Azzam Tamimi’nin Middle East Eye'da yayınlanan analizi Mepa News tarafından tercüme edildi.
Riyad yönetimi Abu Dabi’nin adeta bir kuklası haline geldi. Nereye gittiğini bilmeden çatışmaların içine atlar oldu.
Etrafı kendi yarattığı yaman düşmanlarla sarılan ve son damlasına kadar ülkenin kanını emmeye azmetmiş fırsatçı müttefiklerinin gaza getirdiği Suudi Arabistan tarihinde daha önce karşı karşıya kalmadığı bir şekilde çıkmaz sokağa girdi.
Ülkenin sahip olduğu muazzam ekonomik varlık daha önce hiç bu derece işe yaramaz bir faktör olmamıştı. Şimdi de, bir süper gücün liderinden daha çok müteahhit gibi davranan ABD Başkanı Donald Trump –daha önce birçok defa yaptığı gibi– Suudi arkadaşlarına ve müttefiklerine onları savunması için kendisine yüklü miktarda ödeme yapılmasını gerektiğini söylüyor.
Son açıklamalarından da anlaşılacağı üzere Donald Trump İran ile savaşmaktan kaçınmak istiyor zira ABD Başkanı uzun süredir İran’ın eninde sonunda pazarlık masasına oturacağına inanıyor.
Tamir edilmesi imkansız imaj
Bugün baktığımızda, Veliaht Prens Muhammed bin Selman tahta çıksa dahi, kendisinin Suud hanedanlığının son halkası olması ihtimali hiç bu kadar kuvvetli olmamıştı.
Peki bu duruma en çok sevinen kim?
Aklımıza ilk gelenler değil tabi ki, hemen peşinen hüküm vermeyelim: Bu duruma en çok sevinenler ne İranlılar ne de Katarlılar aksine ülkenin bölgedeki en yakın müttefiği olarak görünen Birleşik Arap Emirlikleri. Biraz daha kişi bazında konuşmamız gerekirse, Abu Dabi’nin velihat prensi olan ve şu anda ülkenin aktif yöneticisi durumundaki Muhammed bin Zayid, Suudi Arabistan’ın çöküşünü izlemekten en çok zevk alan kişidir.
Belirli bir dönem Müslüman bir dünya liderliği gözüyle bakılan BAE yönetimi, Orta Doğu ve Kuzey Afrika’daki Arap halklarının özgürlük ve demokrasi hayallerine karşı açık bir şekilde en ön safta savaşan ve sürekli dengesiz Muhammed bin Selman’ın kulağına beni dinlersen kesin kral olursun diye fısıldayan Muhammed bin Zayid’in yaptıkları yüzünden günümüzde tamiri mümkün olmayan bir şekilde saygınlığını kaybetti.
Suudi Arabistan ne zaman Abu Dabi prensini dinlediyse felakete sürüklendi. Yemen’deki çatışmalar Suudi Arabistan için bir yıpratma savaşına dönüşürken BAE için ise tarihi bir fırsat doğurdu.
Suudi Arabistan ağır şekilde kaynak kaybetmeye devam ederken, BAE durumdan istifade ederek, daha önce yaptığı gibi Yemen’i en az ikiye bölmek ve ülkenin hem Kızıl Deniz’deki hem de okyanusa kıyısı olan yerlerdeki stratejik limanlarını kontrol altına almak için harekete geçti.
Yemen’e müdahale edilmesi fikrinin ilk olarak Muhammed bin Zayid tarafından gündeme getirildiği bilinen bir gerçektir. Plan, Saada bölgesine hapsolmuş İran yanlısı Husilerin eliyle Yemen’deki Müslüman Kardeşler kolu olan ve demokratik seçimlerin yapılması halinde iktidara gelmesi neredeyse kesin olan Islah Partisi’ni bitirmekti.
Bu plan fikir babalarının elinde patladı zira kendilerine kurulan tuzağı gören Islah Partisi, o zamanlar Yemen’in Başbakanı olan Ali Abdullah Salih ile aynı safta olan Husiler ile çatışmaya girmemeyi tercih etti. O vakte kadar uzun süredir ülkenin başında duran Salih en başından beri Suudiler BAE’liler ile işbirliği içindeydi.
Yemen’de kazanan olmadı
Husiler’in ülkenin neredeyse hepsini ele geçirmesi sürecine kimse müdahale etmedi. Hem Suudi hem de BAE’li liderle elbette ki Husilerin İran güdümünde olduğunu biliyordu ancak kendilerini İranlılardan ve Yemenlilerden daha zeki olarak gördükleri için Husiler ile Islah Partisinin birbirini bitirip kendi müttefikleri Salih’in önünü açabileceklerini zannettiler.
Muhammed bin Ziyad dışında bugün gelinen noktada Yemen’de bir kazanan olmadı. Ülke yerle bir edildi, bölündü ve tam manasıyla taş devrine geri döndürüldü. Yemen bataklığından kaçmak imkansız hale gelirken, Suudi jetleri tüm Yemen illerinde gece gündüz demeden biçare sivilleri bombalamaya devam etmektedir.
Bütün bunlar olurken bir yandan da Yemen’deki İran etkisi her geçen saat biraz daha derinleşti. Hamiliğini yaptığı Husileri korumak ve onlara destek vermek İran’a bazı külfetler getirmiş olabilir ancak İranlılar böyle bir fırsatı gökte ararken yerde buldular zira uzun süredir yayılmacı politikaları gereği bölgeye girmek için fırsat kolluyorlardı.
Uzun süre önce eğer önlem alınmazsa İran’ın Arap memleketlerine sirayet edeceği hususunda uyarılarda bulunan kesimlerin dedikleri doğru çıktı. Bugün Yemen, Irak, Suriye ve Lübnan olmak üzere dört Arap ülkesi İran işgali altındadır. Bütün bunların bir numaralı müsebbibi ise Suudilerin vizyonsuzluğu ve akılsızlığıdır.
Bir yandan İran ve vekillerine karşı savaşıyormuş gibi yapan Suudi Arabistan ve müttefiği BAE aslına bakıldığında asıl savaşı Arap dünyasındaki en popüler Sünni gruplara karşı verdi. Mesela bu gruplardan bir tanesi olan Müslüman Kardeşler ve temasta olduğu dğer oluşumlar – Hamas dahil- ile kucaklanmış olsaydı İran’ın bölgedeki etkisinin önüne pekala geçilebilirdi.
Katar Ambargosu
Bölgede göreceli olarak başarılı yegane Arap şemsiyesi olan Körfez İşbirliği Konseyi’nin kurucu üyelerinden Katar’a cephe alınması meselesi de Muhammed bin Zayid’in kişisel önerisi neticesinde vuku buldu. 2017’nin Haziran ayında bu plan çerçevesinde Katar havadan, denizden ve karadan abluka altına alındı.
Ambargo planının bir B planı olduğu, ABD’nin baskıları ve o dönemde Türkiye’nin ve İran’ın Katar’a açıktan destek vermesi sebebiyle doğalgaz zengini Katar’ın bilfiil işgal edilmesi ve hükümetinin devrilmesi planından vazgeçildiği ise daha sonradan ortaya çıktı.
Katar’la düşman olunmasının baş sebebi olarak gösterilen ülkenin İran ile ilişkileri, başlatılan abluka neticesinde hem güçlendi hem de başka alanlara yayıldı.
Suudiler ve BAE tarafından kara listeye alınan birçok büyük Sünni organizasyon gibi Katarlılar da İran ile sağlıklı ilişkiler kurmak zorunda bırakıldı. Hemen sonrasında da bu gruplara Suudileri aptal, mantıksız ve dengesiz olarak gösteren suçlamalar ve talepler yöneltildi.
Suudilerin girdiği çıkmaz sokak her geçen saat daha da karanlık hale gelirken son olarak Irak ta oyun sahasına girdi.
MEE tarafından elde edilen bilgilere göre Suudilerin petrol tesislerine gerçekleştirilen saldırılar, Ağustos ayında Suudilerin finanse edip koordinasyonunu sağladığı ve İsrail SİHA’ları tarafından Haşdi Şabi üslerinin ve konvoylarının hedef alındığı saldırılara misilleme olarak Irak’ın güneyindeki Haşdi Şabi üslerinden kalkan İran SİHA’ları ile icra edildi.
Vizyonsuzluk
MEE’ye konuşan Iraklı bir istihbarat yetkilisi; “son saldırının iki sebebi vardı: İlki, ABD ve müttefiklerine İran’ın kendisine yönelik kuşatma devam ettiği müddetçe bölgede kimsenin istikrarlı olamayacağına dair bir mesaj daha vermek istemesiydi.”
“Ancak ikinci neden daha direkti. İran, Suriye’de SDG’nin kontrolü altındaki bölgelerden İran yanlısı Haşdi Şabi üslerinin İsrail’e ait SİHA’lar ile vurulmasının intikamını almak istedi.”
Suudilerin, Irak bir yana herhangi bir Arap ülkesi sınırları içinde İsrail’in bir saldırı düzenlenmesi finanse ve koordine etmesinin nasıl bir sebebi olabilir? Bu İsrail Başbakanı Netenyahu’nun kalbi ile ABD Başkanı Trump’ın aklını kazanmak için yapılmış bir girişim miydi? Eğer öyleyse kesinlikle işe yaramadı.
Peki vizyonsuzluk? Devlet aklı eksikliği? Nereye gittiğini görememek? Bütün bunlar ve hatta daha fazlası mı asıl nedenlerdi? Emin olun ki evet.