Kozmik odaya girildi!

Abdurrahman Dilipak

1 Nisan şakası yapmıyorum. Sessiz sedasız kozmik odaya girildi..

Ankara’daki kozmik odadan söz etmiyorum. Bazan kibriti o kadar çok gözümüze yaklaştırıyoruz ki, arkasında kocaman bir ormanı kaybediyoruz..
CERN’de olan oldu. İki parçacık çarpıştı. Maddenin kozmik odasına girilmiş oldu böylece.. Daha doğrusu Kozmik odada ne olup bittiğini görmek için milimetrenin milyonda biri kadar bir delik açıldı içeriye bakmak için..
Sadece Maddenin kozmik odasına girilmedi. “Can”ın kozmik odasına da girildi.. Genin kapısı aralandı ve Kromozomları saydılar.
Bilgi teknolojileri ile insanın kişisel dünyasının kapısı aralanalı hayli olmuştur.. Herkes ajanını cebinde taşıyor artık. Daha da vahimi namusun, iffetin, insanlık onurunun, “haya”nın perdesi de aralandı bu arada..
Geçen gün Kemal Özer’in “Deccal Tabakta” kitabının tanıtım toplantısı vardı.. Deccal , daha doğrusu aslında “Yecüc Mecüc” sofranızda. “Kovulmuş şeytan” bu kez baş köşede oturuyor.. Sizin GDO’yu yutmanızı bekliyor.. Hem GDO’yu altın tas içre sunuyorlar, bal da onun suç ortağı.. Bilim adamları ve Politikacılar, Media, Sermaye sanki GDO canavarının PR uzmanları gibi..
GDO sofranıza melek kostümlü bir şeytan gibi gelip oturuyor..
GDO oltaya takılmış bir yem gibi sanki.. Biri bizi yemliyor olmasın sakın!
Sahi, geni ile oynanmadık ne kaldı?
Unutmayalım ki, bitkilerin ve hayvanların başına gelenler, bir gün bizim de başımıza gelecektir..
Çocuklarımıza hiç iyi bir dünyayı miras bırakmıyoruz..
İşsizlikten ve açlıktan daha tehlikeli bir felaketle karşı karşıya insanlık.. Bu yeni bir savaş konusu, yeni bir savaş alanı.. Ülkeniz değil, siz ele geçirilmeye çalışıyorsunuz.. Nükleer savaş, kimyasal savaş değil sözünü ettiğimiz. Biyolojik savaşı da geçtik, iktisadi savaş da değil bu, soğuk savaş da. Hepsinden daha vahim olan genetik savaştan söz ediyoruz..
“Düşman” gelip kapıya dayandı.. Tüketirken tükeniyorsunuz!
“Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi” demiş atalarımız da, gelinen noktada imkansız değil, ama işimiz çok zor..
Fıkradır. Hasta olursan hemen doktora git, çünki doktorun yaşamaya ihtiyacı var, doktorun yazdığı ilaçları mutlaka al, çünki eczacının yaşamaya ihtiyacı var, o ilaçları sakın kullanma, çünki senin yaşamaya ihtiyacın var..
Aman dikkat! Çocuğunuzun cinsiyetini ve davranışlarını yedirdiğiniz mısır ya da yağ, çukulata-şeker riske sokabilir.. Siz genetik bir risk taşıyor olabilirsiniz ve çocuğunuza cini bir genetik risk miras bırakıyor olabilirsiniz. Yediğiniz içtiğiniz, kullandığınız ilaçlar, çevresel etkilerle bu süreç içinden çıkılmaz bir felakete doğru sürükleyebilir sizi ve çevrenizdekileri..
Ne yazık ki, bu kötü gidişe tek başına dur demek, son derece imkansız..
Deccal, havayı, suyu, toprağı kirleterek geliyor.
Ve önce, 3A’ya saldırıyor. Ahlakı yok ediyor, aklı zail ediyor, aileyi hedef alıyor..
Kimliğimize saldırıyorlar.. “Alamet-i farikamız / ayırt edici özelliklerimiz”i yok etmek istiyorlar.. İnanç, gelenek, ahlak, hepsi düşman ilan edildi.. Cinsel güdülerin, zevk ve iştihanın yön verdiği bir cereyan bugün en büyük tehdit gibi sanki..
Hırs ve öfke, yenme arzusu, yok etme duygusunu kontrol altına almadan insanoğlu, bu işleri çıkar ve iktidar arzusunun aracı olarak insanlığa karşı kullanacak olursa insanoğlunun başına gelecekler var..
“Yeryüzünde bir cennet” ve “ebedi bir hayat” vaat eder gibiler. Ölümü ve ahiret gününü hiç hesaba katmıyorlar sanki.. Bu iddialara rağmen, ölüm ve cehennemden başka bir şey getirdikleri yok..
En temel sorun; başkalarının acılarında mutluluk, başkalarının yoksulluğunda zenginlik, başkalarının yenilmişliğinde kendilerine iktidar arama çabası..
“Biz ancak ıslah edicileriz” diyorlar ama, bozguncuların tâ kendileri onlar..
Bu dert yanmanın da kimseye fayda sağlayacağını sanmıyorum.. Sonuçta bilim ve siyaset önüne çıkan her şeyi parçalayarak ilerliyor.. “Namuslu insanlar bu işin başına geçsin” diyorsunuz, mekanizma onları da teslim alıyor, kuşatıyor.. “Dönüştürelim” derken dönüşüveriyorlar..
Bu bilimsel gelişmeler konusunda vaat ettikleri ile sundukları aynı şey değil.. Toplumun karşısına melek maskeleri ile çıksalar da Şeytanın sofrasında iş planlarını yapıyorlar..
Sonunda Ad ve Semud, Nuh ve Lut kavminin başına gelenler, Sodom ve Gomore’nin başına gelenler, bu ülkeler ve bu gayret sahiplerinin de başına gelecek..
“Bir hayata çattık ki, hayata kurmuş pusu” dediği gibi şairin, “geldi ölümlü yalan, gitti ölümsüz gerçek”. Su yılanın ağzında şehre, gülde renge ve kokuya dönüşür.. Alimin elinde kitap hayat kaynağı iken, zalimin elinde cinayet aracı olabilir..
Bu gerçekler karşısında her halûkârda umutla korku arasında bir yerlerde gezinsen de, umudumuz korkumuza, sevgimiz nefretimize, merhametimiz gazabımıza baskın çıkmalı.
Sonuçta değil mi ki, “Allah büyüktür” diyoruz. “Subhanallah” diyoruz. “Elhamdülillah” diyoruz, “İyya kenağbüdü ve iyya kenastaiyn” diyoruz, “Hasbunallah” diyoruz.
O zaman ne gam! Selâm ve dua ile..

VAKİT