Narin Güran olayı bağlamında kötülük meselesini mercek altına alan Vahdettin İnce, “İslam dini, bireysel ve toplumsal düzeyde, kötülüğü tamamen ortadan kaldırmayı, kötülüğün hiçbir şekline rastlanmayan bir toplumsal düzen kurmayı vadetmez. İslam, ‘kötülük’ hakikatini kabul eder, ama lokal kalmasını, kendi objektif koşulları içinde ortaya çıkarılıp, yine o koşullar çerçevesinde ahlaki, cezaî ve siyasî müeyyidelerle etkisiz hale getirilmesini salık verir.” diyor.
Vahdettin İnce’nin Star gazetesinde yayımlanan yazısı (22 Eylül 2024) şöyle:
Kötülük meselesi
Kelam alimleri ve felsefeciler, "İyilik" ve "kötülük" meselesi etrafındaki tartışmaların, düşünce tarihinin başlarından beri insanları meşgul ettiğini belirtirler. Doğal olarak İslam kelamının da ana konularından biri, "iyilik" ve "kötülük", literal ifadesiyle "Hüsün" ve "Kubuh" meselesidir. Genellikle bu kavramların kaynakları, mahiyetleri, anlamları, insan hayatındaki yerleri etrafında dönmüş tartışmalar. Tabi bizim amacımız, bu bağlamda serdedilen görüşleri etraflıca anlatmak değil. Maksadımız, özellikle "kötülük" bağlamında insanların bireysel ve toplumsal davranış kalıplarını belli bir olay, daha doğrusu Diyarbekir'de Narin adlı çocuğun katledilmesi ile birlikte olayın yaşandığı köyün-ailenin, medyanın ve genel olarak siyaset kurumunun şahsında sergilenen üç farklı tutum üzerinden gözler önüne sermektir.
Başta belirtelim, İslam dini, bireysel ve toplumsal düzeyde, kötülüğü tamamen ortadan kaldırmayı, kötülüğün hiçbir şekline rastlanmayan bir toplumsal düzen kurmayı vadetmez. İslam, "kötülük" hakikatini kabul eder, ama lokal kalmasını, kendi objektif koşulları içinde ortaya çıkarılıp, yine o koşullar çerçevesinde ahlaki, cezaî ve siyasî müeyyidelerle etkisiz hale getirilmesini salık verir. Mesela bir günah işleyen (kötülük yapan) kişinin, şayet başkaları tarafından görülmemişse, başkaları ondan etkilenmemişse, rabbine itirafta bulunup tövbe etmesini, eğer işlediği kötülük başkalarını da etkilemişse, o zaman da adil bir cezayla karşılık bulmasını tavsiye eder. Buna karşılık kötülüğü, objektif koşullarından taşırıp bütün toplum içinde şüyu bulmasına çalışanları sert bir şekilde eleştirir: "Müminler (toplum) arasında ahlaksızlığın (kötülüğün) yaygınlaşmasını isteyenlere dünyada ve ahirette can yakıcı bir ceza vardır" (Nur, 19). İslam medeniyeti, deyim yerindeyse kötülüğün cürmü kadar yer yakmasını öngören ve bunun ötesinin peşinde olanları ahlaksız olarak nitelendiren bir davranış kalıbına sahiptir. İnsanın fıtratı (yaratılışı) da bu yönde bir eğilime sahiptir.
Bu açıdan Narin'in ailesinin ve köylülerinin küçücük bir çocuğun katledilmesi şeklindeki kötülüğü örtbas etme çabası, İslam'ın ahlaki, cezaî, siyasî kriterlerinden yoksun bırakılmış, rehbersiz, yol göstericisiz, islamsız, şaşkın fıtratın çaresizce ve acınası bir çırpınışıdır. Fıtratın, İslam ahlakı tarafından rafine edilmemiş ham halinin göstergesidir.
Bilindiği gibi İslam'ın öngördüğü tövbe müessesinin Hristiyanlıktaki karşılığı "günah çıkarma"dır. Tövbede kötülük ne kadar gizli, sınırlı, kendi çapında ve Allah ile kul arasında kalması amaçlanıyorsa, "günah çıkarma" da kötülüğün o kadar açık olmasını, sınırlarını aşmasını, "papaz"ın şahsında bütün bir topluma mal edilmesini teşvik edici bir etkiye sahiptir. Bu yüzden Hristiyanlık temellerine dayanan batı medeniyeti, "kötülük" bağlamında ifşacı, teşhirci, fıtratın zoruyla örtük kalan kötülükleri kurcalayan röntgenci bir davranış kalıbına sahiptir. Nitekim hepimizin zevkle okuduğu klasik batı edebiyatının ürünleri, kötülük olgusunun yaratılış düzeni içindeki yerinden taşırılıp olanca çıplaklığıyla teşhir edilmesinin şaheserleridir (!). Batı medeniyeti, kötülüğün yayılmasından, yaygınlaştırılmasından deyim yerindeyse edebî-pornografik bir haz alır. Batı medeniyetinin bir kurumu olan medyanın davranış kalıbı da bu yönde şekillenmiştir.
Batı medyasının doğal bir uzantısı olan bizim medyanın, Narin'in katledilmesi şeklindeki kötülüğün faillerinin ortaya çıkarılmasından çok, bununla irtibatlıymış gibi göstererek başka kötülükleri afişe eden, günlerce teşhir eden, bütün bir aileyi, bütün bir köyü, bütün bir toplumu ilzam eden bir tutum içinde olması da sözünü ettiğimiz Batı medeniyetinin kötülüğün ifşasından zevk alan davranış kalıbının bir yansımasıdır. Medya, işlenen kötülüğün faillerini ortaya çıkarmadı, çıkarılmasına yardımcı olmadı, tam tersine ilgili ilgisiz kötülükleri de fırsattan istifade gözlerimize, zihinlerimize, ailelerimizin mahremiyetine boca etmekle meşgul oldu, oluyor.
Siyaset kurumu ise, bu toplumda insanın fıtrî özelliklerini dikkate alan, onu İslami kriterlerle arındıran bir yönetim sergilemeyi terk edeli yüzyılları buluyor. Medyanın, özellikle sosyal medyanın siyaset kurumu üzerindeki etkisini hepimiz biliyoruz. Bu yüzden Narin hadisesi bağlamında siyaset iyi bir sınav veremedi. Bazı siyasal hareketler ise, müftülü, imamlı, namazlı, Kur'an kurslu söylemlerle kötülüğü İslam'a, İslami camialara mal etmeye çalışıyorlar üstelik.
Kötülüğün yayılması, Batı ve Batıcı taşeronların varoluş gayesidir.