Kronolojik Vak’a

MURAT AYDOĞDU

“Bu yeryüzünün başlangıcını düşün” dedi, “Dünyanın kapıları henüz kurulmamış, hiç rüzgâr yok ve esmiyor, hiç gök gürlemiyor, hiç şimşek çakmıyor. Cennetin temelleri henüz atılmamış, ne de onun görülecek hoş çiçekleri var! Ne yıldızları hareket ettiren güçler yerleştirilmiş, ne de sayısız melekler ordusu toplanmış.

Ne havanın uçsuz bucaksız alanı kurulmuş, ne de göğün katmanlarının adları belirlenmiş. Siyon henüz Tanrının ayağını koyacağı basamak olarak seçilmemiş.

Bugünkü çağ henüz planlanmamış, günahkârların düzenleri henüz yasa dışı kabul edilmemiş. Sadakat hazinesinde biriktirilenlerin üzerine Tanrı'nın mührü de basılmamış.”

Düşündüm: “Bütün evren tamamen benim, yalnızca benim yüzümden yaratıldı. Aynı şekilde, tamamen benim, yalnızca benim yüzümden de son bulacak.”

Meleğe sordum: "Çağları bölen süreleri anlat bana. Ne zaman ilk çağ biter ve sonraki başlar?"

“Bir insanın başlangıcı elinde, sonu ise topuğundadır. Topuk ve el arasında herhangi bir ara süre arama Ezra… Ayaklarını yükselt” diye yanıtladı,

“Yüksek sesle çınlayan bir ses işiteceksin.

O konuşmaya başladığında, eğer durduğun yeri titretir ve sarsarsa korkma. O sonu anlatır ve yeryüzünün temelleri anlayacak ki, o kendilerinden söz ediyor.  Onlar titreyip sarsılacaklar, çünkü biliyorlar ki, sonunda mutlaka şekillerini değiştirecekler.”

Era 6/1-7, 10, 13-16

Antik Yunan Mitolojisinde Zeus’un babası Kronos Zaman’ı temsil eder. Buradan türeme kronoloji tarihlenmiş olayları anlatır.

“Zaman’a (Dehr) sövmeyin, zira zaman Allah’tır” şeklinde bir hadis rivayet edilir.  Sızma bir rivayet değilse, teşbihi bir anlatımdır diyerek; “Zaman’ı takdir eden Allah’tır” diyerek tevil etmemiz gerek. Zira teşbihi anlatımlarda Tevhidi olan tavır; Rabbi tenzih için tevil esastır. Tevili hükme icra ederek hükümleri örseleyen revizyonistlere karşı uyararak devam edelim.

“Münafıkların kışkırtıcılığı zelil olacaktır. Daha önce gelip geçenler için Sünnetullah’ı budur; ve sen Sünnetullah’ta değişiklik bulamazsın!”

33 Ahzab 60-62

İnsan’ın sünneti, zamana, coğrafya’ya ve toplulukların farklı kültürlerine göre değişir. İnsan bu değişken faktörleri göz önüne alarak Fıkh eder ve her ümmet kendi sünnetini oluşturur. Ama bu fıkhını mutlaklaştırırsa, Sünnetullah’ın yerine koyarsa, o zaman Kronos denen İlah/put onun mabudu olur.

Kendilerine yol haritaları çizip, planladıkları kronolojilere, metodolojik süreçlere değişmezmiş gibi bağlanan mekanik zihinlerden söz ediyoruz. İlahi kader bazen, insanı alır planladığından bambaşka bir ortama, belki başa belki de merdivenin ileriki basamaklarına atar. Kronolojik Vakalar’ın kronik tepkisi, muhafazakâr bir korunma duygusu ile davranmaktır.

“Ama böyle olmaması gerekiyordu!”

Kronik Vakalar’ın, kendi metodolojilerini ilahlaştırmanın toplumsal yansıması da, Ahzab suresinde söz edilen Nifak Yayıcılığı değil mi?

“Ey mutlak egemenlik sahibi Allah’ım!

Sen egemenliği dilediğine verirsin, dilediğinden alırsın; dilediğini yüceltirsin, dilediğini alçaltırsın. Bütün iyilikler Senin elindedir. Doğrusu, Sen istediğini yapmaya kadirsin.

Sen gündüzü kısaltarak geceyi uzatır ve geceyi kısaltarak gündüzü uzatırsın. Ölüden diri ve diriden ölü çıkarırsın. Ve dilediğine her türlü hesabın üstünde rızık bağışlarsın.”

“Müminler, müminleri bırakıp hakikati inkâra şartlanmış olanları dost edinmesinler, ancak korumanız hariç.”

3 Al-i İmran 26-28

Yıl 1979, sanırım Eylül ayı, zira okullar açılmak üzereydi.

Artvin’den İstanbul’a gelmiş ve büyük şehrin hengâmesinde biraz ürkek, biraz da şaşkın Trafik keşmekeşinde Otobüse biniyorum.

O zamanlar otobüslere arkadan binerdik ve biletçi hesabı hemen kapı önünde keserdi. Biletçi takım elbiseli, kollarında tozluklar sinekkaydı traşı ile “küçük dağları ben yarattım” edası ile şimdiki memurlardan bir hayli farklı.

Biletçi “Günaydın” diyerek binen ve benim yadırgadığım bir kokana’ya “Günaydın bayan” diyerek karşılık veriyor.

Kadın’ın tepkisi sert; “Bana nasıl    bayan dersin, bayan hafif bir kelime, hanım efendi demen gerek”

Biletçi altta kalmıyor “Bayan, modern ve çağdaş Türkiye’de Hanım, Efendi gibi kelimeler yasaktır!”

Modern ve Çağdaş kelimelerinin büyüleyiciliği ve arka planındaki tehdit’i algılayan kadın, uzatmadan geçiştiriyor.

Biraz sonra önümde oturan genç ayaklarını ön koltuğun kenarına koyuyor. Biletçi hışımla “Delikanlı! Ayaklarını topla, yasak” diyor.

Gencin dik kafalılığı üzerine “Bu devletin otobüsü, ben burada devleti temsil ediyorum, yasak dedikse yasak” Büyüleyici sözler ve arkasındaki tehdidin ağır kokusu otobüsü hizaya sokuyor.

2012 Yine İstanbul, aylardan yine Eylül, yine belediye otobüsüne biniyorum.

Rahat bir gömlek giymiş, yakası açık şoföre “Selamun aleyküm” diyorum. Uzun bir “Aleyküm selam” sözüne yüzündeki gülümseme eşlik ediyor.

Önümüz sıra giden minibüs dikkatimi ekiyor. Minibüs şoförü takım elbiseli, briyantinli saçları ile “Yan yolları ben yarattım” edası ile Otobüs şoföründen oldukça farklı. Minibüs şoförü yolcu kesen ağır aksak, sık sık bekleyen tavırları ile refüjle bölünmüş tek şeritlik yolda, arkasında uzun bir kuyruk oluşturuyor.

Biraz sonra yan yoldan gelen başka bir minibüs’e yol vermemek için hızlanan minibüs, ışık tanımaz, kaldırımla yolu birbirine karıştıran bir güzergâhta ralli’ye başlıyor.

Köşeyi dönerken arka çamurluktaki yazıyı fark ediyorum; “Yolların Fatih’i”

Fatih, açan anlamında ve içimden geçiriyorum “Yolların Haramisi” olmalıydı.

80’li yıllar, Üniversite yaşantımız.

Anadolu’nun bir kasabasından gelme arkadaşımı, eve yemeğe davet ediyorum. Sık sık arkadaşımın kaldığı yurtta yediğimiz zeytin ekmekli yemekleri daha çok sevsem de “Ev yemeği, arkadaşım için özlediği bir şey olmalı” diye düşünüyorum. O yıllar televizyonlu, koltuk takımlı bir ev varlıklı sayılırdı. Eve girerken annemin verdiği terlikleri acemice ayağına geçiren arkadaş köşeye büzülerek oturuyor.

Yemekten sonra babamın konserve kutusu arabası ile yurda bırakmak için yola çıktığımızda tepkisi ilginç “Arabanız da mı var!?”

Yıl 2012, Aynı arkadaşım İETT’de bir Müdürlük almış, beni yemeğe davet ediyor.

Son model arabası ile beni aldığında, arabaya biraz büzüşür gibi oturuyorum. Villa tipi bir eve girdiğimizde, ayağıma uzatılan terlik hafızamı tazeliyor.

İronik takılıyorum; “Yılların kronolojisi ilginç, İETT şoförleri bir hayli değişmiş eskiye nazaran farklı. Ama Müdürlük Mevkii değişmese de Müdür olanlar biraz değişmiş gibi!”

2012, Adapazarı. Taşra dedikleri yer, İstanbul’un kenar mahalleleri yanında daha iyice.

İstanbul’un elit olmayan esnafından daha hallice esnaf arkadaşlar var. Bir tanesinin dükkânında ziyaretteyim. Duvarda kutsal bir portre(!) ve bir bayrak.

Memurluğa başladığımda, arkadaşım bana sitem etmişti “Portreli bayraklı bürolarda mı oturacaksın?” diye. Şimdi odamda portre ve bayraklar dolu. Aliya’dan Malkolm x’e portreler, Çeçenya’dan Filistin’e bayraklar. Aklıma otobüs ve Minibüs şoförleri geliyor.

Ah piyasa! Sen kronoloji’nin neresindesin?

Yıl 2008 Adapazarı, meydanda rutin Başörtüsü Eylemindeyiz. 

Yoldan geçen eski mücahit yeni müteahhit bir tip takılıyor. “Ne yapıyorsunuz? Ortalığı karıştırmayın biz tereyağından kıl çeker gibi halledeceğiz oysa!”

Yıl 2012 meydandaki minibüs şoförü(!) eylemde; “Ne yapıyorsunuz? Büyük resim’e bakın, ortalığı karıştırmayın, Şer Ekseni, …” falan bir şeyler geveliyor.

Bir an arkada bir portre olmalıydı Namaz kılan Beşar portresi falan gibi diye düşünüyorum.

Ah kronoloji! Rüzgâr almış Minibüs Şoförü’nü, tanklar ve uçaklarla bombalanan, yetimlerin haykırdığı şehirlere atmış…

Piyasa şoförü;

Zaman’a mı sövüyorsun?

Kronos’a mı tapıyorsun?