açıkça izin verdi.

(Oruç gecelerinde sadece hanımlarınızla her türlü helal cinsel yaklaşma ile sınırlı değil oruç gecelerine dair verdiği izinler, bunun yanında) fecrin beyaz ipi (gecenin) siyah ipinden net olarak ayrılana (fecrin doğuşuna) değin istediğiniz gibi yiyin – için.

(Ama fecrin doğuşundan) gecenin başlamasına (güneşin batışına) değin (yemekten, içmekten ve hanımlarınızla her türlü helal cinsel yaklaşmalardan kaçınmak suretiyle) orucu tamamlayın. Lakin mescitlerde itikafta olduğunuz sürece hanımlarınıza, geceleri de cinsel amaçlı yaklaşmayın (la tubaşiruhunne).

Tüm bunlar Allah’ın (oruçla ilgili) kat’i sınırlarıdır (hududullah). (Bu sınırları pervasızca çiğnemek bir yana) yaklaşmayın bile. Allah sakınmalarına vesile olur diye insanlar için ayetlerini bu şekilde açık ve net olarak (yubeyyinu) ortaya koyuyor.

Oruç Nasıl Tutulur?

Önceki ayetlerde Ramazan orucu emredilmişken, orucun süresi ve nelerden uzak durulacağı bildirilmemişti. Çünkü yazımızın girişinde izah ettiğimiz üzere İbrahim (as) ve İsmail (as)’ın dininin varisleri olan Araplar, peygamberimizden önce namaz ve haccı bildikleri gibi, orucu da biliyor ve zaman zaman oruç tuttukları oluyordu.

Bu geçmiş bilgi ve uygulama nedeniyle Müslümanlar ayetlerde açıklanmamış olmasına rağmen oruçta yeme içme ve cinsellikten uzak durulacağını biliyorlardı. Fakat orucun yatsı namazını müteakip uyumalarıyla başladığını, dolayısıyla yeme içme ve cinsel ilişkiden ertesi gündüz oruç tutulacak olan gece boyunca da uzak durmaları gerektiğini, yatsıdan sonra uyuyan kimsenin bir daha bunları yapamayacağını sanıyorlar ve bunu uyguluyorlardı.

Lakin gece esnasında hanımlarıyla cinsellik konusunda zaafa düşmeleri söz konusu oluyor, bu da onlara ihanet olarak görünüyordu. Yüce Allah bu konuda açık bir yasaklama yapmadığı için, aslında kendi kendilerine ihanet ediyorlardı. Yüce Allah Müslümanları bu çelişkiden kurtarmak için bu ayette orucun sınırlarını net olarak ortaya koydu.

Oruç fecrin doğuşu (97.Kadir Suresi 5. Ayette geçen metleıl fecri) ile başlayıp, gündüzün sonu ve gecenin başlayışı olan (ilel leyli) güneşin batışı ile biter. Bu esnada bilinçli olarak yemek, içmek ve hanımıyla cinsel içerikli hayallemeden konuşmaya (rafese), cinsel arzuyla dokunmadan cinsel ilişkiye (başiruhhunne) her türlü cinsellik haramdır. Lakin güneşin batmasıyla başlayıp fecrin tekrar doğuşuna kadar olan yeni günün gecesinde tüm bunlar serbest olup, hatta yapılmaları tavsiye edilir.

Oruç Geceleri Fecre Kadar Yiyip İçmek Hikmet Gereğidir

Çünkü Yüce Allah oruçla kullarının hayrını ve kolaylığı murat etmiştir. Hayır ve kolaylık ise, fecirden sonra oruç tutulacak olan gündüzlerden önceki oruç geceleri bu konularda serbestliği gerektirir.

Çünkü kişi oruç geceleri yeterince yiyip içmezse, gündüz zorlandığı ve işlerini iyi yapamadığı gibi, kendine zarar vermesine de sebep olabilir. Oruç geceleri karı koca cinselliğini yaşamalı ki, birbirlerini için cinsel suçlardan koruyucu birer elbise gibi olabilsinler ve cinsel suçlara meyletmesinler.

Yüce Allah insanların hayrını ve kolaylığı irade eder. Bu nedenle gerek oruç emri ve sınırları, gerekse diğer tüm emir ve yasaklarla sınırları (hududullah), insanların kolaylıkla yapabileceği ve hayırlarına olan hususlardır. Bunların çiğnenmesi insana zarar verirken, bu sınırlara yaklaşılması da, zamanla çiğnenmesine sebep olabilir. Bu nedenle bu sınırları çiğnemek bir yana, yaklaşılmamalıdır bile.

Orucun Başlama Ve Bitme Zamanı İle İlgili İhtilaflar

Klasik ehli sünnet anlayışına göre, oruç fecrin doğuşu (sabah namazı vaktinin girişi) ile başlayıp, güneşin batışı (akşam namazı vaktinin girişi) ile biter. Bakara Suresi 187. ayette orucun başlama zamanı, fecrin beyaz ipinin (gecenin) siyah ipinden net olarak ayrılması olarak ifade edilmektedir ki, bu anlatım fecrin doğuşunun (metleıl fecri) insanlarca gözlemlenmesini ifade etmektedir. Kur’anın indiği ortamda fecrin doğuşunun ve diğer namaz vakitlerinin tespitinde tek vasıta çıplak gözle gözlem yapma idi ki, fecrin doğuşu ancak doğu ufkundaki yatay fecir çizgisinin görülmesiyle anlaşılabiliyordu.

Bu ifadenin seher vakti ve sabah aydınlığı olarak anlaşılması doğru değildir. Çünkü fecrin doğuşu ile gündüz başlamakta olup, seher ve sabah vakitleri geceye değil gündüze aittir. Dolayısıyla fecrin doğuşundan itibaren yiyip içmekle, gündüz yiyip içmiş ve ayete aykırı davranmış oluruz.

Eğer fecrin doğuşuna kadar değil de, sehere yada sabaha kadar yiyip içmek serbest olsaydı, bu husus ayette açıkça anlatılır, sehere yada sabaha kadar yiyin için denirdi. Çünkü seher ve sabah terimleri Kur’an’da geçmektedir. Mesela seher terimi, fecrin alaca aydınlık sürecini ifade etmekte olup Kur’an’da 3 ayette geçmektedir. 3.Ali İmran Suresi 17 ile 51.Zariyat Suresi 18. ayetlerde istiğfar (bağışlanma dileme) vakti olarak bildirilmektedir. 54. Kamer Suresi 34. ayette ise, Lut (as) ve tabilerinin seher vakti kurtarıldıkları bildirilmektedir. Sabah terimi ise, aydınlanma vakti olup, fecrin seherden güneşin doğuşuna kadar olan kısmını ifade etmektedir.

Ayette fecrin ipinden bahsedilmekte olup, bu husus fecrin doğuşu esnasında, doğu ufkunda fecir aydınlığının ufuk hattı boyunca yatay beyaz bir çizgi olarak yayılmasını ifade etmektedir. Fecir terimi, güneşin doğma sürecinin tümünü ifade etmekte olup, önce doğu ufkunda yatay beyaz bir çizgi – ip şeklinde başlayıp, alaca aydınlık – seher ve beyaz aydınlık – sabah ile devam edip, güneşin doğuşu (şaraga) ile biter. 17.İsra Suresi 78. ayette işaret edildiği üzere, sabah namazı bu fecir sürecinin her hangi bir anında kılınabilir. Lakin fecrin başlangıcında sabahın sünneti olarak bilinen nafile namaz kılınması ve Kur’an okunması, seher vaktinde istiğfar (ve tefekkür) edilmesi, sabah vaktinde ise sabahın farzı olarak bilinen fecr namazının kılınması tercih olunabilir.

Fecrin doğuşunu ortaya koyan doğu ufkundaki beyaz çizgiyi çıplak gözle görebilmek için, dağlık olmayan ve yapay ışıkların bulunmadığı yerlerde, bulutsuz ve dolunaysız gecelerde izlenmesi gerekir. Kişisel gözlemlerim ve kanaatim, fecir çizgisinin belirgenleşmesinin diyanetin tesbit ettiği imsak vaktinden 20 dakika kadar sonrasında olduğu yönünde. Bu durum muhtemelen hesaplamaların meridyen bazında yapılmasından yada hata - ihtiyat payı konulmasından kaynaklanmaktadır. Bu nedenle ihtiyaten diyanetin belirlediği imsak vaktinde oruca başlayıp, sabah namazının ise 20 – 30 dakika sonra kılınması uygun olacaktır kanaatindeyim.

Ayette orucun geceye değin tutulması emredilmektedir. Kameri ayı esas alan Arapların (ve Kur’anın) gece ve gündüz anlayışı günümüzdeki anlayıştan farklıdır. Kameri takvim uygulamasına göre gün (ve o günün gecesi), güneşin batması (akşam namazı vaktinin girişi) ile başlamakta, fecrin doğuşu ile gündüz başlamaktadır.

Bizim anlayışımıza göre ise sabah güneşin doğuşu (sabah namazı vaktinin çıkışı) ile, akşam ise karanlığın çökmesi (yatsı namazı vakti) ile başlamakta ve gündüzden sonra gelen gece o günün gecesi sayılmaktadır. Halbuki Kur’an’da sabah fecrin doğuşu (sabah namazı vaktinin girişi) ile, akşam ise güneşin batışı (akşam namazı vaktinin girişi) ile başlamakta ve gündüzden önceki gece o günün gecesi sayılmaktadır. Mesela Cuma gecesi deyince biz Cuma gündüzü takip eden geceyi anlıyorken, Kur’ana göre Cuma gündüzünden önceki gece anlaşılmalıdır.

Buraya kadar verdiğimiz bilgilerden anlaşılacağı üzere klasik ehli sünnet anlayışındaki orucun başlama ve bitiş vakitleri uygulaması doğru olup, oruca gündüzün başlama vakti olan fecrin doğuşu (beyaz ipin siyah ipten ayıredilmesi) ile başlanmalı ve güneşin batışına – akşam namazı vaktinin girişine kadar tutulmalıdır.

Orucun seher yada sabah aydınlığında başlayıp, gece karanlığın bastığı yatsı namazı vaktine kadar tutulması gerektiğine dair iddialar, Arapların (ve Kur’anın) yukarıda izah ettiğimiz kameri takvime dayanan gece ve gündüz anlayışlarına vakıf olunmamasından kaynaklanmaktadır. Çünkü seher yada sabah aydınlığı geceye değil, gündüze aittir ve gündüz mutlaka oruçlu olmakla sorumluyuz. Güneşin batmasıyla başlayan akşam namazı vakti ise gündüze bir sonraki günün gecesine aittir ve gece oruç tutmakla sorumlu değiliz.

Hilalin Görülmesi (Rü’yeti Hilal) Meselesi

Bakara 185. ayette, Ramazan ayına şahit olanın oruç tutmaya başlaması emredilmektedir. Bakara 189. ayette ise, hilalin insanlar ve hac için vakit tesbiti aracı olduğu bildirilmektedir. Dolayısıyla, Ramazan ayının başlamasının (ve tabi bitmesinin) ayın hareketleri ve hilaller vasıtasıyla doğru olarak tesbiti gerekmektedir.

Yukarıda açıkladığımız üzere, kameri takvime göre gündüzden önce gece gelmekte olduğundan, Ramazanın 1. gününün (yevm) gecesi (leyl), gündüzden (nehar) evvelki akşam namazı vakti ile başlayan gece olmakta; yine Ramazanın son 29 ya da 30. gününün gündüzü ise, Şevval ayının ilk hilalinin göründüğü gecenin öncesindeki gündüz olmaktadır.

Günümüzde, Ramazan ayının ve bayramın başlamasıyla ilgili çeşitli tartışmalar olmakta, bunların başlangıçları arasında 1 (hatta 2 ve 3) günlük farklı iddia ve uygulamalar ortaya çıkmaktadır. Bu durum hem ilk gün hilalinin çıplak gözle tesbitinin zorluklarından, hem hilalin dünyanın her bölgesinde aynı gün görülüp görülmeyeceği gibi tartışmalı meselelerden kaynaklanmaktadır. Dolayısıyla Müslüman fertleri ve toplulukları ve hatta devletleri aşan bir meseledir. Bu konuda ne Türkiye’de Diyanet’in yayınladığı takvime, ne de diğer ülkelerin uygulamalarına ve ne de sağdan soldan gelen haberlere tam olarak güvenmek mümkün değildir.

Kameri ayların ilk gün hilalleri Türkiye’de, yaz ayları haricindeki aylarda hemen hemen görülememekte, yaz aylarında ise ancak dağ ve engebeli alanı çok az olan düz arazili yerlerde görülebilme ihtimali bulunmaktadır. Lakin pratikte, Türkiye’de Ramazanın giriş ve çıkışını tespite yarayan ilk gün hilallerini görmek, neredeyse imkânsız olmaktadır. Yalnız, ikinci gün hilallerini havanın açık olduğu zamanlarda, çok büyük engebeleri olmayan her yerden görmek mümkündür. Çünkü ilk gün hilalleri en fazla 10-15 dakika görülebilirken; ikinci gün hilali, akşam namazı vaktinin girmesinden 10-15 dakika sonra görülmeye başlanıp, yaklaşık 1 saat görülebilmektedir.

Ay ve güneşin bir hesap ile hareket ettikleri 55.Rahman Suresi 5 ve başka ayetlerde haber verilmiş ve günümüzde deneysel-bilimsel verilerle ispatlanmış bir gerçektir. Dolayısıyla nasıl ki günümüzde namaz vakitleri için güneşin hareketlerine değil takvimlerdeki namaz vakitlerine bakıyorsak, kameri ayların başlaması ve bitmesine dairde hilale değil astronomik verilere bakabiliriz. Namaz ve hilale dair bu veriler çıplak gözle gözlemlemekten daha sağlamdır. Bu nedenle Kur’anın indiği zaman zorunlu bir sorumluluk olan hilalin gözetlenmesi, günümüz Müslümanları için güncel bir sorumluluk değildir. Gününüz Müslümanlarının güncel sorumluluğu, hilalin ilk görüleceği günün bilimsel metotlarla doğru olarak tespit edilmesidir.

Günümüzde kameri ayların giriş ve çıkışlarını bilimsel olarak tespiti mümkün ise de; hesapla tespit edilen hilalin gözle görülüp görülemeyeceği, bu giriş ve çıkışların dünyanın hangi noktası esas alınarak kabul edileceği ile dünyanın önceden tespit edilebilen yerlerinde gözlemlenebilmesi ve bu durumun Müslümanlara iletilebilmesi, Ümmet bazında kurumların Kur’an ve astronomi ilimlerine vakıf alimlerce yürütülecek çalışmalar ile ancak çözümlenebilir ve şu anda pek mümkün gözükmemektedir.

Bu nedenle bu sorun Ümmet bazında bir çözüme ulaşana değin, Ramazan ayının ve bayramın başlaması hususunda her Müslümanın kendi yöresinde ve memleketindeki uygulamaya tabi olması maslahata daha uygun görünmektedir.

Orucu Bozan Şeyler

Bakara 187. ayetten, oruç esnasında yemek içmek ile hanımıyla cinsel münasebetin yasak olduğu, dolayısıyla bunları bilinçli olarak yapmakla orucun bozulacağı anlaşılmaktadır.

Lakin 2.Bakara Suresi 286. ayetteki, unutursak veya yanılırsak sorumlu tutulmayacağımız ilkesi gereği, bunlar unutarak yada yanılarak yapılırsa, farkına varıldığı anda vazgeçilmek şartıyla orucu bozmazlar.

Oruç yemek içmekle, yani vücuda besin girmesiyle bozulduğundan, vücuttan çıkan hiçbir şey orucu bozmaz. İğne vurulmak suretiyle ağız dışından vücuda yemek yada içmek benzeri bir şeyin girmesinin orucu bozup bozmayacağı gibi; bu gibi tartışılan meselelerde ise, orucu tamamlayıp ileride ihtiyaten bir oruç tutmak daha makuldür.

Ayette geçen hanımıyla cinsel münasebetle ilgili terimler dikkate alındığında (rafese ve başiruhunne), cinsel münasebetten kastın sadece cinsel ilişki değil, cinsel amaçlı hayalleme ve konuşma (rafese) ile dokunmayı da (başiruhunne) kapsıyor olması da kuvvetle muhtemeldir. Bu nedenle ihtiyaten oruç esnasında bunların tümünden kaçınmak takvaya daha uygundur.

Cinsel bir amacı yada arzusu olmadığı halde konuşma yada dokunma ile cinsel istek uyanırsa, hemen vazgeçmek şartıyla oruca bir zararı olmaz. Lakin bu husustaki sınırlara yaklaşılmaması da, işlediğimiz ayetin bir gereğidir. Bu nedenle oruç esnasında eşimizle cinsel istek uyandırma ihtimali bulunan hayalleme, konuşma, şakalaşma ve dokunmadan uzak durmamız, ayetteki Allah’ın hudutlarına yaklaşılmaması uyarısının yerine getirilmesi açısından daha uygundur kanaatindeyim.

Allah’ın Hudutlarını Pervasızca Çiğneyenler Oruç Tutsa Ne, Tutmasa Ne Olur

Oruçta olduğu gibi, Aslen meşru olan yemek içmek ve hanımıyla meşru cinsel yaklaşma gibi şeylerde Allah’ın sınırlarını çiğnemek bir yana, yaklaşmak bile bu kadar kötü iken; aslen haram ve büyük günah olan tesettürsüzlük dahil cinsel suçlar, haram yemek gibi maddi suçlar, gıybet gibi manevi suçlara yaklaşmak bir yana, bunları pervasızca çiğnemek (fısk) nasıl düşünülebilir.  

Mesela, oruç nedeniyle hanımından meşru cinsel ilişkiden uzak durmak dolaylı ve süreli – ikinci dereceden bir yasak iken; kadınların İslami örtüye riayet etmemesi, hanımı dışındaki kadınlarla bakmak, dokunmak, hayallemek, cima gibi her türlü cinsel suç birinci dereceden ve devamlı – asli büyük suç ve günahlardır. Bunlar kıyaslanamaz bile.

 

Kaldı ki, oruçtan maksat, insanları asli günahlardan sakınmaya – takvaya ulaştırmak – alıştırmaktır. Asli günahları pervasızca işleyenler, orucun sınırlarına uysalar ne olur?

Oruç aslen meşru olan yemek, içmek ve hanımıyla meşru cinsel münasebetten kaçınmaksa; aslen haram olan şeylerden kaçınmayanların orucu olur mu? Yani oruç, aslen haram olan şeylerden kaçınan kişiler içindir. Böyle olmayanlar, önce asli haramlardan (haram yemek, çıplaklık ve her türlü cinsel suç, gıybet vs) kaçınmalıdırlar.

Bu nedenle insanlar oruç vesilesiyle bu çelişkiyi fark etmeli, orucun sınırlarına uydukları gibi, hayatlarının her anında ve alanında Allah’ın tüm sınırlarına uymaya azmetmelidirler. Bizlerde oruç ve Ramazan ayı vesilesiyle öncelikle kendimizin bu çelişkileri varsa gidermeye gayret etmeli, bilahare bu çelişkiler hususunda toplumun dikkatine çekmeli ve bu Ramazan ayı vesilesiyle toplumumuzun asli günahlardan uzaklaşması için daha fazla çaba sarf etmeliyiz.