‘Kur’an Bize Yeter!’ Derken?

Faruk Beşer, “Kuran bize yeter” söyleminin nasıl anlaşılması gerektiği sorusunu değerlendirdiği yazısında, bu sözün kast edilen manaya göre doğru da yanlış da olabileceğini ifade ediyor.

Faruk Beşer’in Yeni Şafak gazetesinde yayımlanan konuyla alakalı yazısı (08 Mayıs 2020) şöyle:

Ramazan Soruları, ‘Kur’an Bize Yeter’ mi, Onu Anlamadan Okumanın Faydası Var mıdır?

Daha önce de duyurduğumuz gibi, Ramazan akşamları saat 18.00 de twitter üzerinden ‘Ayetler Işığında’ başlığı ile bir sohbet yapıyoruz, sonunda da gelen soruları cevaplıyoruz. Çok seviyeli soruların geliyor olması bizi sevindirdi. Bu soruların herkesi ilgilendirenlerine verdiğimiz cevapları yazılarımızda sizlerle de paylaşmak istiyorum.

‘Kuran bize yeter’ söylemini nasıl anlamalıyız?

Bu söz, kast edilen manaya göre doğru da yanlış da olabilir.

Bizim dinimizin aslı ve esası Kuranıkerim’dir, başka dinlerin kitaplarından alınacak bilgilere ihtiyacımız yoktur. Bizim doğru ve yanlış ölçümüz odur, ona uymayan, onunla zıtlaşan hiçbir sözü, fikri ya da görüşü kabul etmeyiz gibi bir anlam kast ediliyorsa bu tabii ki, doğrudur.

Kur’an bize yeter, bu sebeple biz Sünneti, sahabe icmaını, ümmetin manevi ittifakı/icmaı ile gelen bütün kabulleri, ehlinden sadır olmuş içtihatları kabul etmeyiz anlamında söyleniyorsa bu zaten kendi içinde çelişkili bir söz olmuş olur. Çünkü bu da bir anlamadır, en nihayet bir içtihattır.

Şimdi hadi biz de ‘Kuran bize yeter’ diyelim ve Kuranıkerim’i okumaya başlayalım. Yüzün üzerinde ayeti kerimenin bizi Resulüllah’a uymaya, ona itaat etmeye, onu örnek almaya çağırdığını göreceğiz. O zaman ya bu ayetler bize hitap etmiyor, bunlar Kuranıkerim’in ilk muhataplarına söylenmiştir, bunların günü geçti, yani bunlar tarihseldirler diyeceğiz ve ‘Kuran bize yeter’ değil, fazlalığı bile var, onları atmalıyız’ demiş olacağız. Ya da o ayetleri kendi anlayışımıza göre yorumlayacağız, yani tevil edeceğiz, onlara lafzî anlamlarından başka manalar yükleyeceğiz. O zaman da kendi tevillerimizi sünnetin, icmaın ya da ehlinden sadır olmuş, usulüne uygun içtihatların yerine koymuş olacağız.

İkinci olarak yine Kuranıkerim’in bizi ‘ulü’l-emr’e itaat etmeye, ilimde rusuh bulmuş ulemayı izlemeye, onun derin manalarını istinbat edecek âlimlere sormaya yönlendirdiğini göreceğiz. Ulü’-emr, ulemanın onayıyla şeriatı tatbik eden yöneticilerdir, bu yoksa ulema heyetidir. Bundan da şunu anlayacağız; Kuranıkerim tek başına yeterlidir ama onu anlamak en azından her seviyedeki insanlar için mümkün değildir. Yani birinci anlamda Kuranıkerim bize yeter olsa da onu doğru anlayabilmemiz için Resulüllah’a ve onun sünnetine, ümmetin ittifakına, onu bilen âlimlere sormaya da ihtiyacımız vardır. Bunu da bize Kuranıkerim söylüyor. Demek ki, bunlar olmadan onu yine doğru anlayamayız. Kuranıkerim kendisinin çok kolay olduğunu söylüyor denirse, elbette çok kolaydır ama onun kendi gösterdiği anlama yolunda olursanız, o yoldan giderseniz öyledir deriz.

Üçüncü olarak, bu anlama araçlarına da ihtiyacımız yok, tek başına Kuranıkerim bize yeter denmek isteniyorsa o halde bu iddianın sahipleri neden onu anlayıp anlatabilmek için bunca efor sarf ediyor, konuşmalar yapıyor ve onlarca kitap yazıyorlar? Oysa onlara da ihtiyacımızın olmaması gerekmez miydi?

Demek ki, Kuranıkerim bize yeter, ama onu doğru anlayıp doğru yaşayabilmemiz için onu ilk ve en doğru anlayıp uygulayan Resulüllah’a, onun uygulama biçimine/sünnetine, bu doğru anlamayı sevad-ı azam olarak sürdüren ulemanın dediklerine, yani geçmişin ayıklanmış ana damarına, ittifakına, ya da ittifaka yakın söylediklerine ihtiyacımız vardır. O halde bunlara aykırı münferit bir anlamanın doğru olmayacağını da anlamış oluruz. İşte bu iddia da böyle münferit bir iddiadır.

Anlamını bilmeden Kuran okumanın bir faydası olur mu?

Kuranıkerim kendi ifadesiyle, ‘hayatta olanları uyarmak için’ gelmiştir. O halde esas olan onun anlaşılıp yaşanmasıdır. Okunması da, hatta düşüne düşüne okunması da bunun içindir. Okunmasının sevap olması, okumanın böyle bir maksadı gerçekleştirme aracı olmasındandır. Yine bu sebeple onu dinleyen, bazen okuyandan daha çok sevap alır. Çünkü okuyan dikkatini ikiye bölmek zorundadır; birisini okuyabilmeye, diğerini anlamaya harcar. Oysa dinleyen, dikkatini sadece anlamaya harcadığı için maksada daha çabuk erişir, daha iyi anlar.

Ama bu esası bilip bunu gerçekleştirme gayretinde olmakla beraber, Kuranıkerim’in Kelamullah olması itibariyle sadece okunması bile bir ibadettir. O sıradan bir söz değildir. Resulüllah Efendimiz (sa) ‘Kuran’ı okuyan onun her harfine on sevap alır; ben size, elif-lam-mim bir harftir demiyorum, aksine elif bir harftir, lam bir harftir, mim de bir harftir diyorum’ buyurmuştur. Demek ki, biz okurken bu harflerden de bu sevabı alırız. Oysa bunların bizim bildiğimiz bir anlamı yoktur.

İslam Düşüncesi Haberleri

Felah; fıtrat ve vahiyle yeniden buluşmamızda!...
Diyanetten hatırlatma: Tüm kumarlar haramdır!
Kemalistlerin cehaleti uçsuz bucaksız saçmalama özgürlüğü sunuyor!
İ’tizâl ile itidal arasında Allah nerededir?
Mutlak kötüye karşı el-Kassam’ın özgürleştirici ribatı ve cihadı