Yalçın Akdoğan, yeni çıkan kitabı "Asker Sivil İlişkileri ve Kumpastan Darbeye FETÖ" ile ilgili ilk söyleşiyi NTV’ye verdi 27 Ekim). Söyleşi, ağırlıklı olarak, yazarının ilk dile getirdiğinde üzerinde uzun tartışmalar yürütülen iki cümleye dairdi: “Kumpas” (Nisan 2014) ve “yok hükmünde” (Kasım, 2013).
Akdoğan, “kumpas”ı Balyoz ve Ergenekon davalarını tanımlamak için, “yok hükmünde”yi de 2004’te Milli Güvenlik Kurulu’nda Gülen Cemaati’nin takip edilmesini düzenleyen bir karar alındığının ortaya çıkmasından sonra o kararın hükümet tarafından nasıl değerlendirildiğini anlatmak için kullanmıştı.Söyleşi, tam da benim “’Kumpas’tan ‘sapına kadar gerçekti’ye Ergenekon ve Balyoz” (Serbestiyet, 22 ve 24 Ekim) yazılarımın üstüne gelmişti. Hatırlayacaksınız, o yazılarda, tıpkı son iki yılda kaleme aldığım başka yazılarda da dile getirdiğim gibi Akdoğan’ın darbe davalarını “kumpas” olarak nitelemesinin yol açtığı sonuçları ele alıyordum. O nedenle, Akdoğan’ın “kumpas” değerlendirmesine “düzeltme” niteliğindeki sözleri haliyle beni herkesten daha çok ilgilendirdi.
NTV söyleşisindeki ikinci ana tema, Akdoğan’ın, 2004’te Milli Güvenlik Kurulu’nda (MGK) Gülen Cemaati’nin faaliyetlerinin takibe alınmasını düzenleyen bir karar alındığının ortaya çıkmasından sonra (Kasım, 2014), o kararla ilgili olarak sarf ettiği “yok hükmündedir, uygulanmamıştır” cümlesi idi... Bugünden bakıldığında şaşırtıcı gelebilir bu cümle, fakat o sırada henüz 17-25 Aralık yaşanmamıştı, daha üç hafta vardı. Hükümet ve Cemaat dershaneler sorunu üzerinden itişiyorlardı ama kamuoyuna, arada bir kavga varmış görüntüsü vermek de istemiyorlardı.
Yalçın Akdoğan, söyleşide, her iki çıkışıyla ilgili olarak yeni değerlendirmelerde bulundu.
Bu yazıda, Akdoğan’ın ilk dile getirdiğinde olduğu gibi şimdi de tartışmayı hak eden söz konusu değerlendirmelerini ele alacağım. Sonraki günlerde kitabın tümüyle ilgili başka bir yazı yazmayı umuyorum.
Akdoğan’ın Kasım, 2013’te ‘yok hükmündedir, uygulanmamıştır’ dediği 2004’teki MGK kararıyla başlayalım...
Özkök (2004): ‘Üzerine gidilmezse felaket olacak’
NTV’deki söyleşide, MGK’nın 2004’te aldığı “Gülen Cemaati’nin takip edilmesi”ne dair karara, dönemin genelkurmay başkanı Hilmi Özkök’ün 15 Temmuz Darbe Girişimini Araştırma Komisyonu’nda söylediği sözler dolayımıyla gelindi... Şöyle demişti komisyonda Özkök:
"2004 Milli Güvenlik Kurulu'nda silahlı kuvvetler olarak dedik ki 'Bu örgüt çok büyük bir imkân kabiliyetine kavuştu. İmkân kabiliyeti yıllar içinde oluşur ama niyet bir gecede değişir. Aynen böyle söyledik. Dedik ki icra planı yapılsın bu iş takip edilsin o zamana kadar tehlikeli bir örgüt olarak görülmüyor tabi iyi niyetli görülüyor. Ama biz MGK'da bunu açıkça söyledik. Hükümeti kesin olarak bilgilendirdik ve durum iyi değil dedik. Orada bir karar alındı. Ona icra planı denildi. Hükümete tavsiye ediyor MGK bunu. Hükümetin unsurları da orada olmakla beraber. Ne yapılıyor diye izledik, açıkça söyleyim pek fazla bir şey yapıldığını görmedik.”
Parantez: Hilmi Özkök’ün 2004’teki uyarısı Özden Örnek’in günlüklerinde de yer almıştı. Günlüklerdeki bu bölümü ilk kez 24 Şubat 2012 tarihli Taraf gazetesinde yayımlamıştım. Buna göre, Özkök 24 Haziran 2004 MGK’sında konuyu gündeme getirmiş, 25 Ağustos MGK’sında ise karar alınmıştı:
24 Haziran 2004: “Fethullah Gülen konusunda Genelkurmay Başkanı oldukça ağır bir konuşma yaptı ve hükümeti suçladı. Eğer siyasi irade konulup bu konunun üstüne gidilmezse bir felaket olacağını belirtti.”
25 Ağustos 2004: “Fethullah Gülen ve teşkilatı ile ilgili olarak geçen toplantıda yapılan görüşmeden sonra bu adamın faaliyetlerinin yakından takip edilmesine karar verilmişti, onunla iligili tavsiye kararı bugün imzalandı. Bilmem ne işe yarayacak.”
Yalçın Akdoğan söyleşide ne dedi?
NTV spikeri, Yalçın Akdoğan’a kitabında Hilmi Özkök’ün genelkurmay başkanlığı döneminde demokrasiden yana tutum aldığını yazdığını hatırlatarak, 15 Temmuz Darbe Girişimini Araştırma Komisyonu’ndaki sözleri hakkındaki düşüncelerini sordu. Akdoğan da bunun üzerine, bu defa Özkök’ü eleştireceğini söyleyerek şöyle konuştu:
"Bir insan çok şeyler yapabilir, yanlışları vardır doğruları vardır. Adalet terazisine koyup öyle değerlendirmek gerekir. Totalde baktığımda ben Özkök'ün o süreçte önemli bir rol oynadığını, birçok olumsuzluğu engellediğini düşünüyorum. Ama son söylediği sözü ben de eleştiriyorum. 'Söyledik, yapmadılar…' Bu, zaman ve mekan bağlamından kopartılarak yapılmış bir yorum. 2004'te AK Parti iktidara gelmiş ve baskılanmaya çalışıldığı dönemden bahsediyoruz. İrtica diye bir yaygara var, toplumsal alana dönük bir takım laflar ediliyor. Bunun üzerinden kim baskılanmaya çalışılıyor, FETÖ değil, iktidar baskılanmaya hatta devrilmeye çalışılıyor."
Ben bu değerlendirmeye genel olarak katılıyorum... Gerçekten de 2004’te generallerin “Cemaat sorunu”, generallerin “AK Parti sorunu”nun yanında lafı bile edilmeyecek bir sorundu. Gülen Cemaati’nin, askerler açısından AK Parti iktidarını sıkıştırma, bunaltma ve son aşamada da “hal’etme” aracı olmaktan fazla bir önemi yoktu. Serbestiyet’te altı bölüm halinde kaleme aldığım “Hükümet-Cemaat ittifakı: Vur fakat dinle” başlıklı yazılarımda da dile getirdiğim gibi, AK Parti önemli ölçüde bu baskı nedeniyle Gülen Cemaati’ne yaklaşmak zorunda kalmıştı. Dolayısıyla, 2013 Kasım’ında, henüz bu ittifak tam olarak ortadan kalkmadan önce 2004’teki karar ortaya çıktığında, başta Yalçın Akdoğan olmak üzere Hükümet’in o kararı o zaman “yok hükmünde” saydığını ve “hiç uygulanmadığını” savunması anlaşılabilir görünüyor.
Konuya ilişkin haber, Taraf gazetesinin sürmanşetinde Mehmet Baransu imzasıyla 28 Kasım 2013’te (yani 17-25 Aralık’a üç hafta kala) “Gülen’i bitirme kararı 2004’te MGK’da alındı” başlığıyla yayımlandı. Haber, besbelli, muhafazakâr kamuoyunda “AK Parti’nin Cemaat düşmanlığı yeni değil, 10 yıl önce başlamış” algısını yerleştirmek amacıyla kotarılmıştı.
Haksız, mesnetsiz, geçersiz, mantıkla da olgularla da bağdaşmayan bir ithamdı bu. Hükümet 2004’te “Cemaat’i bitirme” kararını uygulamaya koyduysa, neden 10 yıl boyunca bunun olgusal göstergelerine şahit olmadık da hükümet onlara “her istediklerini” verdi?
O dönemin şartlarına bakıldığında, 2004 kararının altındaki hükümet imzalarını, hükümetin “Cemaat’i bitirme” kararlılığı olarak değil; “hükümeti bitirme” kararlılığındaki darbeci generallere karşı hükümetin oyalama taktiği olarak değerlendirebiliriz ancak.
‘Yok hükmünde’de haklı, ‘kumpas’ta haksız
Özetle: 2004’teki MGK kararıyla ilgili olarak Yalçın Akdoğan’ın, Hükümet’in ve AK Parti’nin takındığı tutumun anlaşılabilir olduğunu düşünüyorum, fakat aynı şeyi Ergenekon ve Balyoz davaları için geliştirilen “kumpas” tezi için söyleyemeyeceğim.
Nedenini, bundan öncesine denk gelen iki yazıda uzun uzun anlattım, burada sadece özetin özetini bir daha tekrarlayayım:
“İktidar, Başbakan Yıldırım’ın bugün dile getirdiği gibi Ergenekon ve Balyoz’un ‘sapına kadar gerçek’ olduğunu, fakat Cemaat’in marifetleri nedeniyle davaların murdar edildiğini savunabilirdi. Bu yol seçilseydi, eski darbeciler sütten çıkmış ak kaşık pozlarında ensemizde boza pişiremezlerdi. Fakat öyle olmadı, iktidar ve iktidarı destekleyen basın ‘kumpas’ dedi ve ondan sonra olanlar oldu.”
Sonrası gerçekten de iyi gitmedi ve kendilerine sunulan bu moralle eski darbeciler neredeyse kendi darbeciliklerini unutturan bir performans sergileme başarısı gösterdiler.
Yalçın Akdoğan “kumpas”ı ilk telaffuz ettiğinde, bunun, “ortada hiçbir şey yokken orduya karşı uyduruk davalar açıldı” anlamına geleceğini bilmiyor olamaz. Nitekim öyle anlaşıldı ve kullanıldı.
Gelinen noktadan o da Başbakan Yıldırım gibi rahatsız olmuş olmalı ki, NTV’deki söyleşide "Ortada hiçbir şey yoktu diyemeyiz. Bu yapı (FETÖ) kumpaslarıyla bu işi sulandırmıştır" değerlendirmesinde bulundu.
Eh, bu da bir şey: Zararın neresinden dönülse kârdır.
(Bu arada, tıpkı Başbakan Binali Yıldırım’ın “Ergenekon ve Balyoz sapına kadar vardı fakat FETÖ tarafından sulandırıldı” değerlendirmesi gibi Akdoğan’ın benzer nitelikteki sözleri de basında fazla ilgi uyandırmadı –iktidara yakın medya dahil.)
Serbestiyet