Modern ulus devletin resmi kimliği toplumsallaştırmak, diğer kimlik ve aidiyetleri etkisizleştirmek üzere başvurduğu etkili enstrümanlar, "kültür"; "eğitim" ve "hukuk"tur.
Türkiye'de başında "milli" sıfatı olan iki bakanlık vardır: "Savunma ve eğitim bakanlıkları". Anlamı şudur: Devlet, kendi ulusal karakterini ve misyonunu "dış düşman ve saldırılar"a karşı nasıl "milli savunma" konsepti içinde ele alıyorsa, "iç düşmana, tehditlere karşı" da aynı savunmayı "milli eğitim bakanlığı" ve elbette "ulusal kültür inşa etme amacıyla" kurulmuş bulunan "kültür bakanlığı" üzerinden yapmaktadır. Türkiye'ye özgü olmak üzere iç tehditler, a) Diyanet'in kontrol edemediği sivil İslam, b) Kürtlerin kimlik talepleri, c) Gayrimüslimlerdir.
Bu sadece Türkiye'ye özgü bir durum da değildir. Başında "milli" olsun olmasın, Batı dünyasında da eğitim ve kültür bakanlıkları modern-ulusal kültür inşa etme amacıyla faaliyet gösterirler. Bu yüzden Batılı demokrasilerde bir türlü "çokkültürlülük" tesis edilemiyor. Zira tabiatı, mahiyeti ve onu tarih sahnesine çıkaran misyonu dolayısıyla kültür devlete aittir, sekülerdir/parçalayıcıdır; dışlayıcı ve ötekileştiricidir. Kültür ya ortaya çıkmış bir devletin ulusal kimliği pekiştirme veya devletleşmesi istenen bir kavmi uluslaştırma enstrümanıdır.
Farklı insan topluluklarının örf-âdet ve gelenekleri, "kültür"den tamamen farklı mahiyettedir.
Ulusal kültür ve kimliğin inşasında ulusal düzeyde iktidar seçkinleri ve uluslararası düzeyde Batılı hegemonik güçler müdahildir. Bütün modernleşme projelerinin hedefleri arasında bir yandan devlet aracılığıyla ulusal kültür inşa etme çabası varken, diğer yandan ulusa dönüştürülen toplumların geleneklerine, örf ve âdetlerine karşı acımasız tasfiye ameliyeleri yer almaktadır. Bizim gibi ülkeler üzerinde müdahil olan Batı, devletlerimizin "ulusal kültür" inşa etmeleri için bürokrasiye, siyasete baskı uyguluyor, aynı şekilde yerel/yöresel geleneklere, tarihsel mirasa, örf ve âdetlerin, iyi-kötü töre ve göreneklere karşı da savaş açıyor. Çünkü bir devlet, ancak ulusal kültür aracılığıyla kendi halkını, hakimiyeti altındaki ahalisini Batılı refahın, siyasi ve askerî hegemonyanın devamına açık hale getirebilir. Batılı yaşama tarzı dışındaki yerel gelenekler, örf ve âdetler Batılı hegemonyanın bir ülkede toplumsallaşmasının önündeki en büyük engeldir. Ve İslam dünyasında geleneklerin büyük bölümü, örflerin tamamı İslam'dan beslendikleri için Batılılar tarafından tasfiye edilmek istenirler. Batılı haklar perspektifinden, toplumların "kültür inşa etme hakları" vardır, ama dinlerinden neş'et eden örf ve geleneklerini özgürce yaşama hakları yoktur.
Batı-dışı toplumların gelenekleri, örf ve âdetleri zayıfladığı oranda, küresel hegemonya da başarılı oluyor. Her ulus devlet ve ulusal kültür, kendi halkını Batı'nın hegemonyasına hazır hale getirir.
Bakın Kürt pop şarkıcılarına, aydınlarına, giyim tarzlarına, oturma biçimlerine; Türk popçularından, aydınlarından, giyim kuşamından farklı değildir. Sadece "Türkçe"nin yerini "Kürtçe" almıştır. Türklerin veya Kürtlerin -ve diğer kavimlerin de- sahici/otantik giyim kuşamları, müzikleri, oturma biçimleri sadece folklorik olarak bir değer taşımaktadır. Batı, Kürtlerin ulusal kültür haklarını savunur, ama İslam'la yoğrulmuş örf ve âdetlerini, kadim geleneklerini tasfiye etmek için çuval dolusu para harcar. Türkler ve Araplar için de yaptığı budur. Pekiyi, bu size yeterince anlamlı gelmiyor mu?
Türk ulusal kimliği veya Kürt ulusal kimliği -Arap, Malay, Peştun vd. de aynıdır- Batı'nın tanımladığı insan modelini oluşturma aracıdır. Kültürleşmiş bir Türk veya Kürt, Batılılar gibi düşünen, onların perspektifinden dünyaya bakan, yaşama biçimini onların beğenilerine göre düzenleyen, onların ürettiği malları alıp tüketen insandır. Batı'nın insan hakları, kendi tanımladığı çerçeveye giren insanın haklarıdır. Diğer insanların hakları yoktur.
ZAMAN