Yeni Şafak / Ergün Yıldırım
Koronavirüs dezenformasyon ve kahince komplolarla sulandırılıyor
Türkiye ve Arap ülkeleri karşılaştırmalı bir koronavirüs araştırmasında ilginç verilere ulaşılıyor. Sağlık Bakanlığı Toplumbilimleri kurul üyesi Prof. Dr. Veysel Bozkurt yönetiminde yapılan araştırmada, üniversiteliler arasında koronavirüsün komplo teorisi olduğuna inanların oranı oldukça düşündürücü. Arap toplumlarında %46, Türkiye de ise %36 oranlarında üniversiteliler koronavirüsün gerçekliğine inanmıyor. Onu komplo teorisi görüyor. Bu veri bile tek başına alınan önlemlere neden insanların uymadığı konusunda bize epey fikir veriyor. Üniversite gibi bilimle, kanıtlarla ve akılla çalışmalar yapan ve buna göre zihinlerin çalıştığı bir toplumsal kesimde bile insanlar koronavirüsün öldürücü ve tehdit edici gerçekliğine inanmıyor. Halkın geri kalan kısmını varın siz düşünün.
Toplum içinde karşılaştığımız birçok insan bu bilinçle hareket ediyor. Bu nedenle sosyal mesafeye de dikkat etmiyor, maske de takmıyor. Maskeler kollarda, ceplerde, arabalarda, çenelerde dolaşıyor. Maskeyle ve mesafeyle sağlık rasyonalitesine göre ilişki kurulmuyor. Bundan dolayı da koronavirüs yeniden hortluyor. Çevremizde her gün yeni hastalar duyuyoruz. Elbette yaz ayının düğünler, turizm ve seyahat yoğunluğuyla gelen toplumsal akışın hızını da düşünmemiz gerekir.
Koronavirüs genel toplumsal yapı içinde var oluyor, yayılıyor ve yaşıyor. Toplumda rasyonalite düşükse, bilime inanılmıyorsa, doğru ve yanlış bilgi bir birine karışmışsa ve dezenformasyon yaygın ise işimiz epey zor demektir. Koronavirüs burada kolaylıkla yeniden ürer, yayılır ve canlılığını korur. Virüs bir Amerikan icadıdır, insanları korkutmak için yapıyorlar, üst aklın nüfusu azaltma yöntemidir, ilaç endüstrisinin yeni projesidir gibi önermeler yayıldığı vakit insanlar artık akıllarını kullanmıyor. Sadece inanıyorlar. Doktorları takip etmek yerine ve bilim insanlarına itimat etmek yerine çağdaş kahinler olan komplo teoricilerini, yalan haber üretenleri ve mensubiyet duydukları aktörleri takip ediyorlar. Akıl, düşünme, kanıt ve bilim yerine artık siyaset, devletler, güçler, stratejiler bu alanda tek otorite kabul edilmeye başlanıyor.
Bilinçler, bu genel yapıdan etkilenerek hareket eder. Genel yapı akılsal düşünmekten ve objektif bakmaktan kopmuştur. Yine bilgi ve enformasyon ile kurulan ilişki de objektif standartlardan uzaklaşarak hizip, kutup, siyaset aidiyetleriyle bütünleşir. Böylece objektif algılama ve anlama ortadan kalkar. Bu genel enformasyon ve bilgilenme ilişkisi koronavirüs ile mücadelede çok önemli. Çünkü koronavirüs hakkındaki enformasyon ve bilgi de çarpık hale geliyor. Artık onunla başa çıkmak için rasyonel ve bilim tedbirlerine kulak verilmiyor. İnsanlar, kendi şahsi inisiyatifini aşan üst otorite ve yapılara mesele bağlandığı için elinden bir şey gelmeyeceğini düşünür. Ya da zaten bunun tehdit ve tehlikesine inanmaz. İşte burada inisiyatif, irade ve doğru tutum esner, gevşer ve kendisini bırakır. Maskeler cepte, kollarda ve çenelerde tutulur. Sosyal mesafe uyarısında bulunanlara gülünür, dalga geçilir.
Kurumları, hiyerarşiyi ve bilimi yönetmek kolaydır. Zor olan insanların arzularını, içgüdülerini, alışkanlıklarını ve inanışlarını etkilemektir. Alışkanlıklar ve gündelik hayat da bunlardan meydana geliyor. Koronavirüsü en fazla bu alışkanlıklar ve gündelik hayatımızı çevreleyen bu duygular belirliyor. Kontrollü sosyal hayat, bunları koronavirüs tehdidine göre yeniden kendi insiyatifi ile düzenlemek demektir. Kontrollü sosyal hayat, aşırı dezenformasyonun, komplo teorilerinin ve doktorlara itimatsızlığın olduğu süreçte gerçekleşmesi zordur. Bundan dolayı da devletin baskı aygıtları doğrudan müdahale etmek zorunda kalır. Bu da özgürlüklerin kısıtlanması olarak algılanır. Otoriteleşme olarak görülür. Bu yüzden insanları dezenformasyon ortamından, komploculardan, bilim dışı söylemlerden uzak tutmak gerekir. Tıp insanlarının, psikolog ve sosyologların objektif bir biçimde aydınlatma rollerini pekiştirilmelidir. Ölümün, salgının, tehdidin gerçekliğiyle karşı karşıya olduğumuzu hissetmeliyiz. Bununla başa çıkmak için her bir insan tekimize büyük sorumluluk düştüğünü görmeliyiz. Aklımızı ve irademizi kullanalım. Bu bir siyaset de değil, bir komplo da. Bu, insanın tarihte her zaman yaşadığı büyük bir kader, acı, imtihan ve gerçekliktir.
Canı veren de Allah, alan da Allah. Bize düşen canı verene saygı duymak. Canı salgının tehditlerinden korumak, canı verene saygılı davranmaktır. Bu sebeple canın zahiri varlığına şifa verenlere kulak verelim. Gözümüz onlar da olsun. Kalbimiz onlara teslimiyetle sükûnet bulsun. Allah’ın kelamında söylediği biçimiyle “akıl sahiplerinden” olalım ve “ilim sahipleri”ni dinleyelim. Post-modern kahinleri, büyücüleri, sihirbazları değil…