Koronanın Ekonomiye Yansıması: Küresel Resesyon

Mehmet Acet, koronanın ekonomilere etkisini analiz ettiği yazısında, küresel ölçekte bir resesyon/durgunluk durumunun oluştuğunu belirterek mevcut tablonun Türkiye ekonomisi açısından avantaj ve dezavantajlarını değerlendiriyor.

Mehmet Acet’in Yeni Şafak gazetesinde yayımlanan “Koronadan Sonra Ekonomilerin Durumu Ne Olacak?” başlıklı yazısının (30 Nisan 2020) konuyla alakalı kısmı şöyle:

Hafta sonu Kanal 7’de yaptığımız programda Ak Parti Genel Başkanvekili Numan Kurtulmuş’a, “Koronadan sonra dünyanın hali ne olur” diye sordum.

“Dünyada şu anda 255 trilyon dolar borç var” dedi.

“Avrupa’da neredeyse Avrupa Birliği ülkelerinin tamamı Almanya’ya karşı büyük borç içinde” dedi.

“Yapılan tahminler gösteriyor ki, 2020 yılı itibarıyla dünya ekonomisi yüzde 5-5,5 arasında küçülecek. İspanya, İtalya gibi ülkelerde bu küçülme oranlarının yüzde 10’lara varacağı tahmin ediliyor” dedi.

Korona yokken 2020’nin ‘resesyon/durgunluk’ yılı olacağına dair kehanetler yapılıyordu zaten.

Resesyon soğuk bir kelime gibi duruyor.

Türkçeye durgunluk olarak çevriliyor ama ben üstüne bir tercüme daha yapayım.

Resesyon demek, üretimsizlik demek, küçülme demek, en nihayetinde de işsizlik, darboğaz ve kriz demek.

ABD örneği karşımızda duruyor.

Korona nedeniyle ekonomi ‘durgunlaşınca’ birkaç hafta içerisinde 22 milyon kişi işsiz kaldı.

Şu anda dünyanın her tarafından ekonomiler devlet eliyle sübvanse ediliyor. Merkez Bankaları para basıyor, Merkez Bankaları’nın para basmasını normal zamanlarda ‘facia’ olarak gören serbest piyasa ekonomistleri, şimdilerde bundan başka çare yok diye görüş beyan ediyorlar.

Piyasalar şimdilik, ‘V’ biçiminde sert iniş ve sert çıkışla, işlerin yoluna gireceği umuduna yatırım yapıyor.

Koronanın nerede duracağı net değil ama başka türlü bir senaryoyu kimse aklının ucundan bile geçirmek istemiyor.

TÜRKİYE EKONOMİSİ İÇİN AVANTAJ VE DEZAVANTAJLAR

Bu aralar, ülkeleri yönetenlerin aldıkları tutumlar da testten geçiyor.

Bir tarafta, özellikle Avrupa ülkelerinde olduğu gibi halklarına kötümserlik pompalayarak gerilim ortamını tetikleyen tutumlarla karşılaştık.

Öbür tarafta Brezilya’daki Jair Bolsonaro gibi ‘kafasının bir tahtası noksan’ isimlerce yönetilen ve salgın dünyayı olduğu gibi kendi ülkesini de perişan ederken hiçbir şey yokmuş gibi davrananlar var.

Biz de ise Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, işin ciddiyetini görüp buna göre pozisyon alan ama aynı zamanda ileriye dönük umut mesajlarıyla topluma iyimserlik havası yayan bir profil sunuyor.

Erdoğan, Mart ayında Kovid-19 odaklı konuşmalarının ilkinde, “21’inci yüzyıl Türkiye’nin asrı olacak” demişti.

Önceki gün Bakanlar Kurulu toplantısından sonra yaptığı konuşmada ise, “Kriz sonrası yeniden yapılanacak dünyada ülkemizin 2023 hedeflerinin ötesinde bir konuma ulaşabileceğine yürekten inanıyorum” dedi.

Belli ki, bu dönemin dünya genelinde ciddi altüst oluşlara yol açacağı, Türkiye’nin ise, krizleri fırsata dönüştürerek aradan sıyrılacağı yönünde bir beklenti ve bir hedef söz konusu.

Korona sonrası, dünyada yaşanacak olan ekonomik daralmadan Türkiye’nin etkilenmemesi beklenemez.

Türkiye dışa açık bir ekonomiye sahip olduğu için turizm ve ihracatta ortaya çıkacak kayıpların bir maliyet üreteceği ortada.

Avantajlar da var tabi.

Petrol fiyatlarının düşük seviyelerde seyretmesi, özel sektörün yüksek borçluluğuna rağmen, kamu borçlarının güven verici bir oranda olması avantaj olarak görülüyor.

Orta vadede Çin’e karşı gelişen güvensizlik nedeniyle tedarik zincirlerinin değişmesi ve öyle bir ortamda Türkiye’ye şans doğacağı değerlendirmesi de yapılıyor.

Yorum Analiz Haberleri

Meşru olanı savunursan karşılığını elbet görürsün!
Türkiye solu neden hala Esed rejimini savunuyor?
Sosyal medyada görünürlük çabası ve dijital nihilizm
İran aparatlarının komik antipropagandalarına vakit ayırmak bile coğrafya için zaman kaybı...
Nasıl ki ilk Müslümanlar tüm zorluklara rağmen direndiyse Gazzeliler de öyle direniyor!