Kudüs’ün Özgürleştirilmesine Yönelik Dualarımız Neden İşe Yaramıyor?

Yazısında ABD’nin Kudüs’ü İsrail’e peşkeş çekme hadisesi üzerinden İslam dünyasının Kudüs meselesi karşısındaki zilletini gözler önüne seren Faruk Beşer, bu bağlamda duanın makbuliyetini ve neden kabul edilmediğini mercek altına alıyor.

Faruk Beşer’in konuyla ilgili bugünkü Yeni Şafak’ta (8 Aralık Cuma) yayınlanan “Bu zilletten artık kurtulmalıyız” başlıklı yazısı şöyle:

Önce âcizane bir tespitle başlayayım: Elimizde olmayan ve bizim kul olarak artık yapabileceğimiz bir şey kalmayan konularda dualarımızın anında kabul buyrulduğuna şahit oluruz. Sanırım herkes bu tecrübeyi yaşamıştır. Ancak yapmamız gerekenleri yapmadığımız konularda bazen yıllarca dua ederiz de, dua boşa gitmiş olmasa bile istediğimiz kabul olmaz. Bunun sebebinin şu olduğunu sanıyorum:

İnsan önce kendine düşeni yapmalı ki, Allah’tan bir şey istemeye yüzü olsun. O buyuruyor ki, ‘Siz beni anın, ben de sizi anayım, siz ahdinizi yerine getirin, ben de ahdimi yerine getireyim, siz Allah’a destek olun, O da size destek olsun’.

Kâbe’de gözyaşları içerisinde yapılan ve âminlerin semayı inlettiği dualar dikkatimi çekerdi. Bunca yakarışın İslam âleminde bir yankılanması neden olmuyor? Neden bunca dua ve yakarışa rağmen Müslümanlar hep zilletten zillete düşüyorlar? Neden her gün lanetlediğimiz Yahudi konumunu kurnazca ve sürekli güçlendiriyor ve genişliyor? Neden bunca dua sanki kabul olmuyor?

Sonra meselenin özünün işte o söylediğimiz şey olduğunu anladım. Çünkü biz önce üzerimize düşeni yapmıyoruz, zevku sefa yaşıyoruz, dünyaya dalmışız, günümüzü gün ediyoruz, ahlakımız her gün biraz daha bozuluyor. Birbirimizin kuyusunu kazıyoruz. Sonra da Allah’a, biz böyleyiz ama sen yine de bize ver, diyoruz. Oysa bu O’nun kanununa ve bize öğrettiği dine aykırı bir şey.

Geçenlerde dekanımız anlatmıştı, iki kadroya iki Filistinli hoca müracaat etti, ikisine de ihtiyacımız vardı, alalım dedik. Bizi uyardılar; bunların her ikisi de Filistinli ama birisi Hamas’tan, diğeri Fetihten, bu sebeple anlaşamazlar ve problem çıkarırlar diye. Geçen yıl kendisine Mısırlı bir hocayı İslami İlimler Fakültesine almasını tavsiye ettiğimde Yalova Üniversitesi Rektör vekili de bendinize benzer bir şey söylemişti. Hocam, ihtiyacımız var, alalım ama bir problem var; Fakültede Suriyeli hocalar da var ve Mısırlılarla anlaşamazlar, problem olur. Ben bunu ona söylerken Mısırlı hoca yanımda idi. Telefonu kapadıktan sonra kendisine rektörün söylediğini söyledim. Hoca, bu gayet tabii bir şey der gibi güldü ve dedi ki, “bizde meşhur bir söz vardır; Mısırlıların iyileri, Suriyelilerin de kötüleri dışarıda olur”. Yani böyle bir fecaata bile başka bir fecaat ile karşılık verdi.

O halde mesele bir ahlak meselesi, dini doğru anlayıp yaşama meselesi, ‘Müslümanların ancak kardeş olduklarının’ bilinmesi ve ‘kardeşin ölü kardeşinin etini yememesi’ meselesi.

Fıkra bu ya, 67 Arap İsrail Harbinde Araplar yenilince, bir Yahudi bir Araba; hani Rabbiniz size yardım edecekti, melekler gönderip destek olacaktı, ne oldu, neden o melekler gelmedi, demiş. Arap da, geldiler ama hangi tarafın müslüman olduğunu anlayamadıkları için dönüp gittiler diye cevap vermiş.

Kudüs’ü ve Filistin topraklarını adım adım kaybetme zilletini yazmak bile bir başka zillet, yazarken de utanıyoruz. Onların böyle şeyleri okurken kıs kıs güldüklerini ve başka bir zafer sevinci de bununla yaşadıklarını hisseder gibiyiz. Kısaca zillet içinde zillet yaşıyoruz. Artık aklı başında insanlar bir yerlerde sessiz sedasız toplanmalı ve bu zilletten kurtulmanın çarelerini aramalı, tartışmalı, kısa ve uzun vadeli planlar yapmalı ve bir yerden başlamalı.

Bendeniz bunun en önemli çaresinin güçlü bir İslam devleti olduğunu biliyorum. Bunu onlar da çok iyi bildikleri için İslam ülkelerini (devletlerini demiyorum) sürekli vuruyorlar, taş üstünde taş bırakmama kararında olduklarını gösteriyorlar. Genişlemesi ve vadedilen toprakları alabilmesi için İsrail’in önündeki bütün engelleri kaldırıyorlar.

Kendi ülkemiz olduğu için hamaseten söylemiyorum, ama Türkiye bunu anladı, ayakta durmayı ve kardeşlerine de yardım etmeyi başarabilmenin yollarını arıyor. Aklı başında insanların günlük politik hesaplardan uzak bir şekilde bu canlanmayı elbirliği ile desteklemesi gerekiyor. Ama ne acıdır ki, bizim içimizdeki beyinsizler ve İslam’ı kullanarak zalimlere lojistik destek veren ve gidip onlara sığınan hainler de bir türlü elde edemedikleri saltanatları hesabına buna engel olmaya çalışıyorlar. “İçimizdeki beyinsizler yüzünden bizi helak eder misin yâ Rab?”

Ve yine ne acıdır ki, İsrail’e karşı bu zilleti ve teslimiyeti ümmetin malıyla o tahtlara konmuş o bedevi prenslere, tahtlarını devam ettirme sözünü vererek yaptırıyorlar. Bu vesile ile şunu da bilmemiz gerekir: Bu zillet taht hesabı yapan bedevi zihniyetindir, Arap halkının değildir. Bu sebeple ‘Araplar bizi arkadan vurdu’ tuzağına tekrar düşmeyelim. Vurduranı ve vuranı bulup onlardan hesap soralım. Emin olasınız ki, gerek Arap ülkelerindeki her çeşidiyle müslüman kesimler, gerek Suudi Arabistan’ın uyanan müslüman halkı, Sahve hareketi ve öncüleri meseleyi çok iyi kavramışlar, onların da bizden beter ciğerleri yanıyor. Bekledikleri şeylerden biri de bizim hayal ettiğimiz güçlü ve müslüman Türkiye.

Pazar günü İsra Suresinde anlatılan gizemli Kudüs olayını yazacağım inşallah.

Yorum Analiz Haberleri

Meşru olanı savunursan karşılığını elbet görürsün!
Türkiye solu neden hala Esed rejimini savunuyor?
Sosyal medyada görünürlük çabası ve dijital nihilizm
İran aparatlarının komik antipropagandalarına vakit ayırmak bile coğrafya için zaman kaybı...
Nasıl ki ilk Müslümanlar tüm zorluklara rağmen direndiyse Gazzeliler de öyle direniyor!