Tek tek insanların küçük çevrelerindeki küçük detaylar, ayrıntılar birer bütünün yansımalarıdır, Sosyolojide “Fenomonolojik Analiz” denilen şey bu. Hayat da bu detayların birer tecrübe ile toplanması ile oluşur ve çevremizdeki diğer insanların tecrübelerini toplar, tümevarım ile genel çevre hakkında ipuçları toplarız, bazı yargılara varırız. İşte öyle bir çıkarım, öyle bir izlenim yazacaklarım.
Birazda yaşananların detaylarına gizlenmiş tarihe düşülen notlar gibi bir şey, kendi çapımızda.
Genelleme de yapmayalım, başka bazı yerlerde bunun kadar karamsar olmayan, çok daha iyi gelişmeler olduğunu da biliyoruz, burası biraz farklı bir yer, küçük ve önemsiz bir yer. Sadece bir fenomen olarak, küçük bir örneklem olarak ele alıyorum.
28 Şubat’ın hemen öncesi:
Elimde son taslak, tez Hocamın sekreterinin karşısındayım. Sekreter hanım telaşlı, elinde oldukça iş var anlaşılan, kafasını kaldırmadan konuşuyor.
“….. Hoca şimdi toplantıda sizinle şimdi görüşemez.”
“Beklerim, acelem yok” diyor ve kenardaki koltuğa yerleşiyorum.
“….. Hoca burada kimsenin durmasını istemiyor bu gün.!”
Koridora çıkıyorum, biraz ileride Hocanın kapısını da görecek şekilde öğrenci panolarına bakıyorum. Biraz sonra odadan beş adet ağır akademisyen çıkıyor ve üç adet de en az onlar kadar kelli felli zat. Birisi tanıdık geliyor, hafızamı biraz yoklayınca, tamam; (daha sonraları 28 Şubat’ın önemli merkezlerinden birisi olacak yerden) okula Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarihi derslerine gelen bir albay.
Fazla değil bir kaç ay sonra 28 Şubat sonrası kalan ikisinin de, aynı yerde, aynı konumda kişiler olduğunu fark edeceğim. Ve birkaç hafta sonrada beş adet ağır akademisyenin her birini, bir birim’in başında göreceğiz.
Sıkı baskı, sürgün ve birçok arkadaşın birer birer kurumdan ayrılmalarını izlerken bir detay daha dikkatimi çekiyor; (daha sonra 15 Temmuz’un kilit yapısı olan) cemaatten olan akademisyenler yerlerinde sıkı sıkı duruyorlar. Hatta bazıları komşu bazı kuruma geçiyorlar, kilit yerlere, terfilerini de ellerine alarak. İlave bir detay daha; komşu kurum daha sonra paralel yapılanmanın kalesine dönüşecek.
Oysa bizzat tanıdığım birçok subay’ın ordu’dan aynı yapılanma çerçevesinde ilişiğinin kesildiğini de görüyorduk. Hemen yanı başımızdaki cemaat’in özel bir okulu, (15 Temmuz sonrasında kapatılan bir okulu) güçlenerek varlığını sürdürürken, başka bazı özel okullara ve dahi imam hatiplere yapılanları da izledik zamanlar.
İzlediklerimizden kusurlu ya da noksan kendi çapımızda izlenim yavaş yavaş oluştu: 28Şubat despotizmi, kendi içerisinde izin vermediği paralel yapılanmaya diğer kurumlarda alan açıyor, kullanıyordu. Belki de karşılıklıydı bu kullanma. Hatta daha ironik bir yaklaşımla Biyolojide “Mutualizm/Simbiyoz”, farklı türlerden iki canlının karşılıklı yardımlaşması her iki tarafa da yarar sağlamasına dayalı olan bir ortak yaşam biçimi. “Parazitik Simbiyoz” var bir de, parazit canlının diğer/konak canlıyı yavaş yavaş yok ettiği ortak yaşam biçimi.
Süreç malum.
15 Temmuz’un Hemen Öncesi:
İdari görev almama yeminimi üzerine çok varılıp haksızlık yapıldığını sandığım bir arkadaşımıza karşı yüzümüz olsun diye bozduğum kısa bir dönem. Bulunduğum küçük ve önemsiz kurumun güvenliği bana bağlı.
Kamu kurumlarına saldırılar olduğu bir ara güvenlik şefine;
“Kuruma çalışanların haricinde kimsenin araçla girmemesin.” diyorum.
Şef, “Ama falanca hocamıza, her hafta komutanlar, mülki amirler geliyor, onları nasıl almayız” diyor.
Evet evet! fark etmediğimiz küçük ayrıntı; “gelenler kelli felli sivil giyimli zatlar.”
15 Temmuz’a kalmadan mizacıma uymayan idari işi bırakıyorum. Sebep öncekine benzer bir şey; standardı olmayan, işlerin kulislerle, dedikodularla, güç ilişkileri ve simbiyotik yaşam biçimleri ile yürüyen yerler bana göre değil. Zaten bunu sert ve avami bir dille yazdığımdan, küçük ve sıradan kişilerin mevki, makam ve üç-beş kuruş hırsları için için kenara çekilmek istenen birisi olarak, gönüllü çekiliyorum.
15 Temmuz sonrası. Kesilen ziyaretlere rağmen, 28 Şubat’tan farklı sonuca ulaşmamış olmamış bir hareketin kelli felli kişilerin yerlerini koruduğu detayı da gözlerimizden kaçmıyor. Kelli felli zatlar bu sefer daha ilginç; doğrudan cemaat üyesi değil ama cemaat ile ilişkili 3-4 kadar yapı.
Etkili birisi, özneleri anmadan durumu söylüyor, arada soruyorum. “Siyasetin kendi kuralları var” diyor. “Karşımızda geniş bir ilişkiler yumağı var. Cepheyi geniş tutmamak için ikincil yapıların üzerine varılmaz. Zaten onlar bayrakları indirmiş durumda, anlayacağın her kim güçlü ise onunla çalışan tipler. Elindeki sermaye neyse onu kullanacaksın, yoksa yalnız kalırsın. İstersen buna gerçekçilik de, itersen reel siyaset, istersen de kirli siyaset de. Siyaset, güvenmeyeceğin kişilerle bile çalışabilmektir.”
Aklımdan “Parazitik Simbiyoz” geçiyor, Yunan mitolojisinin Panteonunda birbirleri ile kavga eden Tanrımsı yaratıklar. Kendi Mele’yi Ala’sında tartışan eşrafın önde gelenleri.
Sora “Nasılsanız öyle yönetilirsiniz” düsturunun (tersinden değil) yukarıdan aşağı okunuşunu düşünüyorum. Yönetenlerin her birinin karakteri alt kademelere kadar yansıyor.
Ve Islah olmamış bir toplumun Mele ve mütrefinleri içerisinde Belkıs’ların, Ebu Talip’lerin, Necaşilerin ve hatta çok daha doğru dürüst kişilerin bir şeyler yapabilmek için çırpınmaları.
“Yolunuz açık olsun” diyelim çırpınanlara. İronik eleştiri değil, harbiden,” Yolunuz açık olsun”
Biz avamdan (!) kişiler gözümüzü topluma diktik, içinde olduğumuz mahalle aralarına, öğrencilerimize ve biz öğrenci iken, kurumdaki yolu süpüren adama, kapının önündeki esnafın biraz büyüyünceye kadar sıradan haline.