Koronavirüs ve Hatırlattıkları

“Savaş bölgelerindeki -kaynakları da gayet iyi bilinen- virüsler yaşamaya devam ettikçe, kurutulmaları da geciktikçe, Korona’lar bize bizi hatırlatmayı sürdürecek…”

Bahadır Kurbanoğlu’nun yorumu:

O Virüs Hepimizin İçinde

Aynı duyguları hissedebildik mi biz de onlar gibi?

Evet evet, o insanları kastediyorum. Hayvanlara yapılmayan muamelelere yıllardır maruz kalanları.

Dünyanın öksüzlerini, yetimlerini, itilip kakılmışlarını, tavuk gibi boğazlananları.

“Eşitlik” artık ideolojilerin ütopyası bir slogan olmaktan çıkmaya yüz tutuyor adeta.

Onlarla eşitlenmeye doğru gittiğimizin farkında mıyız!

Korku…

Güvensizlik…

Beka kaygısı…

Tümünde eşitlenebildik mi bilemiyorum. Sanki az kaldı.

‘Geçsin’ diye bekliyoruz ‘normale dönmek’ için ama gerekli dersleri alabildik mi?

Bilemiyorum.

Savaş bölgelerinde yaşayan insancıkları kastediyorum.

Savaş bölgelerinde ailelerini her gün yitirenleri,

Kaçacak yeri olmayanları.

Ya da yollara dökülüp insanca bir yaşam beldesi arayanları.

İnsan yerine konmayıp sınırlarda gaz bombalarına, kurşunlara maruz kalanları.

Korku, güvensizlik, beka endişesi ile kavrulup hayatta kalmaya çalışanları.

Suriyelileri, Afganlıları, Iraklıları vs…

Düne kadar virüs muamelesi gören insanları.

Virüsü sınırlarından uzak tutmak için çırpınan “medeni” toplumları.

Şimdi ölüm kol geziyor hepsinin tepesinde.

Kimyasala, maruz kalan insanların hissettiklerini yaşıyorlar.

Çaresizlik…korku…güvensizlik…”bu da geçer ya hu” umudu!

Tıpkı savaşın başında beldelerini terketmeyen, terkedemeyen insanlar gibi.

Bir umut…”belki çabuk geçer”

***

Ama bir yere kadar…ya sonrası?

Sonrası, adeta tersine göçün sinyallerini veriyor şimdiden.

Etiyopya’dan, vizeleri bittiği halde ülkelerine dönmek istemeyen İtalyanlar gibi.

Kimbilir? Gün gelip virüsten korunmuş Afrika ülkelerine göç başlayabilir belki de.

Belki de onca Avrupalı demografik olarak başka bir değişimin unsuru haline getirebilir dünyayı.

Ölümden kaçmak, kendilerini ve ailelerini korumak için. Ciğerlerine kimyasal (virüs) bulaşmayacak olan beldeleri yeni hayatlarının imkanı, umudun diyarı olarak bellemek zorunda kalabilirler belki de, kimbilir.

***

Günde açlıktan ölen insan sayısı yirmi iki bin küsur imiş! Rakamla 22.000.

Lüks, şatafat, ısraf, müsriflik, umarsızlık, bencillik…bütün bu “insani” hasletlerin, duyguların, edimlerin bedeli olarak. Tam 22.000. Daha ne istatistikler var, virüsleri sollayan.

Günahlarımızın toplu bedellerini hızla akıp giden kontürler eşliğinde önümüze koyan istatistikler.

Şimdi o istatistiklere dahil olma zamanı geldiğinde, o mazlumlarla eşitlenegeldiğimizi bir parça hissettiğimizde, önce bir şaşkınlık, sonra burnumuzun dibine, kalbimizin tam ortasına yerleşen makus talihin neden gelip de bizi de bulduğuna dair sorular.

***

Aynı korkular, aynı güvensizlik hissi…”Evlerinizde dahi olsanız…” diye başlayan ilahi uyarıları hatırlatıyor.

O insanların bizler için birer imtihan vesilesi olduğunu unutanlarımızla birlikte, içimizden sadece zalimlere erişmeyen bir felaketler zinciriyle karşı karşıya olduğumuzu terennüm etmek aklımıza geliveriyor.

Oysa zaten aileleri bedenleri parçalanan, psikolojik hastalıklara maruz kalan o insanlar da hangi günahın bedelini ödüyorlardı ki.

Hala, bu tarz sorgulamalardan kaçanlarımız var. Komplo teorileri eşliğinde üst akılları suçlayanlar mı istersiniz; yok dijital topluma geçişin provasının yaptırıldığına dair kehanet saçanlar mı?

“Başınıza gelen kötülükler kendi ellerinizin yaptıkları iledir!”

Daha ne densin ki.

Zor mu bu kadarını kavramak? Bilimi, teknolojiyi, araştırmayı bunun karşısına koymak da neyin nesi?

Rohingya’yı, dünyanın gözlerinden kaçıralı bayağı oldu değil mi? Ya D.Türkistan’ı? Oysa kaynağı da sorumluları da belliydi! Tıpkı Bosna’da olacakların daha önceden belli olduğu gibi. Tıpkı Irak’ta, Halepçe’de, Yemen’de olacakların daha önceden belli olduğu gibi.

Suriye’deki mezalimi hangi bilimsel gerçekler eşliğinde tartışıp bitirmeye dair uykusuz kaldık ki?

Kimyasal silahlar kullananları hangi bilimsel hukuki gerekçelere dayalı olarak ellerini kurutmak için gayret gösterdik ki?

Oysa sorumluları da, kaynağı da belliydi!  

Sorumlularına “dur” demedik, diyemedik. Sadece bir “ses” idi vereceğimiz. Hayat telaşesinden umurumuzu sıyırıp “bir ses de benden” diyemedik.

Kaynakları yerinde kurut(a)madık. Hırslarımız, bencilliğimiz, tahakküm yarışımız, kendimize ait gelecek planlarımız virüs olup milyonlarca insanı zehirledi. Oysa kökünü kurutma imkanımız vardı. Bilim de ilim de, teknoloji de, hukuk da yanımızdaydı. Bir, insanlığımız eksikti.

Şimdi ise kaynağını da, nasıl engel olacağımızı da bilmediğimiz bir silah hepimize doğrulmuş durumda. Hepimiz, güçlümüz de zayıfımız da, sarımız da beyazımız da istatistiklere girme ihtimalimiz artınca hatırlamaya meylettik.

İnanın, aynı duygular. Eksiği var fazlası yok. Bu daha yolun başı. Tek fark, hala evlerimizdeyiz! Ya da evlerimizde güven içinde olduğumuzu düşündüğümüz zamanlardan geçmekteyiz.

Hala empati yapmakta güçlük çekenlerimizi tefekküre ve harekete geçmeye davet edelim.

“Savaş bölgelerindeki -kaynakları da gayet iyi bilinen- virüsler yaşamaya devam ettikçe, kurutulmaları da geciktikçe, Korona’lar bize bizi hatırlatmayı sürdürecek gibi” diye nefsimize fısıldayalım hiç değilse.

Kaynak: Ankaraekspresi.com

Yorum Analiz Haberleri

Meşru olanı savunursan karşılığını elbet görürsün!
Türkiye solu neden hala Esed rejimini savunuyor?
Sosyal medyada görünürlük çabası ve dijital nihilizm
İran aparatlarının komik antipropagandalarına vakit ayırmak bile coğrafya için zaman kaybı...
Nasıl ki ilk Müslümanlar tüm zorluklara rağmen direndiyse Gazzeliler de öyle direniyor!