“Kudüs Şehidi”nin, Suriye ve Irak’taki Cinayetlerini Tartışmak mı Mezhepçilik?

İran’ın Cinayetlerini Tartışmak Amerika’nın Oyunu(mu)dur?

HAKSÖZ HABER

Etnik ve mezhebi ayrışmaların İslam dünyasının başına ne büyük belalar sardığı, sancısı derin ve kronik hastalıklar ürettiği hepimizin malumu. Kâfir ve zalim güçlerin bu ayrışmayı besleyip iktidarlarını tahkim ettikleri de çok bilinen bir gerçektir.

Peki, etnik ve mezhebi siyasetin yanlış olduğunu, önü alınamayacak büyük fitnelere sebep olacağını ne zaman tartışmalıyız? Bazılarına göre bazı etnik ve mezhepçi siyasetleri hiç tartışmamak lazım, bazı etnik ve mezhepçi siyasetleriyse hiç tartışma gündeminden düşürmemek lazım. Aslında bu tutum açık bir çifte standart teklifidir. Sıcak gündem üzerinden meseleyi birkaç soruyla beraber şöyle kısaca tartışalım.

Kasım Süleymani ve Ebu Mehdi El Mühendis’in Bağdat’ta bir Amerikan saldırısıyla katledilmesi karşısında üzüntü duymayanlar, Süleymani ve Mühendis’in şehadetini tebrik etmeyenler, Ali Hamaney, Hasan Nasrallah ve Beşşar Esed ile beraber yas tutmayanlar Batı sömürgeciliğinin etki ajanı mı oluyorlar?

Kasım Süleymani’yi “Kudüs Şehidi” olarak nitelememek Amerika ve İsrail’le dost olmak, Hamas’a hasım olmak gibi ortaya tuhaf, köksüz ve kullanıma uygun bir Müslüman modeli mi çıkarmaktadır?  

İran ve Şia nefretiyle malul hale gelen kimi İslamcılar” emperyalist Amerika’nın geniş kapsamlı stratejilerini göremiyorlar mı ve Siyonist İsrail’in bölgedeki planlarından habersizler mi?

Bu konuyu tartışırken en enteresan daha doğrusu en mide bulandırıcı riyakârlık nedir biliyor musunuz? İran’ın Suriye ve Irak’taki askeri varlığının Suriye ve Irak halkı için hangi sonuçlarını doğurduğunu hiç tartışmamak, hiç ama hiç gündeme getirmemektir. İşte mezkûr riyakârlık siyasetinin önemli parçalarından biri olan Sabah Gazetesi yazarı Salih Tuna da İran’ın Suriye ve Irak halkına karşı işlediği büyük cürümleri perdeleyerek hiç utanma ve sıkılma emareleri de göstermeden okurlarına “etnik ve mezhebi fitnelere karşı daima uyanık olun” nasihatleri vermekte.

Güya kamuoyunu Amerika ve İsrail’in çok uzun vadeli stratejik planlarına, büyük ve kanlı katliamlarına, İslam dünyasını paramparça edecek mezhep temelli fitnelerine karşı erken uyarı sistemi gibi hareket eden mezkûr gazeteci esasen başka bir takım “planlar” servis etmektedir masamıza. Amerika ve İsrail’in giriştiği işgal ve katliamları konuşmaktan İran’ın giriştiği işgal ve katliamlara fırsat bulmak büyük bir gaflet, dalalet hatta hıyanet sayılır. Son dönemde Kemalist literatüre sık sık atıflar yaptığı bilinen, Perinçek-Aydınlık şebekesine imrenerek “köylü Müslümanlar, NATO’cu İslamcılar” türü çirkin ithamlar üreten Salih Tuna doğal olarak İran’ın cürümlerinin tartışılmasını son derece yanlış ve zararlı olarak değerlendiriyor.

Tabii hikâye başka türlü yazılıyor. Vay efendim Saadet Partisi lideri Temel Karamollaoğlu’nun ve Hamas lideri İsmail Haniye’nin Kasım Süleymani için “Kudüs şehidi” demesini nasıl eleştirirsiniz!? Kimin gerçekten şehid olduğunu elbette Allah bilir, kimsenin kimseyi şehidliğe tayin etme hakkı bulunmadığı gibi mani olma yetkisi de olamaz elbette. Lakin mesele bu beyler nezdinde sadece politik duruşlarının, gönül bağlarının tezahürü olarak gündeme geliyor.

Şimdi şöyle soralım: İran’ın, Kudüs Orduları’nın, Hizbullah’ın, Fatimüyyun Tugayları’nın, Bedir Tugayları’nın, Haşdi Şaabi’nin ve bütün bunları Suriye ve Irak halkının üzerine Moğol Orduları gibi salan Kasım Süleymani’nin rolünü, misyonunu tartışmak neden mezhepçilik olsun?

Kasım Süleymani’yi “Kudüs Şehidi” ilan eden beylere soralım: Bağdat ve Musul başta olmak üzere Irak halkına yönelik katliamları tertiplerken Kasım Süleymani’nin orduları Amerikan ordularıyla paralel hareket etmiyor muydu?

Kasım Süleymani’nin kumanda ettiği katliamları hatırlatmayı “mezhepçilik fitnesi” diye kınayan baylara soralım: Halep ve İdlib başta olmak Suriye coğrafyasını yıkıma uğratan katliamları organize ederken General Kasım Süleymani acaba Rusya ve Esed ordularıyla birlikte hareket etmiyor muydu?

Kemalist-sol’un takılmış bir plak gibi “katil Amerika” türküsünü çığırmasının ne büyük ahlaksızlıkları perdelediğini iyi biliyoruz. Amerika’nın katil olduğunu iyi biliyoruz ama yanına ekliyoruz: Rusya ve İran da katildir. Kendisini tiyatro dünyamızın yerli ve milli Bertolt Brech’i şeklinde pazarlayan müsamereciler yüksek mevkilere yaltaklana yaltaklana elde ettikleri köşelerinden halka güya ne kadar anti-emperyalist olduklarını, ne sağlam Amerikan düşmanı olduklarını anlatıyorlar. Hiç merak etmeyin; Biz sizin pek yakın zaman dek “Fethullah Gülen Hocaefendi’yle birlikte nasıl gözyaşı döktüğünüze” dair kaleme aldığınız yazılarınızdan gayet iyi biliriz beyefendi!

Bir gün oturun da lütfen İran’ın Irak’ta Amerika’yla, Suriye’de Rusya’yla nasıl iş tuttuğunu okuyup öğrenin. Bir gün oturup da Amerika veya Rusya’nın yakıp yıktığı şehirlerde insanların çektiği acılarla İran’ın yakıp yıktığı şehirlerde insanların çektiği acılar arasında fark olmadığı üzerinde kafa yorun.

Irak ve Suriye’de Amerika’nın ne iş var?” diye bir soru sorabiliyorsan eğer hiç değilse müsamere yaptığın dönemlerdeki gibi rol icabı olsun şöyle bir soru soruver: “İran ordularının ve bölgeden toplayıp silahlandırdığı Şii milislerin Irak ve Suriye’de ne işi var?” İsminden başlamak üzere her şeyi sahte olan biri için ne değeri var bilemiyoruz ama bu basit, iğreti ve her tarafından dökülen rollerine müşteri bulabiliyor olması sergilediği riyakârlığın kimse tarafından anlaşılmadığı manasına gelmiyor.

Neymiş efendim “kıymet hükmü” diye şöyle acayip bir şey uydurmuşlar: “ABD emperyalizminin zulmüne maruz kalanların diline, dinine, mezhebine, kavmine, coğrafyasına bakılmaz.” Peki, Rusya veya Çin emperyalizminin zulmüne maruz kalanların diline, dinine, mezhebine, kavmine, coğrafyasına bakılır mı? Ya İran’ın zulmüne maruz kalanların gökleri sarsan feryad ve figanlarına, sel gibi boşalan gözyaşlarına dair iki cümle kurabilir misiniz? Bay müsamereci; İran ordularının katlettiği kadın ve çocukların acılarını, yakıp yıktığı şehirlerin derin hüznünü siz “katil Amerika” türküsüyle bastırabileceğinizi mi sanıyorsunuz?

Bir gün olsun çirkince tiyatro oynamaktan, zalimlerin hesabına müsamere yapmaktan vaz geçin. Kimseyi değil sadece ve sadece kendiniz aldatıyorsunuz çünkü. Aldanmakta ısrar ederseniz diyeceğimiz bir şey olamaz. Ancak aldatmakta ısrar ederseniz riyakârlığınızı kamuoyunun bilgisi ve takdirine sabırla arz edeceğiz.

Salih Tuna’nın Söz Konusu Yazıları:


Başkan Erdoğan’ı da dinlemez bunlar / SALİH TUNA

ABD Dışişleri Bakanı Pompeo geçen gün Stanford Üniversitesi'nde yaptığı konuşmada Kasım Süleymani cinayetinin, Rusya ve Çin gibi ülkeleri muhtemel saldırılardan caydırmak için yapılan geniş kapsamlı stratejinin bir parçası olduğunu söyledi.
Nerden baksanız korkunç!
"İstediğimiz anda istediğimiz ülkede istediğimiz hedefe suikast düzenleriz" anlamına gelen bir devlet stratejisi olabilir mi?
Haydutluğu veya terörü strateji haline getirmek noktasında, taşeronları DEAŞ'ı mı örnek aldılar, bilmiyorum.
Anlaşılan o ki bir süredir ekonomik alanda uyguladıkları terörü "güvenlik" alanında da uygulayacaklar!
Ekonomik terör dediğim, istedikleri ülkelere ceza (haraç) kesiyor, ambargo koyuyor, zorla silah satıyorlar, ila ahir.
Merhum Garaudy'nin "pazar tektanrıcılığı" tesmiye ettiği serbest piyasa ekonomisine hem tapıyorlar hem de acıkınca helvadan yaptıkları putları yiyen cahiliye Arapları gibi kendi tanrılarını yiyorlar.
Mesela, Huawei'nin Android lisansını iptal etmeleri bunun göstergesidir.

***

Siyonist İsrail, Kasım Süleymani'nin öldürülmesinin önlerini açtığını açık seçik söylüyor.
Gelgelim, bazı muhteremler söz konusu cinayetle ABD'nin İran'ın önünü açtığını iddia ediyorlar.
Bunların ileri sürdüğü gerekçelerin dayandığı mantığı tarihe uygularsak, tüm insanlık tarihi bir "tiyatrodan" ibarettir dememiz işten bile değil.
Haliyle, Kılıçdaroğlu'nun 15 Temmuz'u "tiyatro" tesmiye etme zilletine karşı çıkmamızın da mantığı olmaz.
Bu muhteremler hiç değilse görüşlerini açıklamakla yetiniyorlar...
Öyleleri de var ki kendileri gibi düşünmeyen herkesi linç ediyor, olmadık hakaretlerde bulunuyorlar.
Saadet Partisi Lideri Karamollaoğlu da bunlardan şekvacı.
Diyor ki, Kasım Süleymani'ye şehit dediğim için bana hakaret edenler, Sayın Cumhurbaşkanı da "şehit" dedi, yüreğiniz yetiyorsa aynı şeyi ona da yapın da görelim...
Başkan Erdoğan "şehit" dedi mi demedi mi bilmem.
Lakin, demiş olsaydı bile hepsi olmasa da bunların çoğu ona da saygısızlık yapardı.
Kasım Süleymani'den "Kudüs şehidi" diye bahseden Hamas'ın lideri İsmail Haniye bu tarz yaklaşımlardan vazgeçmezse değiştirilmelidir diyen "İslamcılardan" bahsediyoruz.
Ne ki bunların bir kısmı zıpçıktı bir parti etrafında kümelendi.
Bir kısmı da şimdilik "içerde" kaldı, henüz içerdeki fitne- fesat "hizmetleri" devam ettiği için.

***

İşgale maruz kalan, katledilen, talan edilen, modern köleler haline getirilen insanların etnisite ve mezhep asabiyetiyle enerjilerini tüketmeleri müstevlilerin amacına hizmet etmektir.
ABD ve İsrail'in bölgedeki planlarını hesaba katmadan yapılacak her analiz de eksiktir.
Bugünlerde İran ve Şii nefretiyle malul hale gelen dünkü "İrancıların" literalizmin bataklığına düştükleri 80'li yılların başında İsmet Özel şöyle uyarmıştı: "Tahran Müslümanların Moskova'sı mı?"
İran konusunda bu denli rikkat içinde olan İsmet Özel 2012'de bir televizyon konuşmasında (İran ve Şii - Sünni meselesinden bahisle) şöyle demişti:
"Bu işi Müslüman olmayanların da istifade edebileceği bir şekle sokmaya çalışırsanız, Müslümanlar bundan hiçbir fayda temin edemez..."
Düşürüldüğümüz halden müstevlilerin nasıl istifade ettiğini hâlâ göremiyorsak, gözlerimiz "yerel" asabiyetlerle kör edilmiş demektir.

“Cennet’e giden yol İran’dan geçse oraya gitmem” / Salih Tuna

PKK terör saldırısı ardından "Kürt sorununu" konuşmak neyse, ABD terör saldırısı ardından "İran ve Şia" meselesini konuşmak da odur.
Hülasa, terör saldırısının amacına istemeden de olsa hizmet etmektir.
ABD henüz maktulün kanı kurumadan, "Elinde binlerce Sünni kanı vardı" söylemini boşuna mı tedavüle sürdü sanıyorsunuz?
Kissinger'ın, 11 Eylül 2001 saldırılarının ardından, "Bundan sonra çatışma Müslümanların arasında olmalıdır" şeklinde çizdiği hedef doğrultusunda yıllar yılı yatırım yaptıkları mezhep asabiyetini "kaşıyorlar" işte.
Yoksa katlettiği halkların kavmi veya mezhebi ABD'nin umrunda olmaz.
Sünni kanı zerre umurlarında olsaydı, 70 yıldır Filistinlilerin kanlarını döken Siyonist İsrail'i her daim arkalamazlardı.
Mesele ne ırk ne de mezheptir.
Bakınız, Saddam Hüseyin Arap bir "Sünni"ydi. Sadece Halepçe'de kadın çoluk çocuk 5 bin Kürt kardeşimizi katletmişti.
Lakin, idam edilirken kimi Şiilerin sevinç çığlıkları midemi bulandırmıştı.
Değil mi ki Saddam Irak'ı işgal eden ABD "sayesinde" (ve işgalcilerin nezaretinde) idam edildi, binlerce Şii Müslümanı katlettiğini bilmek bile bu çığlıkları mazur göstermezdi.
Kıymet hükmümüz şudur:
ABD emperyalizminin zulmüne maruz kalanların diline, dinine, mezhebine, kavmine, coğrafyasına bakılmaz.
Onun için Maduro'yu destekledik.
Ve, Bolivarcı Venezuela hükümeti de bunun için İran ve Irak halklarına başsağlığı dileğinde bulundu.
Agâh olalım.
ABD terörü ister bir Hristiyan ister bir Yahudi ister bir dinsizi vursun, sevinç çığlıkları atmak bize yakışmaz.

***

Başkan Erdoğan'ın "Bir ülkenin üst düzey generalini öldürmenin karşılıksız bırakılmayacağı belli" ifadesi bir durum tespiti olduğu kadar yarına yönelik bir nevi ön almak şeklinde okunabilir.
Ne alakası var demeyin, uluslararası hukuku hiçe sayan ABD'den her şey beklenir.
Nihayetinde, 15 Temmuz'da işgal girişiminde bulunan FETÖ elebaşına hala yardım ve yataklık yapan bir ülkeden bahsediyoruz.
Mavi Vatan'ımız için Libya tezkeresi Meclis'ten çıktığında Trump, Cumhurbaşkanımız Erdoğan'ı arayıp, "Yabancı müdahale Libya'daki durumu karmaşık hale getiriyor..." demişti.
Biz de şimdi "Süleymani suikastı Ortadoğu'daki durumu daha karmaşık hale getiriyor" desek yeridir.

***

ABD'nin Halkbank üzerinden (sırf İran'la ticaret yaptığımız için) Türkiye'yi mahkum etmesini isteyen dahili bedhahların bugün ABD karşıtıymış gibi yapmalarına aldırmayalım.
Biz kendimize yakışanı yapalım.
İmdi, Milat gazetesi yazarı Ufuk Coşkun'a kulak vermenin tam vaktidir: "Sevinçten mutluluk gözyaşı döken arkadaşlarımız belli ki Amerika'nın FETÖ eliyle 17-25 Aralık'ta başlattığı büyük operasyonun en temel bahanesini unutmuş. / O gün CIA'yı destekleyenlerin bugün İran'ın yanındaymış gibi görünmeleri bir tıynet bozukluğunun da ötesinde etki ajanlığıdır. Bu kaçık adamlar sizi yanıltmasın..."
Bir de, mümkünse şuncağızı unutmayalım:
FETÖ elebaşı Fetullah, "Ahirette Cennet'e giden yol İran'ın içinden geçse oraya gitmem" derken...
Prof. Esad Coşan Hocamız şöyle diyordu: "Batılılar korkuyor, çekiniyor, istemiyor, sevmiyor diye niçin İran'ı dışlayalım, defterden silelim? (...) Batı'nın çirkin iftiralarına aldanmayalım, iğrenç politikalarına kanmayalım, onlar bizi birbirimize düşürüp kırdırmak; sonra da bakıp gülmek, alay etmek, kendi sömürüsünü devam ettirmek istiyor..."


Mansur Yavaş mı İmamoğlu mu yoksa İran mı? / Salih Tuna

Size bir şey söyleyeyim mi; serlevhamızdaki saçmalığın, alakasızlığın ben de farkındayım.
Size bir şey daha söyleyeyim, bunun bir nedeni var.
Bir önceki yazımda Davutoğlu mu Babacan mı yoksa Karamollaoğlu mu diyerek kendi aralarında mukayese yapmıştım. (AK Parti'yi elbette dışarda tutmuştum.)
Bugünkü yazı yolculuğumuzda da Mansur Yavaş ile Ekrem İmamoğlu'nu mukayese edeceğim.
Hatta bir miktar da Melih Gökçek'i üzeceğim. Zira, Yavaş'ı İmamoğlu'na tercih edeceğim.
"İstanbul'da mukimsin de ondan, davulun sesi uzaktan hoş gelir" falan demeyin.
İcraat meselesi hiç değil.
İsterse Ankara'da kar yolları kessin, Mansur Bey de bir avuç tuz atmasın. İsterse, "kar taneleri beni alkışlıyor" desin, fark etmez.
Sinan Aygün'ün (malum 25 milyon pazarlığında) "Bavulla mı?" sorusuna, "Evet, bavul masraflarını meblağdan düşeriz" diye haber gönderseydi de "tercihim" değişmezdi.
Çünkü İmamoğlu'na nazaran Mansur Bey bana daha sahici geliyor. Yani, hatasıyla sevabıyla yurdum insanı.
İmamoğlu'nun (soyadı dahil) sahici hiçbir yanı yok.
"Turgut Özal'ı getirin Türkçeye çevireyim" diyen Cemal Süreya İmamoğlu'nu görseydi, kuvvetle muhtemel, "Türkçeye tercüme edilemez" derdi.
Nihayetinde, "biz bilim adamlarına boyun eğeriz" dediği bilim adamı bir süre sonra telefonla katıldığı televizyon programında, "Kanal İstanbul depremi tetiklemez" dedi diye, "Onu neden programa bağladınız, ben 16 milyonun başkanıyım" şeklinde çıngar çıkartmaya çalışan bir insan evladından bahsediyoruz.
Bütün bunların İran'la alakası mı?
İran'la Türkiye arasında nedensiz ve alakasız biçimde "mukayese" yapanlara heves ettim, diyeyim.
Türkiye'ye aidiyet duymayan, İran'ı övüp Türkiye'yi aşağılamayı marifet sanan, Sisi darbesini bile alkışlayacak derecede tozutan birkaç şaşkına mı cevap veriyorlar, bilmiyorum.
Lakin, ne kadar haklı olurlarsa olsunlar, ABD'nin malum terör saldırısı buna vesile olmamalıydı.
Söz konusu vesilenin nasıl değerlendirilmesi gerektiğini Bahçeli çok güzel ortaya koymuştur: "Üst düzey bir askeri 'Bana göre suçludur' diye hedef almak barbarlığın ta kendisidir. ABD Başkanı Trump suçlu arıyorsa mesela Pensilvanya'ya bakmalıdır..."
ABD'nin mahut saldırı öncesinde sadece İsrail Başbakanı Netanyahu'ya haber vermesi de Siyonistler bayram yaparken Filistinlilerin neden ağladığını açıklamaya yeter.
ABD emperyalizminin saldırganlığını konuşmak yerine tüm dünya birlik olup "çocukların elinden kibrit alır gibi" İran'ın nükleer enerji sahibi olmasına engel olsun, demek tek kelimeyle zillettir.
Hatta 6. Filo'ya selam durmaktan daha korkunç bir zillettir. Psikolojik harbe gönüllü asker yazılmaktır.
Hiroşima ve Nagazaki'ye atom bombası attıkları için olsa gerek ABD'nin bile aklına böyle bir çağrı yapmak gelmemiştir.
Belki de 1988'de 274 yolculu İran'a ait sivil uçağı taammüden vurduklarını unutmamışlardır. Veya Türk savaş gemisi Muavenet'i "sehven" vurduklarını hatırlamışlardır.
ABD'den Ukrayna'ya kadar birçok ülkenin sehven yolcu uçağı düşürdüğünü herkes biliyor.
Nükleer kaza derseniz, Japonya'dan Rusya'ya kadar saymakla bitmez.
Bu arkadaşın "beceriksizlik" üzerinden bugün utanç verici şekilde dillendirdiği şey, İslamofobiyle malul müstevlilerin tüm Müslümanlar hakkında (elbette Türkiye hariç değil) ağızlarında sakladıkları bakladan ibarettir.

Yorum Analiz Haberleri

Laiklerin maneviyat arayışı
Fitneden daha kötüsü fitneye meftun olmaktır
Diyarbakırlı Ziya Gökalp’e kulak verilseydi..
“Süreç ve Esenyurt aynı sayfada değil”
Zulme sessiz kalmak en kötüsü...