Kralın soytarıları

Mümtazer Türköne

Gücünü, şöhretini ve geçimini iktidarın dizi dibinde icra ettiği sanatından elde edenlere Kralın soytarıları diyoruz.

Saray ahalisi işsiz-güçsüzdür. Can sıkıntısı içinde bunalıp dururlar. Onları eğlendirmek ve can sıkıntısından kurtarmak mühim bir iştir. Soytarılar bazen bir espri makinası, bazen de bir feylesoftur. Hiç küçümsenemezler. Duruma bakar, nabza göre şerbet verir. Sanatını icra eder. Bir sanat dalı olarak bu mesleğin ayırt edici vasfı, iktidar sahiplerini eğlendirmek, mutlu etmektir.

Saray ahalisine ve zadegan sınıfına gelince...

Bizde, Batı'daki gibi bir aristokrasi oluşmadı. Sebebi, siyaseten katl ve müsadere kurumudur. Devleti yönetenler padişahın şahsi kölesidir. İşi bitince canına da malına da el konur. Osmanlı ailesi dışında soylu aileler yoktur. 1828'de müsadere kaldırılınca zadeganlar türemeye başlamıştır. Meşhur "paşa babam" diye başlayan hikâyelerin tamamı bu tarihten sonra başlar. Saraydan kız alan damat paşalar ve aileleri bu gruba eklenince dişe dokunur bir aristokrasi filizlenmeye başlamıştır. İttihat Terakki'nin ateşleyici gücü, oluşan bu aristokrasiye duyulan tepkidir. Harbiyedeki sınıf arkadaşları yaver unvanı ile birkaç rütbe alınca, bu düzeni değiştirmek yeni subay neslinin hayâli olmuştur.

Cumhuriyet yeni bir elit sınıf oluştururken, Osmanlı'dan tevarüs ettiği bu geleneği aynen muhafaza etmiş ve bürokrasiden güç alan bir burjuva-aristokrat karışımı sınıf oluşturmuştur. Türkiye'nin yeni elitleri halkla aralarındaki mesafeyi ve kendi ayrıcalıklarını, tıpkı Osmanlı elitleri gibi Batılı değerlerle oluşturmuştur. Demokrasi düşmanlığı, abartılı laiklik vurguları, ve tabii sanat zevkleri bu sınıfsal ayrıcalıkları ifade etmek ve sürdürmek içindir. Türkiye'de demokrasi mücadelesi bu elit zümrelere ve onların ayrıcalıklarına karşı verilmiştir. Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası'nın verdiği konserlere bakın. İlk sıralarda bu konserleri izleyenler arasında demokrasi ile barışık kişiler bulamazsınız. Bu söylediğim icra edilen sanatın düzeyini değil, sınıfsal konumunu açıklar. Maxim Gorki'nin "Ana" isimli romanındaki kahraman dışında, Avrupa saray musikisinden zevk alan yoksul birini bulamazsınız.

Fırsat düşmüşken tiyatro tartışması üzerinden sola biraz hatırlatmada bulunalım.

Gramshi'nin hegemonya kuramı, devlet iktidarının sadece zora dayanmadığını, ikna gücü olmayan bir iktidarın devamlı olamayacağını söyler. Hegemonik sınıf bir dizi ideolojik aygıtla, başka sınıfların çıkarlarını kendisine eklemler. Halkı kim ikna edecektir? Devreye ideolojik aygıt olarak bir yığın kurum ve bu arada sanat girmektedir. Gramshi'nin kuramını geliştiren Althusser, baskı aygıtları dışında devletin kültürel ideolojik aygıtları başlığı altında edebiyat, güzel sanatlar ve sporu sıralar.

Yani, iktidarı besleyen sanatçılara, kralın soytarılarına ihtiyaç vardır.

Mesele heykel sanatı değildir. Heykelle hangi güce halkı ikna etmeye niyet ettiğinizdir. 28 Şubat döneminde heykeltıraş Burhan Alkar'ın Sincan'a dikmek üzere yaptığı "gülümseyen Atatürk heykeli" tartışmanın sanat olmadığını göstermek için yeterli bir örnek. Paşalar saçlarını başlarını yolup heykeli kaldırtmışlar. Neden? Halkı korkutabilmek ve otoriteye boyun eğdirebilmek için Atatürk heykeli -her yerde gördüğünüz üzere- çatık kaşlı olmalıymış.

Şimdi olan ne? Eskinin hegemonyası yerle bir oldu. Bu hegemonyanın ideolojik aygıtı olan memur-sanatçılar, yani kralın kadrolu elemanları zor durumda. Demokrasi yerleşince ve rakipsiz hale gelince halk kendi sanatçısını talep ediyor. Kralın soytarıları direniyor. Saray mutfağından sebeplenmek dururken, halkın içinde sıradanlaşmak kolay değil. Bekir Coşkun'un yetenekli ve akıcı kalemini, Kralının öldüğünü kabullenemeyen bir saray görevlisinin trajik varoluşu olarak okumayı deneyin. "Peki sen kimsin?" diye soruyor dünkü yazısında, "Siz kimsiniz?" diyen başbakana. Mesele şu: Aynı iki soru kimin adına soruluyor?

Kral öldü. Krallık da. Kralın soytarıları eski güzel günlerin anıları ile yetinecekler. Mesele demek ki artık tiyatronun değil, tiyatro tarihinin konusu.

ZAMAN