Krizden kimler nemalanmak istiyor?

Ali Bulaç

Merkez üssü Amerika'da patlak veren kriz küresel düzeyde etkisini göstermeye devam ediyor. Türkiye'yi bir şekilde etkilemesi bekleniyor.

Ama henüz tam olarak piyasaları vurmuş sayılmaz. Bazıları her taraf tutuşmuş gibi yangın tellallığı yapıyorlar, amaçları krizden nemalanmak. Yanlış adım atılacak olursa reel ekonomi ve bütün toplum zarar görür. Öteden beri devletin serasında nadide çiçek gibi yetişmeye alışmış büyük sermaye krizden kazanç elde etmeye çalışıyor.

Her finans kriz, binnetice reel ekonomiyi etkiliyor. 1994 krizi büyümeyi -5; 2001 krizi -7 etkilemişti. AK Parti'nin iktidara geldiği konjonktürde Türkiye'nin imdadına üç şey yetişti: Dünyanın genelinde likidite fazlası vardı ve bunun etkisinde sermaye Türkiye'ye geldi; iç piyasanın bir miktar aleyhinde olsa da artan ihracat ve elbette IMF'nin eksilmeyen desteği. Hemen belirtmek gerekir ki, ilk faktör bugün için söz konusu değil, IMF destek vermeye hazır, ama bu kimin işine yarayacak, sorusu önemli.

Krizin önemli etkilerinden biri işsizler ordusunu şişirmesidir. İşsizlik yüzde 10'ların üstünde; reel sektörde daralma oldukça işsizlerin sayısında artış olacak. Her krizin tabii olarak siyasi ve toplumsal sonuçları olur, bu sonuçlardan hiçbirinden iktidar kendini kurtaramaz.

1994-2001 krizleri finans sektörünün iç bünyede yaptığı tahribatlar sonucuydu. Şimdiki kriz dışarıdan geliyor, ancak hastalıklı olan reel sektörü vuruyor. Reel sektörün sarsıntı geçirmesi demek halkın da krizden derinlemesine etkilenmesi demek. Bu çereçevede hemen herkesin ortak kanaati şu: Reel sektörün ağır darbe yememesi için gerekli tedbirler alınmalı. Bu doğru, ama ortada bir soru var: Türkiye'de öncelikle desteklenmesi gereken reel sektöre kimler girer? Bir İstanbul merkezli büyük sermaye var, bir de KOBİ'ler. Büyük sermaye, krizi bahane ederek hükümetin bir an önce IMF ile anlaşmasını istiyor. Ortada uçuşan rakamlara göre 25 milyar dolarlık bir para söz konusu. Reel sektörün temsilcileri olarak ortaya çıkan tanıdık çevreler IMF ile anlaşma için baskı yapıyorlar.

Çizdikleri tablo şu: Reel sektörün 120 milyar dolar borcu var. IMF ile anlaşma imzalayın, böylece borcumuzun garantörü olun. İyi de, reel sektör sahiden kimden borçlanmış? Yabancılardan mı, "bıyıklılardan" mı? Bu işten iyi anlayanlara sorarsanız, reel sektörün gerçek yabancılara olan borcu yüzde 20-25 civarında. Başka bir ifadeyle bizim bıyıklı Türkler, kendi paralarını dışarıdan getirip kendilerini borçlandırmışlar, şimdi hükümetin IMF ile anlaşma yapıp devletin kendi paralarına garantör olmasını talep ediyorlar. İstiyorsanız bu talebi onların dilinden şöyle tercüme edelim: "2001 krizinde finans sektörü, bankalar kamu bütçesini 50 milyar dolar söğüşledi, şimdi biz de az biraz (25 milyarlık) söğüşleyelim. Yoksa işyerlerini kapatır, çalışanların işine son veririz." Dedikleri bu!

Burada büyük bir oyun var. Öteden beri ve tamamen ideolojik mülahazalarla AK Parti'ye karşı olan bu çevreler şimdi bir tür şantaja başvuruyorlar. Sanki bu iktidar döneminin en kazançlı çıkanları kendileri değilmiş gibi. Bizzat Başbakan isim isim sayarak kimlerin kendi dönemlerinde 6-7 kat zenginleştiklerini söyledi. Daha ilginci Türkiye'deki yabancılar (mesela Avrupa'nın en büyük halı üreticisi Belçikalı Balta Orient'in Türkiye Genel Müdürü Christopher Vanderbauwhede), "bazı büyük şirketlerin AK Parti hakkında açılan kapatma davasını desteklediklerini, bunun sebebinin de KOBİ'lerin az buçuk korunması olduğunu" belirtmektedir. İsveç'in eski Ankara Büyükelçisi Ann Dismorr da "TÜSİAD'ın birçok üyesinin, gayri resmi görüşmelerde AK Parti'nin kapatılmasına destek verdiklerini" söylemişti. (Bkz. Zaman, 3 Haziran ve 22 Temmuz)

Başbakan R. Tayyip Erdoğan bu baskılara karşı direnmeli ve geçenlerde söylediği gibi "Yangın çıkmamış binaya su sıkılmaz. O zaman sağlam binayı tahrip etmiş olursunuz. Krizden nemalanmak isteyenler için harcayacak beş kuruşumuz yok." sözünün arkasında durmalıdır.

ZAMAN