Koronavirüs tartışmalarında uç noktalarda durmamalıyız...

Mikrobiyolog Hilal Balcı, Haziran 2020'de Zafer Dergisi'nde koronavirüse dair ortaya atılan iddialar hakkında kendi yaşadıklarından hareketle bir yazı kaleme almış.

Hilal Balcı / Zafer Dergisi

Covid-19 ve komplo teorileri

Gecenin geç bir saati okulun web sitesinden o dönemki derslerimi seçip kaydımı yaptım. Bir tek seçmeli dersim kalmıştı. Seçmeli dersler Mikrobiyoloji ve Moleküler Biyoloji departmanında Biyokimya, Biyosavunma, Genetik gibi farklı bölümlerden seçilebiliyordu. Akşam saatine denk getirmeye çalıştığım bu tek kredi için Biyosavunma bölümünden ilgimi çeken bir ders bulup ona da kaydımı tamamladım. (Amerikalılar’ın negatif şeyleri ifade etmede yaptıkları kelime seçimleri beni hayran bırakıyor. Dikkat ederseniz bölümün adı Biyosavaş veya Biyosaldırı değil.)

Bir problem olmadan kolaylıkla işimi bitirmenin rahatlığı ile yattım. Ertesi günü daha öğlen olmamıştı ki telefonum çaldı. Arayan dekanın asistanıydı, ve bana dekandan bir mesaj iletiyordu. Ben uluslararası bir öğrenciydim, Amerikan vatandaşı değildim, ve Biyosavunma bölümünden bir ders alamazdım. Dekan tekrar sisteme girip dersi bırakmamı istiyordu. Asistana, bunun yasak olsa, sistemin buna izin vermeyip beni kaydetmeyeceğini söylesem de, sonuçta dersi bırakmak zorunda kaldım. Tabii ki bu olaydan dolayı ders daha da ilgimi çekti. Bu derste ne konuşuluyordu ki yabancı bir öğrencinin bunları duymaması ve öğrenmemesi gerekiyordu?

Bundan bir süre sonra hocamla komşu laboratuvar ile bir projeye başladık. Bu proje için bir laboratuvarda yaptığım farklı ilaçları, diğer laboratuvarda beş farklı tür biyosilah bakteri üzerinde denemem gerekiyordu. Fakat bu ilaçları farklı konsantrasyonlarda bakteriler üzerinde denemek için, öncelikle bakterilerin sevdiği besinleri laboratuvarda pişirip, hazırlayıp, eldiven ve maske ile özel bir bölümde belli sıcaklıklarda, belli bir yoğunluğa gelene kadar onları çoğaltmam gerekiyordu.

Diğer laboratuvarın hocası Dr. Robin, 35 yaşlarında Kanadalı bir biyokimya profesörüydü. Onunla, tekerlekli bir araba önümüzde olarak laboratuvardan çıktık, ve koridorda ilerleyip pek kimsenin girmediği bir odanın önünde durduk. Cebimde kendi hocamın ve Dr. Robin’in laboratuvarını açan kredi kartı büyüklüğünde plastik bir anahtar kart vardı. Fakat benim kartım bu odayı açamazdı. Hoca kendi anahtarını duvardaki, kartla aynı renkteki kutunun önüne doğru tuttu…

Dr. Robin bir keresinde diğer binada, Biyokimya katında bazı işlemleri halletmem için kendi anahtarını bana vermişti. Bütün bir öğleden sonra, bir laboratuvardan diğerine, ondan başka birine geçip, pek çok makineyi kolayca kullanabilmiş, kendimi lunaparkta bir çocuk gibi hissetmiştim. Onun kartı olmadan bunların hiçbirini yapabilmem mümkün değildi. O zaman şöyle bir mana kalbime gelmişti: Bir gün Allah’ın af, fazl ve keremi ile cennete girebilirsem yoksa böyle mi olacaktı? Bu hoca ile aynı okulda idik. Onun tecrübe ve başarıları tabi ki bana göre daha fazla idi. Benim binalarda belli yerlere girebilme iznim vardı. Onun izni ise sınırsız olmasa bile ne kadar fazla idi. Ahirette de cennete girip, komşu olduğumuz insanlar ile erişimlerimiz böyle farklı mı olacaktı? Efendimiz (asm) ve onun yolundan giden enbiya, asfiya, ve evliyanın şefaatlerine nail olabilecek ve onlar sayesinde cennet tecrübemiz de daha yüksek ve güzel olabilecek miydi?

Kapının tık sesi beni geriye döndürdü. Biz gelince aydınlanan oda küçüklü büyüklü derin dondurucular ile doluydu. Dolaplardan birini açıp içlerinde veba mikrobu da olan beş çeşit bakteri numunelerini alıp, arabanın üstündeki kaptaki buzun üzerine yerleştirdik ve oradan çıktık. Bir dönem boyunca bu bakterilerle kendi çocuğum gibi ilgilendim. Onları doğru sıcaklıklarda sevdikleri yiyeceklerle besledim, büyüttüm. Bunu yaparken bana bulaşır mı diye aklıma gelmedi değil. Hatta doktoraya ilk kabul aldığım zaman anneme söylediğimde ilk tepkisi: “Tebrikler!” değil, “Ne! Yine o zehirlerle mi uğraşacaksın yani!” oldu. Bu “zehirler”le uğraşırken anladım ki, elinde böyle potansiyel bir gücü tutabilmek aynı zamanda büyük bir sorumluluğu da gerektiriyordu. Laboratuvarda çalışırken yanımda bazı günler kimse olmuyordu. Elimdekilerle birçok kötü şey ve dikkatsizlik yapmak mümkündü. Neyse, Allah’tan o ara kimse bana bir terslik yapmamıştı. Yoksa üzerine bir damla küçük dostlarımdan sürüp, onlara güzel bir kurabiye ikram edip güler yüzle… Şaka!.. Yine de böyle şeyler yapmayı bilen insanlarla çok da zıtlaşmamak lazım. Kim bilir tedbir amaçlı belki buzluklarında küçük bir tüp zararlı bakteri saklamışlardır.

Kimse görmese, bilmese bile Allah beni görüyordu ya o bana yeterdi. Ve tonton, iyi niyeti ile bunları bana emanet edecek kadar güvenen Hocamı asla bilerek hayal kırıklığına uğratamazdım. Aslında bunun aksi, bilerek bir kötülük yapmak, sadece maneviyattan cahil olmak değil, aslında bilimden de habersiz olmak demek.

Bir tek insana gülümseme bile geometrik olarak toplumda mutluluk olarak yayılıyor, dönüp dolaşıp onu başlatana geri gelebiliyor. Mikroplar da öyle. Çin’de başlayan COVID-19 tüm dünyaya yayıldı. İnsan bir kötülük yapacağı zaman, bu ne tür olursa olsun, kelebek etkisi ile dönüp dolaşıp kendini ve sevdiklerini de vurabileceğini düşünmeli değil mi?

COVID-19 ilk çıktığı zaman çok önemsemedik. Bu virüs ve hastalık çok dayanmaz, ne de olsa “Made in China” dedik. Fakat artık herkes işin ciddiyetini anladı. Korona virüsü üzerine doktorasını WhatsApp Üniversitesi’nden tamamlayanların sayısı 100.000’lere ulaştı. Taç anlamına gelen korona artık dünyanın kralı olmuş , onun sözü dinleniyordu. Buna bağlı olarak önceden televizyonla internet kanallarında yapılan evde kal, dışarı çıkma uyarıları da artık belki değişmeli ve yerine:

-Sayın seyircimiz, bu filmi de bitirmeden önce, namazınızın geç kalıp kalmadığını kontrol etmek ister misiniz?

-Bir tabak makarna daha yemek istediğinizden emin misiniz?

-Mutfağa çayınızı 101. kez tekrar tazelemeye giderken marketten aldığınız fazlaca konserve ve tuvalet kağıdı kutularına takılıp düşmemeye dikkat ediniz… gibi uyarılar verilmeli idi.

Ocak 31, Şubat 29, Mart ve Nisan 3000 gün çekince, karantina ile beraber Korona virüs olarak bilinen SARS-CoV-2 ile ilgili komplo teorileri de artmaya başladı. Bir devletin laboratuvarda virüsü yapıp biyosilah olarak ortama verdiği gibi konular konuşuluyordu.

Eğer bir devlet kendi milleti için aşısını ürettiği Korona gibi bir mikrobu başka bir ülkeye, onu çökertmek veya güçsüzleştirmek için yaymayı düşünse, bunun farklı riskleri var. Dünya bir vücut gibi. Bir parçası acıyınca her tarafı onunla meşgul oluyor. Olayın sosyal ve ekonomik sonuçları da tüm dünyayı vuruyor. Fakat bundan da önemlisi virüsler öyle bir şekilde yaratılmışlar ki, bağışıklık sistemlerini aşabilmek ve yeniden aynı organizmayı enfekte edebilmek için sürekli olarak değişiyorlar. Koronavirüs gibi RNA virüsleri insan DNA’sına göre 1 milyon kez daha hızlı mutasyon geçirerek bağışıklık sistemlerini alt edebiliyorlar. Bir insan bir virüs nedeniyle hasta olsa, veya aşısını olarak ona bağışıklık kazansa dahi virüslerdeki bu değişimden dolayı aynı hastalığa tekrar yakalanabiliyor. Eğer aşı ile bağışıklık kazanmak istiyor ise gripte olduğu gibi belli aralıklarla aşının tekrarlanması gerekiyor. Tabi virüsün nasıl, bulaşıcı ve tehlikeli olmasının ne oranda değiştiğine göre yeni aşılar bulmak gerekiyor.

Ateş olmadan duman çıkmaz derler. Bu dumana sebep olan, hatta birçok bilim adamına da virüsün laboratuvarda yapılmış olabileceğini düşündüren sebepler elbette var.

Bunlardan ilk ve en kolay görüleni Wuhan Viroloji Enstitüsünde yarasalarda bulunan korona virüslerinin inceleniyor olması ve çok vakanın ilk başlangıç yeri olan Balık Pazarının enstitünün çok yakınında bulunması.

SARS virüsünün de ilk önce Çin’de bir laboratuvarda çalışan 2 viroloğun 2 hafta ara ile virüsün kendilerine bulaşması ile yanlışlıkla laboratuvardan dışarı çıktığı, ve dünyaya yayıldığı biliniyor. Yani virüslerin bilim adamları araştırma yaparken kazara laboratuvardan dışarı çıkabildiği hiç olmamış şey değil. Bunun dışında başka şeyler de var:

Eğer virüs laboratuvarda yapılmış ise şu an bilinen virüslerden biri alınıp onun üzerinde genetik mühendisliği yapılması gerekiyor. Eğer bilinen virüslerle yeterli seviyede benzerliği ve genetik mühendisliği ile değiştirilmiş tarafları var ise bu onun laboratuvarda üretilmiş olduğuna delil olarak gösterilebilir.

Salgının başlamasının hemen ardından Çinli bilim adamları SARS-CoV-2 virüsünün gen dizilimini çıkartıp, verileri yayınladılar. Virüsün genomundaki bazı kısımların AIDS hastalığına sebep olan HIV ile ortak olduğu görüldü ve çok insanın şüphelerine neden oldu. Fakat bu ortak diziler virüsler arasında çok yaygın olarak bulunuyor. Yani bu herhangi eski İngilizce bir eserde, ve yeni yazılan bir romanda  “the” kelimesini ortak görüp, bu romanın eski eserden derlendiğini düşünmek gibi. Bunun dışında 2019-nCoV ortaya çıkmadan çok daha önce bu ortak dizilim kısımlarının 4 taneden 3’ü, doğada 3 farklı yarasa virüsünde bulunduğu tespit edilmiş. Bu da 2019-nCoV’nin HIV genom parçaları bir araya getirilerek laboratuvarda değil doğada bu farklı şekillerde bulunan virüslerin mutasyon geçirmesiyle olduğu ihtimalini daha da kuvvetlendiriyor.

Üstteki resim, Covid-19'un elektron mikroskobu altında bir görüntüsü.

Kaynak: Ulusal Alerji ve Enfeksiyon Hastalıkları Enstitüsü'nün Rocky Mountain Laboratuvarları

2019-nCoV bilinen korona virüslere göre yapı olarak farklı. Daha çok yarasa ve bir çeşit karınca yiyen pangolinlerde bulunan korona virüslere benziyor. Eti ve pulları için Çin’e kaçak getirilip satılan hayvanlardan olan pangolinlerde bulunan korona virüslerin SARS-CoV-2’nin ortaya çıkmasından sora, yeni tespit edilmesi de, daha önce üzerlerinde çalışma olmadığı için, virüsün doğada ortaya çıktığına delil olarak kullanılıyor; ve bir noktada bir hayvandan insana, daha sonra da insandan insana bulaştığı düşünülüyor. Bu hayvanın ise ne olduğu hakkında kesin bir bilgi yok.

Pangolin

Pangolin pullarından yapılmış bir ceket

Virüsler, özellikle korona virüs gibi RNA virüsleri arasında gen değişimleri doğada çok fazla gerçekleşiyor. Araştırmacılar SARS-CoV-2’nin yarasa ve pangolin korona virüslerinin bir karışımı olabileceğini söylüyorlar. Bu virüslerin ise insanlarda hastalık yapabileceği bilinmiyordu. Eğer kötü niyetli biri böyle bir virüsü yapmak istese, hastalık yapan patojen bir virüsü kullanma ihtimalinin daha yüksek olduğu düşünülüyor.

Virüsün doğal olduğuna dair gösterilen başka bir bulgu ise, virüsün hücrelere bağlantı kurduğu kısımlarda glikoprotein yapılı bir zırh oluşturabilmesi. Bu zırhın faydası, virüsün herhangi bir bağışıklık sistemine karşı kendini koruyabilmesi. Bilim insanları laboratuvar çalışmalarında test tüp ve petri kaplarında büyütülen virüslerde, korunacak bir bağışıklık sistemi olmadığı için böyle bir zırhın da gelişemeyeceğini savunuyorlar. Bana göre bu çok ikna edici bir delil değil, çünkü bu haliyle bir hayvandan izole edilip laboratuvarda çalışılmaya başlanmış olabilir.

Eğer virüs bir hayvan bedeninde mutasyon geçirip, hastalık yapacak hale gelip, bir insana atladı ise, daha fazla salgınlar beklenilebilir. Çünkü virüs bu patojen hali ile hayvan popülasyonları içerisinde neslini devam ettirip başka noktalarda tekrar insanlara atlayabilir. Eğer patojen olmadan zararsız haliyle bir insana geçip insan bedeninde yavaş yavaş mutasyonlarla hastalık yapar hale geldi ise, yeni salgınların olma şansı daha az.

Şu anda daha bilinmeyen çok şey olsa da bilim adamlarının genel kanısı, insanları eve hapsedip, ekonomileri çökerten ve binlerce can alan bu virüsün bir insan deneyi olmadığı yönünde.

Not: Üstünden hayli zaman geçti ama hâlâ merak ediyorum: O derste ne konuşuluyordu acaba?

Kaynaklar:

1. The proximal origin of SARS-CoV-2, Nature Medicine

2. HIV-1 did not contribute to the 2019-nCoV genome, Emerg Microbes Infect.

Sağlık Haberleri

“Kadın Doğum Hastanelerinde kadın doktor sayısı artırılmalı”
Yurt dışından getirilen ilaçlar için yeni karar
Dijital çağın yeni tehdidi: Beyin çürümesi
McDonald's'ta E.Coli salgını 13 eyalete yayıldı
Sağlığı tehdit eden ürün sayısı 812'ye yükseldi