Yer yerinden oynuyor, ülke en keskin, en belirleyici çatışmalarından birisini yaşıyor…
Bir yanda darbeciler etrafa saçılıyor, paşalar tutuklanıyor, çeteler ortaya dökülüyor… Diğer yanda 27 Nisan muhtırası ve 367 darbesiyle hız kazanan vesayetçi düzen girişimleri kapatma davasıyla doruğa ulaşmış durumda…
Kimileri hâlâ “arada durmak”tan, “tarafsız olmak”tan sözedebiliyorlar…
Farklı meşreplerden gelseler de ortak bir noktaları var:
Kimliklerini, politik tutumlarını, hemen her konudaki tavırlarını AK Parti'ye, daha doğrusu bu siyasi partinin temsil ettiği kesim, değer ve anlayışa karşı durmak üzerinden kuruyorlar.
Hiç bir konuyu, örneğin askeri vesayet halini, darbe risklerini, sivilleşmeyi ya da sivilleşme-demokratikleşme ilişkisini, Ergenekon soruşturmasındaki kimi uygulamaları, tutuklamaları AK Parti'yi düşünmeden ele alamıyorlar.
Bir siyasi partinin, örneğin AK Parti'nin “politikaları”yla “varlığı” arasındaki “farkı”, daha doğrusu “bir partinin politikalarını eleştirmekle varlığını hedeflemek arasındaki farkı” göremiyorlar ya da görmek istemiyorlar…
Böyle olunca Ergenekon davasını siyasi iktidarın muhaliflerini tasfiye etme hamlesi sanıyor ya da böyle olduğundan şüphelenerek hafifsiyorlar.
Kapatma davasını, güvenmedikleri AK Parti söz konusu olduğu için demokratik açıdan önemsemiyorlar...
Ergenekon'u, AK Parti'yi, kapatma davasını ayrı ayrı ele alamayınca ya da bunlar arasındakidaki ilişkilerin farklı katmanlarını göremeyince, asıl meselenin açık toplum istikametinde değişim ile buna gösterilen direnç arasındaki çatışmadan kaynaklandığını farkedemiyorlar.
“Tarafsızlıkları” burada durmuyor…
Bir adım ötede AK Parti'ye işaret ederek, AK Parti'ye güvenmediklerini söyleyerek çeşitli gerekçe ve bahanelerle “siyasi alanı AK Parti üzerinden daraltamaya yönelen otoriter cenah”ı meşrulaştırıyorlar.
Demokrasi ihlalleri ile demokratik halleri ve beklentileri “eşit” ya da “eşit taraf” ilan ederek otoriter mantığı sıradanlaştırıyorlar...
27 Nisan muhtırasında, 367 krizinde, çete suçları ve çete meselesini sulandırma konusunda gazetesini “tarafların tarafı” haline getirmiş Ertuğrul Özkök, Ergenekon'dan temizlik bekleyenlere, kapatılma davasına anti demokratik olduğu için yüksek sesle karşı çıkanlara, lafın suretinin 'akis'i olduğunu unutup “faşist” bile diyebiliyor…
Osman Ulagay, koşulsuz demokrasi yanlılarını “entelektüel birikimlerini yanan bir ampulün çekici gücüne kapılan pervaneler gibi harcayanlar”, kendisi gibileri ise “ilkeli ve akıllı güvercinler” olarak tanımlarken, aslında (Hasan Cemal'ın deyişiyle) “kriz zamanları ortadan toz olan, ne kokan ne bulaşan tatlı su demokratları”nın serencamını resmediyor…
Beteri de var…
Hırsı aklının önüne geçen, kendi kavramsal oyuncaklarını gerçek sananlar da var…
Türkiye'de yaşanan krizin sorumlularını 1. Ergekoncular, 2. AK Parti politikaları, 3. “Demokrat olma ile hükümet yanlısı olmayı birbirine karıştıran, en iyi demokrat benim derken kendinden farklı düşünen demokratları eksiklikle ve Kemalistlikle suçlayanlar…” diye sıralayan Fuat Keyman gibiler var…
Sadece düşüncede sakillik değil, aynı zamanda kötü bir pusu…
Değil mi ki Keyman demokratları suçladığı cümlenin sonuna, feministlerle sert bir tartışma yürüten Etyen Mahçupyan'ı kastederek, “demokrat zihniyetlerinin mutlaklığını korumak adına kadına karşı şiddeti meşrulaştıran aydınlar da toplumsal uzlaşmanın zayıflamasına katkıda bulundular” cümlesini ekleyebilmiş…
Anlamak zor değil…
Bu, o kokmaz bulaşmaz kesimin ruhunu resmetmektedir….
Sık söylüyoruz sorun sadece siyasi değil, aynı zamanda ahlaki…
YENİ ŞAFAK