Niyetim, Türk milliyetçiliğinin 'Turan ideali'ni tarih süzgecinden geçirip bugünün dünyasındaki karşılığını yorumlamaktı. Araya bir nezaket sorunu girdi. Türk milliyetçiliğinin zarafeti konusunda, kısaca üslup üzerine bir iki söz söylemem ve son yazdığım 'resmî dil' yazısına dönmem gerekti.
Malûm, kalem kılıcı keser. Ama derdim, omuz üstünde baş bırakmayıp orta yere kellelerden bir tepe yığmak değil. Türkiye'nin ve Türk milliyetçiliğinin tefekkür ve ufuk problemi var. Kalem kesip biçmemeli, bu vasî ufka bir köprü olmalı; gerekirse tefekkür ateşine can veren bir tahta parçası gibi yanıp tükenmeli. Gündelik siyasî hesaplar ve çekişmeler bizi daracık bir alana hapsediyor. Ama hepsinin önünde ancak nezaket ve zarafetle aşılacak iletişimsizlik engelleri var. Asil bir milletin müdafaasına soyunanların zarafet sahibi olması gerekmez mi?
Liberalinden muhafazakârına hatta sosyalistine kadar herkes milliyetçi. Milliyetçiliği önüne bir sıfat koymadan kullanabilecek tek parti MHP. MHP, Türk milliyetçiliğinin doktriner halini temsil ediyor. Genel Başkanı Devlet Bahçeli ise zarafetiyle, nezaketiyle şöhret bulmuş bir lider. Yakın dönemde Türk milliyetçiliği ergenlik savrulmalarını, onun bu zarif ve titiz kişiliği ile aştı, derlendi toparlandı. Ama zarafet her şart altında korunması ve sürdürülmesi gereken bir meziyet.
MHP Genel Başkan Yardımcısı Semih Yalçın, doğrudan isim vererek bana hakaret içeren yazılı bir beyanat vermiş. Metin, MHP'nin web sitesinde duruyor. MHP'nin parti disiplini anlayışı içinde bu metnin Genel Başkan'ın talimatı dışında hazırlanması veya onun onayı olmadan yayımlanması pek mümkün değil. Şayet mümkünse, Bahçeli'nin partisinin genel başkan yardımcısını ikaz etmesini ve özür dilemeye icbar etmesini beklemem gerekiyor. Özür gelmezse? Elimde fikirlerimin hukukunu savunabilmek için sadece kalem var.
Son yazımda, 'resmî dil' tartışması üzerinden PKK'nın yayın organı Özgür Gündem ile MHP'ye yakın Orta Doğu ve Yeni Çağ gazetelerinin yazarlarının Türkçesini mukayese etmiştim. Bu vesile ile Ahmet Bican Ercilasun hocayı hariç tutmalıyım. Anadili Kürtçe olan yazarlar, son zamanlarda Türkçeye çok ciddi katkılarda bulundular. Fiil köklerinden üretilen çok sayıda isim, akademik araştırmaya konu bile edilebilir. Yeni Çağ'da bana kişiselleştirilmiş bir cevap veren çok sevgili Özcan Yeniçeri'nin 'senin adın bile Türkçe değil' dokundurması haklı bir itiraz. Ama neyleyim ki, milliyetimizi seçemediğimiz gibi ismimizi de kendimiz seçemiyoruz. Allah uzun ömürler versin, bana bu ismi veren babam hâlâ hayatta.
Ben Türkçenin ve Türklüğün yaşatılmasından, geliştirilmesinden bahsediyorum. Herkesin ayakları yere değsin. Bazı şeyler ancak tersine çevrilince düzgün görünüyor.
Farz edelim ki, televizyonda bir canlı yayında Devlet Bahçeli ile BDP lideri Selahattin Demirtaş tartışıyor. Yanınızda sekiz yaşınızdaki çocuğunuzla seyrediyorsunuz. Çocuğunuza hangisinin Türkçesini örnek olarak gösterirdiniz? Başkasına değil, MHP'lilere soruyorum. Kimin Türkçesini, resmî dilimizin hükümranlığını sürdürebilmesi adına tercih ederdiniz?
Kıssadan çıkartılacak hisse şuydu: Resmî dilimiz olan Türkçenin gerçek gücü ve güzelliğinin Kürtçe eğitimin yasaklanması ile bir alâkası yok. Dile hâkim olmayanların, Türkçenin inceliklerine vâkıf olmayanların Kürtçe eğitime karşı çıkmalarının da hiçbir anlamı yok.
Türkçe, potansiyelini gerçekleştirmiş ve zirvelerde dolaşmış bir medeniyetin dili. Çevresindeki her şeye korkuyla bakan, bölünürüz diye farklı dilleri şeytan gibi taşlayanların kuru ve dar dünyası, Türkçeyi de ancak kullanabildikleri düzeye hapsediyor. Resmî dil işte o zaman mahvolur. Neden Türkçenin karşı konulmaz gücüne güvenmiyorsunuz?
Yahya Kemâl'in, Tanpınar'ın, Orhan Pamuk'un güzel Türkçesi, ana dili Türkçe olmayanların da katkısı ile bu mükemmel kıvamı buldu. Kürt yazarlar el'an katkıda bulunmaya devam ediyorlar. Peki biz neden onların dillerini kanun ve polis engeli olmadan geliştirmelerine fırsat ve imkân tanımıyoruz?
ZAMAN