Kriz döneminde koordinasyon ve sabotaj ayrışması

Kemalistlerin "makbul karşılamadığı" STK'ların çalışmaları neden olması gerektiği kadar gündem olmuyor?

HAKSÖZ HABER

6 Şubat'ta Maraş merkezli iki büyük depremle on şehirde meydana gelen büyük yıkım 35 binden fazla insanın vefatına sebep oldu. Depremin şiddeti kadar aynı anda yüzlerce ilçe, binlerce köyüyle on şehri birden yıkıma uğratması doğal olarak ülkeyi büyük ve ağır bir krizin altına soktu.

Gerek deprem öncesi alınmayan tedbirler gerekse depremin hemen akabinde yaşanan atalet ve dağınıklık özellikle enkaz altındaki yakınlarını kurtarmak üzere harekete geçen depremzedelerin feryad ve eleştirilerinin hedefi oldu. Bununla birlikte seküler Kemalist camia tarafından makbul görülmeyen hatta muzır addedilen "sivil toplum" örgütleri oldukça süratli ve yaygın bir koordinasyonla deprem bölgelerine intikal ettiler. Fakat sadece deprem döneminde değil bir asırdır ideolojik tahakkümleriyle ülke ve toplumu tarassut ve ipotek altında tutmayı marifet ve görev sayan militan Kemalistler sahadaki yardımları itibarsızlaştırmak, İslami cemaatlerin gayret ve organizasyon yeteneklerini görünmez kılmak, enkaz altından sağ çıkarılan bir depremzede için Allah-u Ekber sadalarıyla sergilenen sevinç ve şükür nidalarını "irtica boy gösteriyor" yaftalamalarıyla bastırmak üzere yine "durumdan vazife çıkardılar".

Her türlü riski alarak deprem bölgelerine intikal eden, gece gündüz demeden enkazlarla boğuşan, bütün toplumu infak ve dayanışma seferberliğine teşvik eden İslami kuruluşları itibarsızlaştırmak üzere bazı çevrelerin ne kadar çaba sergilendiğine şahit olduk. Eş zamanlı olarak ulusalcı karakteriyle maruf kimi şarkıcı, tiyatrocu ve sosyal medya fenomenini kahramanlaştırmak ve yegane kurtarıcı rol modeller şeklinde takdim etmek üzere topyekün bir seferberlik ilan edildiğine de şahit olduk. Şarkıcı, tiyatrocu ve sosyal medya fenomenleri deprem bölgelerine bizzat gitmedikleri gibi deprem bölgesinde fiilen bir arama kurtarma faaliyetine katılmamışlar, bir çadır kurup bir kazan çorba bile kaynatıp dağıtmamışlardı.

"Kriz koordinasyon merkezi" adı altında gayet güzel bir mekanda gelen telefon, meil ve mesajları teyid etmeden geniş kamuoyuna ileterek esasen kafaları karıştırıyor hatta yardım çalışmalarını sabote eden bir misyon üstleniyorlardı. Bir idraksizlik ve beceriksizlikten çok daha fazlasına işaret eden rolleriyle krizi yönetmek, çözümü kolaylaştırmak bir tarafa esasen yer yer moralleri göçerten, kaosu büyüten tutumlara şahitlik ediyorduk. Sosyal medyanın ajitasyon ve provokasyona açık zemini, propaganda ve algı yönetimi tekniklerinin sahadaki gelişmeleri bazen perdeleyen bazen çarpıtan söylemleri bir yere kadar elverişli bir pozisyon sağladı sahiplerine. Fakat hakikati algı operasyonlarıyla çiğneyip ezmek, sahaya derinden nüfuz eden iyilik ve hayır çalışmalarını etkisizleştirmek ilelebed mümkün değil elbette.

17 Ağustos Gölcük depremi sürecinde de askeri vesayetin baskısıyla depremzedeler için seferber olan İslami kuruluşları sahadan silip atmak istemişlerdi. 6 Şubat Maraş depremi vesilesiyle tarih tekerrür ediyor. Üzücü olsa da ortada şaşırtıcı bir durum yok.

Kemalist ideoloji ve kadrolar öncelikli olarak ülkeyi kalkındırmak, toplumun refah ve güvenliğini arttırmak için mücadele etmiyorlar. Onların asıl gayeleri hatta varlık sebepleri İslami sembol ve değerleri hayattan silip atmak, İslami cemaat ve gayretlerin giriştiği iyilik ve hayır yarışını sabote etmek çünkü. "Deprem döneminde bile ülke ve toplum karpuz gibi yine ikiye bölündü, kamplaştı!" deyip ağlaşmanın gereği yok. Asli mesele sağlam bir muhasebe yapmak, deprem vesilesiyle sadece inşaat sektörünü değil siyaseti, bürokrasiyi, akademiyi, medya ve sermayeyi ehliyetsiz ve liyakatsiz kadrolardan arındırmak, adalet ve merhametin bütün kademelerde belirleyici kaide olması için külli bir irade ortaya koymaktır.


Hasan Basri Yalçın / Sabah

Sivil toplum

Toplumun büyük çoğunluğunu asla temsil etmeyen sosyal medya provokatörlerini bir kenara bırakacak olursak aslında deprem esnasında büyük ve oldukça başarılı bir insanlık sınavı verdik. Deprem bölgesine millet olarak kilometrelerce uzunlukta yardım TIR'ları gönderdik. Sahaya yüzlerce dernek sürdük. Bu derneklerin çok büyük bir kısmı sadece yardım götürmedi. Arama kurtarma çalışmaları yürütecek kadar hazırlıklıydı. İHH, İnsan Vakfı, Beşir Derneği, Diyanet Vakfı, İDDEF, İsmailağa, Bülbülzade, Sadakataşı, Fetih, AGD, İFAM, TÜGVA, İlim Yayma, Ensar, Deniz Feneri, KADEM, Hayrat Vakfı ve daha yüzlercesi.

Türk toplumu insani yardım işini ne kadar önemsediğini ve başarılı biçimde yapabileceğini gösterdi. Aksaklıklar bu tür kriz dönemlerinde tabii ki olur. Ancak genel olarak sivil toplumun dünyada eşine az rastlanır bir iş yaptığını söyleyebiliriz. Türkiye hep zayıf bir sivil toplum örgütlenmesine sahip olarak tarif edilirdi. Bunun doğru olmadığını gerçekten güçlü bir sivil toplum yapılanmasına sahip olduğumuzu hepimiz gördük.

Süreç esnasında bizi en rahatsız edenlerin başında tabii ki sosyal medya kaynaklı yalan haberler geliyordu. Ve bunların büyük bir kısmı örgütlüydü. Bu şartlar altında bile bence toplum sinirlerine hâkim olmayı, birlik ve beraberlik duygusunu korumayı başardı.

Ancak bir şeyin altını çizmek lazım. Özellikle sosyal medya üzerinden kriz koordinasyonu yaptığı iddiasıyla ortaya saçılanlar sanırım sürece en fazla zarar verenlerdi. Enkaz altında bulunduklarını iddia ettikleri kişilere dair teyit edilmemiş bilgileri sürekli paylaştılar. İçişleri Bakanı bu ihbarların kontrol edildiğini fakat birçoğunun asılsız çıktığını söyledi. Korkunç bir durum. Arama kurtarma ekipleri bu tür yanlış ihbara koşturmak zorunda kaldığında kim bilir kaç gerçek adrese yetişme sorunu yaşadı? Bu tür ihbarların toplumu nasıl terörize ettiğine girmiyorum bile. Bu tür kişi ve grupların defalarca afişe olmasına karşın kendilerini duyarlı vatandaş maskesi altına gizlemeleri ise baştan aşağı tiksindiriciydi.

Şahsım adına bir şeyi çok net bir şekilde öğrendim. En kötü koordinasyon bile çoklu koordinasyondan iyidir. Beğenirsiniz, beğenmezsiniz. Bu işleri koordine etme yetkisi olan kurum, kuruluş ve kişiler var. Onlar sahada sürekli stratejik tercih yapmak zorundadır. Mesela, arama kurtarma ekiplerinin öncelikle hangi şehirlere, hangi mahalle ve hangi sokaklara yönlendirilmesi gerektiğine dair hayati kararlar alınır.

Sadece stratejik değil ahlaki kararlar bile verilir. Mesela en yakındaki beş kişinin kurtarılması mı yoksa daha uzaktaki 100 kişinin öncelenmesi mi gerektiği başlı başlına ahlaki sorumluluklar gerektiren kararlardır. Yardımların yerine ulaşması için kaç TIR'ın hangi bölgeye sevk edilmesi gerektiğine dair öncelikler belirlenir. Yığılmaları engellemek ve depremzedelerin bu yardımlara kolayca erişimini sağlamak gecikse bile ancak sistemli bir koordinasyon sayesinde olabilir.

Sizin sosyal medyada sorumsuzca "Şurada bir canlı var oraya gidin", "Burada su eksik oraya koşun" gibi insani sorumluluğu aşıp şamataya varan davranışlarınız işte bütün koordinasyonu berbat eden bir sorumsuzluktur.

Para toplarsınız. TIR gönderirsiniz. Birincil kaynaktan aldığınız haberi arama kurtarma ekiplerine veya görevlilere tabii ki iletebilirsiniz. İyi de yaparsınız. Bunların hepsi sivil toplum çalışmalarına uygundur ve olması gerekendir. Ancak kerameti kendinden menkul grupların "Kriz koordine ediyoruz" demeye kalkışması en basit tabirle işgüzarlık en ileri ifadesiyle sabotajcılıktır. Aslında hepimiz biliyoruz, bunların kimler olduğunu. Bir kısmı kendilerine İstanbul'un korunaklı ortamında sözüm ona kriz yönetim merkezi kurmuş, önlerinde bilgisayarları, ellerinde kahveleriyle kriz yönetiyormuş. Hatay'da baraj yıkıldı asparagasını işte böyle bir grup sahneye sürdü.

Ama dediğim gibi, bu tipleri sürekli konuşmak zorunda kalmak belki de bu millete ve bu milletin sahaya sürdüğü sivil toplum kapasitesine büyük bir haksızlık oluyor. O nedenle kısa kesiyorum. "Allah hepimizi iyilerle beraber yazsın" demekten başka bir şey elimden gelmiyor.

Yorum Analiz Haberleri

Batı destekli spor projeleri neye hizmet ediyor?
Kemalizm’e has bu Laiklik Fransa’da bile yok!
İşgal edilen zihinler
AK Parti ve MHP’nin gençlik teşkilatları Filistin davasının neresinde?
Metalaşan değerler ve ahlaki çözülme