Türkiye’de sanki iki ayrı devlet veya devlete yön veren iki farklı yönetim anlayışı ile karşı karşıya gibiyiz.
Aslında bu vakıa “derin devlet” kavramı ile de gündeme geldi ve uzun süre tartışma konusu oldu. Zaman zaman karşımıza çıkan bazı hadiseler bu yapının henüz değişmediğini, bir sorun olmaya devam ettiğini gösteriyor. Bu durum Anayasa değişikliğinin önemini de ortaya koyuyor. Devleti yöneten siyasi iradenin iç ve dış politikadaki tercihleriyle, kendini bu tercihlerden bağımsız ve hatta onların üstünde gören iradenin sergilediği tavır arasındaki uyumsuzluk hatta zıtlık ciddi bir çarpıklığı, tutarsızlığı önümüze koyuyor. Bu çarpıklığın siyasi iradenin uluslararası boyuttaki stratejik tercihlerine ve ciddiyetine de büyük zarar verdiğini sanıyoruz.
ÖSYM’nin son KPDS sınavında sorulan ideolojik nitelikteki bazı sorular, soru paketinin sipariş usulüyle hazırlanmış olması ihtimalini akla getiriyor. Çünkü bu sorularda öne çıkan ideolojik söylem Türkiye’nin dış politikadaki resmî tercihine aykırı. Üstelik alelade bir dille değil profesyonelce, ustaca hazırlanmış. Ama bu ustalık belli bir ideolojik çizginin tercihlerini yansıttığından tamamen oraya ait olması gereken bir söylemi içeriyor. Tıpkı bir arma gibi. Örneğin askerî elbiseli bir kimsenin yakasında sadece belli bir devletin ordusu tarafından kullanılan arma gördüğünüzde onun o ordunun elemanı olduğunu tahmin edersiniz. Bazı söylemler de böyle arma gibidir. Hemen sahibini belli eder.
ÖSYM’nin son KPDS sorularında böyle arma niteliğinde soruların yer alması “bu sorular İsrail’e mi sipariş edildi?” sorusunu akla getirdi. Çünkü içerdiği mesajlar Türkiye’nin uluslararası alandaki tercihlerine uygun düşmediği gibi yansıtılması da marka sahibinin kimliğini ortaya koyan bir profesyonelliği gerektiriyor. Dolayısıyla tank, uçak restorasyonu gibi soruların da sipariş edilmiş ve paket halinde alınmış olması mümkündür. Bu durumda hazırlayanın kendi söylemini sorulardaki ideolojik mesajlara yansıtması doğaldır. Eğer öyle değilse, bu söylemler sorulardaki ideolojik mesajları şekillendiren “derin devlet” iradesinin, söylemlerin sahibiyle direkt bir bağlantısına, çizgi ve tercih ittifakına işaret eder.
Bir soruda “İsrail Mayıs 1948’de bağımsızlığını ilan eder etmez beş komşusu tarafından işgal edildi” deniyor.
İsrail’in kuruluşunun bir bağımsızlık ilanı olduğu söylemi sadece İsrail’in, onu destekleyen uluslararası siyonizmin ve işgali meşrulaştırma çabası içindeki lobilerin öne çıkardığı söylemdir. Yahudilerin birçoğu bile bu söylemi kullanmaz. Uluslararası hukuka göre ise İsrail’in kuruluşunun bir bağımsızlık ilanı değil işgal olarak tanımlanması gerekir. Uluslararası hukukun bu tanımlamasının bizzat Siyonistleri bile ciddi sıkıntıya soktuğu İsrail’in önemli araştırma merkezlerinden Re’ut’un yayınladığı ve bir Yahudi araştırmacı Ephraim Lavie’nin hazırladığı “Eroding Israel’s Legitimacy in the International Arena (Uluslararası Arenada İsrail’in Yasallıktan Soyutlanması)” başlıklı dosyada dile getirilmiştir.
O zaman çıkan savaşın İsrail’in komşuları tarafından işgal edilmesi tanımlaması da yine aynı lobilere ve İsrail işgal devletine aittir. Uluslararası hukuka göre ise, Filistinlilerin topraklarının Siyonist işgalciler tarafından gasp edilmesi ve 600 bin insanın yurtlarından sürgün edilmesi sebebiyle patlak veren bir savaştır. Biz bu konuyu inşallah işgal devletinin kuruluşunun 62. yıldönümü münasebetiyle biraz daha ayrıntılı olarak dile getireceğiz.
Bir başka soruda geçen; “Hiçbir başarı aşırı İslamcıları, Hıristiyan batıdan kopmak kadar memnun edemez” ifadesinin de ideolojik söylemi yansıttığı çok açık bir şekilde ortadadır.
Bir diğer soruda geçen “Japonya ve batılı ülkeler, Kuzey Kore’nin gizlice İran ve diğer suçlu ülkelere nükleer silah geliştirmelerine yardım etmesinden korkuyorlar” ifadesinin soru paketini hazırlayanların kendilerini sadece Türkiye’nin resmî politikasının değil nükleer silahların yayılmasını önlemek amacıyla kurulan UAEK’nın bile üstünde gördüklerini ortaya koyuyor. Çünkü Türkiye resmî politikasında İran’ı nükleer silahlanma konusunda “suçlu” ilan etmediği gibi, UAEK de şu ana kadar yaptığı araştırmalarda bu ülkenin nükleer teknolojiyi silahlanma amacıyla kullandığına dair bir delil ortaya koyamadığı için “suçlu” ilan etme yoluna gitmemiştir. Yaptığı açıklamaların tümü uyarılardan ve nükleer teknolojinin kullanıldığı santrallerin denetimi için gereken tüm kolaylıkların gösterilmesinin talebinden ibarettir.
Bu konuyu gündeme getirmelerinden dolayı Mazlum-Der Genel Başkanı A. Faruk Ünsal’a ve SP İstanbul İl Başkanı Erol Erdoğan’a teşekkür ediyoruz. Siyasi iradeye de, hiç kimsenin halkımızın tercihlerine ve söylemlerine tamamen ters mesajları devlet adına sorulan sorulara yansıtma hakkı olmadığını ortaya koyması ve bu konunun üzerine gitmesi gerektiğini hatırlatmak istiyoruz.
VAKİT