“Kudüs’teki Yangın Hâlâ Sönmüş Değil”

Ağustos 1969’da Kıble Mescidi’nde çıkarılan yangından sonra kurulan İslam İşbirliği Teşkilatı (İİT) hakkında açıklamalarda bulunan Taha Kılınç, müslümanlar arasındaki sorunlara işaret ederek Kudüs meselesinin hâlâ çözülemediğine dikkat çekiyor.

Yangın Hâlâ Sönmüş Değil

Taha Kılınç / Yeni Şafak

Bundan tam 48 yıl önce, 21 Ağustos 1969 sabahı, Mescid-i Aksâ’nın içinde yer alan Kıble Mescidi’nden dumanlar yükselmeye başladı. Kısa süre içinde müdahale edilen ama üç saat boyunca da söndürülemeyen yangın, mescidin güneydoğu cephesinde başlamış, daha sonra orta kısma yayılmıştı. Gösterilen bütün çabaya rağmen, alevlerin Salahaddîn Eyyûbî tarafından 1187’de Kudüs’e getirilen tarihî minberi küle çevirmesine engel olunamadı. Yapıdaki hasar öylesine büyüktü ki, Ürdün Krallığı, yıllar sürecek kapsamlı restorasyon sürecini ancak 9 milyon dolarlık bir harcamayla tamamlayabilecekti.

Yangının hemen ardından, beklendiği gibi, Filistin içinde ve dışında yoğun protesto gösterileri düzenlendi. İsrail, sadece iki yıl önce işgal ettiği Doğu Kudüs’te şimdi çok büyük bir halk isyanıyla karşı karşıyaydı. Aksâ’ya giden bütün yollar kapatıldı, eski şehrin her tarafı binlerce polisle dolduruldu, protestoların çığırından çıkmaması için sıkı tedbirler alındı.

Filistinlilerin sorduğu ilk soru şuydu: “Yangın neden çıktı?” İsrail işgal yönetiminin bu soruya ilk cevabı, problemin elektrik kaçağından kaynaklandığı şeklinde oldu. Filistinliler bu açıklamaya inanmadıkları gibi, yangını söndürmek üzere olay yerine gelen İsrail itfaiyesinin Aksâ’ya su yerine gaz döktüğü söylentisi yayıldı. Kısa süre sonra ise, mescidi yakanın Dennis Michael Rohan adlı bir Avustralyalı olduğu ortaya çıktı. Olaydan iki gün sonra, 23 Ağustos’ta Rohan, İsrail güvenlik güçleri tarafından tutuklandı.

İlk belirlemelere göre Rohan, “Tanrı’nın Kilisesi” isimli bir Hıristiyan akıma mensuptu. Mescidi ateşe vermesinin sebebi, açılacak alanda Süleyman Mabedi’nin yeniden inşa edilmesi suretiyle Mesih’in geliş sürecini hızlandırmaktı. İsrail polisi, ilk sorgusunun ardından Rohan’ın psikolojik yönden rahatsız bir insan olduğunu kaydederek, kendisinin bir kliniğe kapatıldığını duyurdu. Rohan, ailesinin talebi üzerine 14 Mayıs 1974’te İsrail’den sınır dışı edilerek Avustralya’ya gönderildi, 1995’te de tedavi altındayken öldüğü açıklandı.

Arap kamuoyu, Dennis Michael Rohan’ın ‘Hıristiyan’lığına da, psikolojik hastalığının bulunduğuna da hiçbir zaman ikna olmadı. Rohan’ın bir Siyonist olduğuna, İsrail’le derin ilişkilerine ve hatta İsrail tarafından Aksâ’yı yakmak üzere görevlendirildiğine dair iddialar, hâlâ yüksek sesle dillendirilir.

* * *

İslâm Konferansı Örgütü (2011’deki değişikliğin ardından, yeni adıyla İslâm İşbirliği Teşkilâtı-İİT), işte bu trajik yangının ardından, Suudi Arabistan Kralı Faysal bin Abdulaziz’in öncülüğünde kuruldu. Fas’ın başkenti Rabat’ta İslâm ülkelerinin devlet ya da hükümet başkanlarının katılımıyla 22-25 Eylül 1969’da düzenlenen olağanüstü zirvede kuruluşu kararlaştırılan teşkilât, ertesi yıl ilk dışişleri bakanları toplantısını gerçekleştirdi. Bu toplantıda, “Kudüs işgalden kurtarılıncaya kadar” İİT’nin genel merkezinin Suudi Arabistan’ın Cidde kentinde bulunması da karara bağlandı. Tüzüğe göre, Kudüs kurtarıldığında İİT’nin merkezi de otomatikman Kudüs’e taşınacaktı.

Rabat’taki zirve, 1924’te Hilâfet’in kaldırılmasından bu yana, ilk kez Müslüman dünyanın aynı masanın etrafında bir araya geldiği toplantı olması açısından da olağanüstüydü. Geçmiş 45 yıl boyunca farklı istikametlere savrulan ve türlü türlü badireler atlatan İslâm ülkeleri, Mescid-i Aksâ’nın ateşe verilmesinin yarattığı duygusal ortamda nihayet birleşmeyi başarmış, kendilerine ortak hedefler belirlemiş, problemlerini kendi aralarında konuşarak ve istişare ederek çözme iradesini ortaya koymuştu.

Kral Faysal’ın 1975’te sarayında bir suikasta kurban gitmesinin ardından, -Ortadoğu’daki birçok meselede görüldüğü gibi- İİT de ‘büyük’ hedeflerden vazgeçerek, hızla hantal bir bürokratik aygıta dönüştü. Birleşmiş Milletler’den sonra dünyadaki en büyük uluslararası organizasyon olsa da, İİT’nin etkinliği ve faaliyetlerinin kapsamı, Suudi Arabistan’ın dış politikasının gerisine itildi, ona tabi hale getirildi. Kral Faysal suikastının petrol zengini Arap ülkelerinin liderlerine verdiği dersle paralel olarak, İİT de kuruluş hedeflerini gerçekleştiremeyecek biçimde pasifleştirildi.

Genel sekreterlik şeklinde yapılandırılan İİT’de bu makama oturan ilk kişi bir Malezyalıydı: Tunku Abdurrahman (1971-1973). Onu Mısırlı Hasan Tuhâmî izledi (1974-1975). Sonraki genel sekreterler, uyrukları ve görev süreleri şu şekilde: Amadu Kerim Gaye (Senegal, 1975-1979), Habib Şattî (Tunus, 1979-1984), Seyyid Şerifuddin Pirzâde (Pakistan, 1985-1988), Hamid el Gabid (Nijer, 1989-1996), İzzedin Irakî (Fas, 1997-2000), Abdulehad Belkeziz (2001-2004), Prof. Dr. Ekmeleddin İhsanoğlu (Türkiye, 2005-2013), İyâd Medenî (Suudi Arabistan, 2014-2016), Yusuf Useymîn (Suudi Arabistan, 2016-…)

Listede dikkat çeken iki şey var: 1) Genel sekreterlerin çoğunun asker kökenli olması ya da diktatör rejimlerde üst düzey görevler yapmaları, 2) Seçilen yabancı isimlerin Suudi Arabistan’la güçlü bağlantılarının bulunması.

***

Geçtiğimiz hafta salı günü, Türkiye’nin çağrısıyla İstanbul’da gerçekleştirilen -yine- Kudüs konulu olağanüstü İİT toplantısını izlerken, aklımdan teşkilâtın bu tarihçesi geçti. Kendi kendime mırıldanmadan da edemedim: İslâm dünyasının elindeki imkânlar günlük siyaset, kavga ve hırslara kurban edilirken, Kudüs’teki yangın da hâlâ sönmüş değil.

Yorum Analiz Haberleri

Laiklerin maneviyat arayışı
Fitneden daha kötüsü fitneye meftun olmaktır
Diyarbakırlı Ziya Gökalp’e kulak verilseydi..
“Süreç ve Esenyurt aynı sayfada değil”
Zulme sessiz kalmak en kötüsü...