Kemal Öztürk’ün konuyla ilgili bugünkü Yeni Şafak’ta (19 Eylül 2017) yayınlanan “Krizleri Anlama ve Çözme Sorunu” başlıklı yazısı şöyle:
Çok değil bundan üç-dört yıl önce “son dakika” dediğimiz acil kodlu haber yayını ender olurdu. Krizimiz ve büyük sorunlarımız azdı çünkü.
Şimdi neredeyse saat başı telefonumuza “son dakika” alarmı düşüyor. Hepsinde hop oturup hop kalkıyoruz.
İki sebebi var bu durumun:
Birincisi, dünyanın ve ülkenin uğraştığı krizler, sorunlar çok arttı. Gerçekten de insanı alarma geçirecek gelişmeler yaşıyoruz.
İkincisi, “son dakika” uyarısının suyunu çıkardılar. Her şey ve her gelişme acil koduyla yayınlanıyor ki, tam rezalet. Bu yüzden alıştık, sadece hop oturuyoruz.
Şimdi son on günde yaşadığımız krizlere bakalım:
K. Irak referandumu.
İdlip’e operasyon.
Afrin’e operasyon.
Suriye’de çatışmasızlık alanları için Astana görüşmeleri.
Almanya ile kriz.
TEOG’un kaldırılması.
Tüm bu konular hepimizin gündeminde. Bu yüzden de her saat başında bir son dakika düşüyor.
Peki bu kriz konularını nasıl okuyoruz? Nasıl analiz ediyoruz ve çözümlüyoruz? Sonunda sağlıklı bir çözüme kavuşuyor muyuz? En azından anlıyor muyuz?
Benim gördüğüm krizi anlama ve çözümlemede sorunlarımız var. Kriz türleri ve dereceleri farklı farklı olsa da, sorunu çözümleme konusunda yaşanan problemler ortak.
Benim tespit ettiğim ortak nedenler şunlar:
DOST-DÜŞMAN TANIMLAMASINDAKİ SORUN
Eğer uluslararası siyaseti, global kurallara göre oynayacaksak (ki oynamak zorundayız, aksi duruma gücümüz yetmiyor), o zaman en başta dost ve düşman tanımlarını yeniden yapmalıyız. Ne dostluklar, ne de düşmanlıklar bakidir. Bugün dost olduğunla yarın düşman olabilirsin ya da tam tersi. Hatta aynı anda hem dost, hem düşman da olabilirsin.
O zaman buna göre davranmak, buna göre konuşmak, buna göre strateji belirlemek lazım. Aslında dostluk değil, müttefiklik vardır. Düşmanlık değil, çıkar çatışması olur. Böyle tanımlamak zorundayız.
DUYGUSAL TEPKİLER
Rusya ile bozuştuğumuzda, eteğimizdeki tüm taşları döküp, ne kadar düşman olduklarını dünya âleme anlatmak da, barıştığımızda ‘Putin Reis çok yaşa’ demek de aynı derece yanlıştı. Amerika, Almanya, Hollanda, K. Irak, Suriye, İran, İsrail, Suudi Arabistan ile yaşanan krizler de aynı sorun ortaya çıktı.
Duygusal tepkiler, duygusal demeçler, duygusal kararlar en büyük problemimiz oldu. Söylediklerimizin tersini yapmak zorunda kaldığımızda, önümüze düşen haber kupürlerinin tamamı duygusal tepkilerden oluşan demeçlerdi.
POPÜLİZM, HAMASET, SLOGAN
Duygusal tepkilerimizi, hamaset dolu, sloganlarla süslenmiş ve popülizme kaymış bir dil ile ifade ediyoruz. Gazetelerin manşetleri, yazarların köşeleri, siyasilerin demeçleri ve liderlerin tutumu hep aynı yere çıkarıyor bizi.
Sosyal medyada ‘TT’ olunca bu söylemin iyi olduğunu zannediyoruz ama devletler arası ilişkilere en büyük zararı bu ani, hamasi ve popülist söylemler veriyor. Çevrenin baskısıyla ve yönlendirmesiyle krizleri çözmek mümkün değil. Sevmenin ve nefret etmenin bile bir ayarı vardır diplomaside.
POLİTİKASIZLIK
Bir krizi aşmak için ilk yapılacak şey, bir çözüm politikası üretmektir hemen. İşin uzmanı, ehli, bilir kişisinin içinde olduğu, bir ekibin ürettiği bu politika devletin ve ülkenin resmi politikası olur. Devletin kurumları da bu politikayı bilir ve onu takip eder.
Bizim son dönem yaşadığımız krizlerde global bir politikamızın olduğu kanaatinde değilim. Her kurum, çoğu kez kendi kafasına göre davrandı, büyük bir koordinasyon sorunu yaşandı. Herkes de topu Cumhurbaşkanlığına atıp, beklemeyi tercih etti. Krizler bu yüzden çözülemedi.
Son örnek, eğitim politikasının olmamasının neden olduğu krizdir. Sınavları kaldıralım da yerine ne koyacağız? Bunu bilmiyoruz henüz. Çünkü önceden politika belirlenmedi.
İLETİŞİM SORUNLARI
Neden her konuda demeç vermek, her konuda bir açıklama yapmak zorunda hissediyor insanlar kendilerini? Dünyada en az konuşan ama en çok iş yapan ülke, İngiltere ve İsrail’dir. Her konuda başrol oynuyorlar ama gören, duyan yok.
İş yapmak için konuşmak, yapacağın hamleyi belli etmek, kendini bağlamak demektir. Biz alakamız olmayan konularda bile demeç verip, kendimizi ortaya atmaya çok hevesliyiz nedense. Sonunda krizleri çözsek yine dert değil. O da olmuyor. ‘Ciddi bir iletişim sorunu var’ demekten artık herkes yoruldu.
Bu saydıklarım sadece hükümetin değil, hepimizin sorunu sanırım. Sorunları akıl, bilgi, veri ile analiz etmek yerine; duygu, hamaset, zihinsel bagajla ile değerlendirip, hemen tepki vermeyi tercih ediyoruz. O zaman da böyle sorunlar dağ gibi birikiyor.