Gazeteci Mehmet Ali Birand'ın darbe, aydınlar ve medya ilişkisine dair itirafları büyük bir tartışma başlattı. Birand'ın itirafları laik çevreler tarafından tepkiyle karşılandı. 27 Mayıs'ın 51. yıldönümüne rastlayan tartışmalar "Merkez Medya" olarak nitelenen büyük gazetelerin askeri darbeler karşısındaki tutumlarını bir kez daha gündeme getirdi. Asker, medya ve darbe ilişkileri artık üniversitelerimizde de tez konusu olmaya başladı. Bu bağlamda son bir kaç yıl içinde hazırlanan yüksek lisans tezleri geçmişte yaşanan askeri darbelerde medyanın işbirlikçi rolünü gözler önüne seriyor. Bu tezlerde gerçekleştirilen analizler, yakın tarihimizin demokrasi deneyimlerine ilişkin önemli bilgiler içeriyor
Hepimizin bildiği gerçekleri dile getirmesine rağmen Mehmet Ali Birand'ın maruz kaldığı tepkiler hakikaten anlamlıdır.
Birand, "Merkez Medya" olarak da nitelenen laik medyanın büyük bölümünün darbeleri doğal karşıladığını, demokrasiden çok Genelkurmay'a inandığını belirtmişti.
İçinde yer aldığı kuşağın böyle bir zihniyet çerçevesinde yetiştiğini ifade etmiş ve laik kesimin askeri darbe yapmaya zorladığına da dikkat çekmişti Birand.
Gerçeklerin üzerini örten tülü şöyle bir kaldırması bile hakaretlere maruz kalması için yeterliydi.
İlk darbenin, 27 Mayıs'ın üzerinden tam 51 yıl geçti.
Artık bu darbe hakkında söylenecek söz kalmadı, ne varsa hepsi de bir bir ortaya döküldü.
CHP'nin, gazetelerin ve cuntacıların işbirliğiyle gerçekleştirilmiş bir darbeydi 27 Mayıs.
27 Mayıs'ı, "12 Eylül", "12 Mart" ve "28 Şubat" darbeleri takip etti.
Akim kalmış diğer darbe teşebbüslerini geçiyorum.
BİAT ÇÖZÜLDÜ, DİLLER AÇILDI
Vesayet rejimiyle bir tür biat demokrasisi yaratılmıştı.
Biat etmeyenlerin "iç düşman" ilan edilerek ezildiği ve ülkenin yönetiminden uzak tutulduğu bir yönetim tarzıydı bu.
Bu bürokratik yönetim tarzını demokrasi diye yutturmaya çalıştılar.
Biat çözüldü, diller de çözüldü.
27 Mayıs bid'atı inananlarınca o kadar içselleştirilmiş ki aslında ne tür bir kötülük işlediklerinin farkında bile değiller.
Birand'ın "darbecilik genlerimizde vardı" derken anlatmaya çalıştığı gerçeklik buydu.
Bir zamanlar CHP'li bir siyasetçi "gerekirse hürriyetlerin üzerine şal örteriz" demişti.
Şimdi de bu psikolojik gerçekliğin üzerindeki tül perdesini aralayan Mehmet Ali Birand'ı neredeyse linç edecekler.
"Darbeler ve medya" üzerine yapılmış akademik tezlere bir göz attım bu arada.
İlginçtir, bu konunun akademik camiada ele alınması şu geçtiğimiz bir kaç yıl içinde gerçekleşmiş.
Üniversitelerimiz bile kendilerine icazet verilen konuların dışına çıkma cesareti gösterememişler.
İcazetsiz tez yapanların başına neler geldiğini biliyoruz, kimi işinden oldu, kimi hapislere atıldı.
TEZ KONULARI DEĞİŞİYOR
Askeri darbeler ve medya ilişkisi hakkında rastladığım yüksek lisans tezleri şöyleydi
"Türk basınında 27 Mayıs ihtilali (1960-1961), Elif Kaya, 2008"
"12 Mart Muhtıra Sürecinde Devrim Dergisinin Rolü, Neslihan Erkan, 2008"
"28 Şubat Sürecinde Medya, Emre Soncan, 2006"
"28 Şubat'tan 27 Nisan'a Ordu-Siyaset-ilişkisi: Hürriyet Gazetesi İncelemesi, Anıl Demir, 2010"
"28 Şubat'a Giden Yolda Türk Basını, Nilüfer Z. Öztürk, 2006."
"28 Şubat Sürecinde Ordu, Medya ve Siyasal İktidar, Andaç Hongur, 2006"
"Türkiye'de Askeri Darbeler ve Basının Tavrı(1946-1997), Gürhan Savgı, 2006"
Son bir hafta içerisinde bütün bu tezleri tek tek okudum.
Bilimsel olarak bu ilişkilerin nasıl ele alındığını görme imkanına kavuştuk.
Akademik arşivimizde artık bu tezler kayıt altındadır.
Darbelere selam çakmış o kadar çok aydınımız ve sivil siyasetçimiz var ki tezleri okurken bir kez daha irkildim.
Tek tek isimlerini vermeyeceğim, çünkü bu isimlerin çoğu şimdi o eski anlayışlarından fersah fersah uzaklar.
Aralarında öyle isimler var ki 27 Mayıs'ın, 12 Mart'ın, 12 Eylül'ün üzerinden bunca yıl geçtikten sonra bile hala aynı yerdeler.
Yine darbelere selam çakıyorlar, yine içlerinden "keşke bir darbe olsa" diye yanıp yakılıyorlar.
Artık bu darbe çığırtkanlığının kimileri için saplantılı bir hastalık hale geldiğini kabul etmeliyiz.
DARBEYE ALKIŞ TUTMANIN CEZASINI ÇEKTİLER
Maalesef solcu aydınlarımızdan bazıları da askeri darbelere alkış tutmuştur.
Ne ki kendileri de alkış tuttukları darbeciler tarafından beklemedikleri muamelelere maruz bırakıldılar.
Örneğin Aziz Nesin, 28 Mayıs 1960 tarihli "Akşam" gazetesinde yazdığı yazıda "Sağol Generalim, sağ ol Albayım, Yarbayım, Binbaşım, Yüzbaşım! Sağolun yiğit komutanlarım! Var olsun Türk ordusu" demişti.
Aziz Nesin, 2 Haziran tarihli bir başka yazısında ise "Kuyruklar dışarda kaldı" diyerek Demokrat Parti sempatizanlarının yakalanmasını istemişti.
27 Mayıs'tan bir yıl kadar sonra aynı Aziz Nesin, darbeciler tarafından düzmece ithamlarla hapse atılıyordu.
Ülkeyi uçurumun kenarına getirmek isteyen yıkıcı unsurlarla işbirliği yaptığı iddia edilen Aziz Nesin'in evinde yurtiçine sokulması yasaklanan kitapların ele geçirildiğini de yazıyordu darbe yanlısı gazeteler.
27 Mayıs'ı bayram havasında karşılayan pek çok solcu ve kemalist öğretim üyesi darbecilerin hazırladığı kara listeye alınarak üniversiteden tasfiye edildiler.
Bu durum sözkonusu öğretim üyeleri çevresinde şok etkisi yapmıştı.
YALAN HABERLERLE KANDIRDILAR
Edebiyatçı-yazar Yakup Kadri Karaosmanoğlu da CHP'nin yayın organı "Ulus" gazetesinde 27 Mayıs darbesini destekleyen yazılar kaleme almıştı.
3 Haziran 1960 tarihli Ulus'ta Yakup Kadri şöyle seslenmişti:
"Biz, sabık iktidar erkanının biran evvel Yüce Divan'a verilmesini dört gözle bekliyoruz. Ta ki, 27 Mayıs dersi tamam olsun ve bu suretle Türk tarihinin bir ayıbı, bir felaket devri artık büsbütün tasfiye edilip maziye karışsın."
Yakup Kadri'nin İstanbul'daki evinde Demokratların tutuklandıkları haberi radyodan verildiğinde eşi Leman Hanım "İyi oldu, bunu hakettiler" demişti.
Tutuklananlar arasında kardeşi Burhan Belge'nin ismi de zikredilince bir şok da Leman Hanım yaşar.
Bedii Faik ise 30 Mayıs 1960 tarihli "Dünya Gazetesi"ndeki köşesinde şunları yazıyordu:
"Yakalanan her bakana, milletvekiline, politikacıya bakınız, hatta karılarına, ailelerine kulak veriniz. Ne diyorlar? Hepsinin ağzında kendilerini almaya gelen kahraman Türk subaylarına karsı bir yakarı: Bizi halka teslim etmeyiniz! Elbette korkuları, kabusları bu ! Çünkü Türkle beraber değil, Türke karşı idiler. Çünkü halkla birlikte değil, halka karşı idiler!. .."
Ne kadar inandırıcı değil mi!
27 MAYIS'I BAYRAM GİBİ KARŞILADILAR!
Gazetelerin birinci sayfa manşetleri de darbe şakşakçılığının vardığı boyutları gösteriyordu.
"Milliyet" "27 Mayıs"ı "Yurtta Hürriyet Bayramı" başlığıyla vermişti.
"Hürriyet" gazetesinin tavrı da farklı değildir. 30 Mayıs 1960 tarihli Hürriyet'te İngiliz "Guardian" gazetesinden yapılan bir alıntı "Kibar İnkilap" başlığıyla yer almıştı.
Hürriyet, Batı başkentlerinde 27 Mayıs'ın olumlu karşılandığını bu başlıkla sunuyordu.
Milliyet de aynı haberi "İhtilal dediğin böyle olur" başlıklı bir yazıyla işleyerek Hürriyet'i takip ediyordu.
"Türk Basınında 27 Mayıs İhtilali(1960-1961) başlıklı tezde medyanın 27 Mayıs darbesini meşrulaştırma işleviyle ilgili şu tespitler yer alıyor:
"Ordunun ihtilali meşrulaştırma çabaları basına da yansımış ve ihtilal ile ilgili yazılan bütün haberler bu yönde yapılmıştır. Dönemin haberleri incelendiğinde, basın organlarının Demokrat Parti'yi acımasızca yerdiği görülmektedir. Bazı tarihçilere göre, Yassıada davalarının sürdüğü ve henüz karara bağlanmadığı bir süreçte bu tarz haberlerin yapılmış olması kararların olumsuz yönde verilmesinde etkili olmuştur. "
DARBE BİLE DİYEMEDİLER
"Türkiye'de askeri darbeler ve basının tavrı(1946-1997)" başlıklı tezde 27 Mayıs'ın ardından gazetelerin biraz sevinçten, biraz da korkudan devrik hükümete karşı darbecilerin yanında yer aldıkları belirtilir.
Buna göre hiçbir gazetede 27 Mayıs anlatılırken "darbe" terimini kullanılmamıstır. Darbeciler kurtarıcı görülüp göklere çıkartılırken, DP iktidarı mensupları özgürlük düşmanı diktatörler olarak yerin dibine batırılmıştır.
Elbette kimi gazeteler sadece darbe şakşakçılığı yapmakla yetinmediler, darbelerin gerçekleştirilmesi sürecinde işbirlikçi rol de oynadılar. Darbeye zemin hazırlayan haber ve yorumlarla darbe değirmenine su taşıdılar. Bütün bu tezler medya, aydınlar ve demokrasi dışı yöntemlerle iktidarı elde tutmak isteyen güçler arasındaki ilişkileri ifşa ediyor. Darbe kışkırtıcılığı yapan medya mensupları tarihe nasıl geçtiklerini görmek istiyorlarsa bu tezlere baksınlar.
Belki utanırlar.
Kim, neyi, kime söylüyor ve etkisi ne oluyor?
28 Şubat'tan 27 Nisan'a Ordu-Siyaset-ilişkisi: Hürriyet gazetesi incelemesi" başlıklı yüksek lisans tezinde Hürriyet gazetesinin sürece ilişkin yayın politikası şöyle anlatıyor:
"27 Mayıs 1960", "12 Mart 1971" ve "12 Eylül 1980" tarihlerinde askerler yaptıkları müdahaleler ile yönetimi ele geçirmiş yanlış yolda olduğunu düşündüğü sivil iktidarları görevden uzaklastırmıstır. Askeri seçkinlerin sivil yönetimlere yönelik kuşkucu bakış açısı medyaya karşı da kendini göstermistir.
Askeri müdahale dönemlerinde gazeteler kapatılmış, dergiler toplatılmış, kitaplar yasaklanmış ve gazeteciler yargılanmıştır. Geçen süre zarfında ise merkez medya olarak tanımladığımız basın yayın kuruluşlarının benimsediği haber söyleminin toplumsal güç/iktidar merkezlerinin sahibi kesimlerin söylemlerinden pek de farklı olmadığını söyleyebiliriz.
Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana pek çok hükümet kurulmuş, koalisyon ve tek parti iktidarları ülkeyi yönetmiştir. Medya kuruluşları kimi zaman sivil iktidar ile yakın ilişki içinde olmuş, kimi zaman sert tartışmalar yaşamıstır. Ancak özellikle ana akım olarak tabir edilen medya kuruluşlarının yayınlarında devletin egemen ideolojisinin resmi söylemi dışında farklı bir söylem kabul görmemiştir.
Bu çalışmada incelenen 1997-2007 yılları arasındaki "Hürriyet Gazetesi"nde de benzer bir durum dikkati çekmektedir. Lazersfeld'in, "Kim, neyi, kime söylüyor ve etkisi ne oluyor?" sözünde olduğu gibi Hürriyet asker siyaset konulu haberlerini hedef kitlesine uygun bir dille aktarmıştır.
Hürriyet, 1997-2007 yılları arasında patronaj ve yazı işleri yönetimi olarak büyük bir değişim yaşamamıstır. Bu dönemde Hürriyet'in sahibi Aydın Doğan, Genel Yayın Yönetmeni Ertuğrul Özkök'tür ve hedef kitle büyük oranda kentli, orta ve yüksek gelir düzeyine sahip, eğitimli kesimdir.
Hürriyet özellikle "Refahyol" zamanında, "Susurluk kazası" sonrasında yükselen toplumsal tepkiyi de kullanarak iktidarı askerin açıklamalarını manşetlerine taşıyarak eleştirmis ve bu haberler hedef okuyucu kitlesinde ciddi bir karşılık bulmuştur."
Hürriyet gazetesi ve 28 Şubat...
"28 Şubat'a giden yolda Türk basını" başlıklı tezde "Cumhuriyet", "Hürriyet" ve "Zaman" gazetelerinin 28 Şubat sürecindeki konumlarını analiz ediliyor. Mevzu merkez medya ve darbe olduğu için tez sahibinin Cumhuriyet ve Zaman gazetelerine ilişkin analizlerine yer vermiyorum. İsteyenler, YÖK'ün sitesinden tezin bütününe ulaşabilirler. Tezde Hürriyet şu şekilde analiz ediliyor:
"Hürriyet süreç içerisinde yaşanan olaylara laik, demokratik Türkiye cumhuriyetine yöneltilen tehditler perspektifinden yaklaşmış ve haberlerinde ülkede bir rejim bunalımı yaşandığı şeklindeki görüşlere ağırlık vererek kamuoyunu bilinçlendirme yoluna gitmiştir. Refah Partisi'nin Anayasa ile bağdaşmayan icraatlarının karşısında yer aldığını açıkça belli eden gazete, haberlerinde Refahın anti-laik, şeriatçi, takiyyeci yönüne vurgu yaparak parti hakkındaki olumsuz imajların yayılmasını ve kamuoyunda tartışılarak pekiştirilmesini hedeflemiştir. Gazetenin bu doğrultudaki haberleri köşe yazarlarının kalemlerinden yansıyan yorumlarla da desteklenmiş ve toplumun tüm kesimine genellenmeye çalışılmıştır.
Hürriyet gazetesi de süreç içerisinde, tıpkı Cumhuriyet'te olduğu gibi, Refah-Yol Hükümetinin bir an önce sonlandırılması yönündeki görüşlere haberlerinde ağırlık vermiştir. Gazete, haberlerinde ayrıca darbe söylentilerinin ciddiye alınması gerektiğinin de altını çizmiştir. Kamuoyunu böyle bir tehlikenin varlığı konusunda uyaran gazete, askeri müdahale fikrine sıcak bakmadığını ise her fırsatta vurgulamıştır.
Gazetenin haberlerinde ilettiği mesajlardan, çözüm için 'Silahsız Kuvvetler'i işaret ettiği anlaşılmaktadır. Ancak, bu açıklamalara rağmen gazetenin ilk sayfasından duyurduğu haberler arasında askeri yetkililerin beyanlarının ve uyarılarının öne çıkması da çelişkili bir durum ortaya koymaktadır.
Gazete, "Cumhuriyet" gazetesinde de göze çarptığı gibi askerin rejimi tehdit eden gelişmeler karşısındaki tavrını desteklemektedir fakat her iki gazetenin haberleri veriş tarzı arasında bazı farklar bulunmaktadır.
Yaptığımız incelemede ilk göze çarpan ayrıntı askerin gündem yaratacak sözlerinin ilk olarak Hürriyet'te yer almasıdır.Çalışmanın analiz kısmında da ortaya konulduğu gibi , Hürriyet'in haberin üretim aşamasında yalnız olmadığı düşünülmektedir. Diğer gazeteler kaynak olarak Hürriyet'i gösterirken, Hürriyet haber kaynağını "askeri bir yetkiliye" dayandırmaktadır.
Gazetenin süreç içerisinde genelkurmay gazeteciliği yaptığı şeklinde eleştirilere uğramasının nedeni de bundan kaynaklanmaktadır. Bu noktada medya gündemi çalışmalarının işaret ettiği medya dışı etkilerin devreye girdiğini değerlendirmek yanlış olmayacaktır. Gazetenin, adres belirtmeden başvurduğu en önemli haber kaynağının Türk Silahlı Kuvvetleri olduğu düşünülmektedir. Gazetenin, haberlerinde sergilediği tutum ile MGK'dan çıkan "yaptırım" kararı arasındaki benzerlik de bu noktada dikkate değerdir."
YENİ ŞAFAK