İstikamet meselesi bu ülkenin iki yüz yıllık tartışması…
"Hangi yöne gideceğiz, nasıl gideceğiz soruları" gelişme, refah, demokrasi, özgürlükler, yaşam biçimi tartışmalarınını kuşatmaktan hiçbir an geri kalmamıştır…
1950'lerde çok partili yaşamı, 1960'larda solu, 1970'lerde sokağı ve toplumu keşfeden Türkiye 1980'li yıllardan bu yana hemen her alanda biraz da dünya konjonktürünün itmesiyle büyük bir hızla yol aldı.
Görece ekonomik istirar, istikrarlı büyüme, toplumsal çoğulculaşma, sınırlı da olsa siyasal libaralleşme, yaşanan kriz ve çatışmalar sonrası elimizde kalan girdilerdir.
Ne var ki tüm bunlar yukarıdaki soruları, bu sorular etrafında yaşanan çatışma ve kutuplaşmaları değiştirmiyor.
Yine "iyi ve olumlu bir hat" yakaladı Türkiye.
İçeriden bakılacak olursa, seçim sonuçları siyasi istikrarı etkilemedi, buna karşın çoğulcu bir tablo ortaya çıkardı. Ergenekon davası askeri kışlasına itti. Yargının ülkenin dört köşesine yayılan siyasi temizlik girişimleri ülkede sivil ve siyasi değerlerin ciddi bir psikolojik üstünlük sağlamasına zemin hazırladı.
Dışarıdan bakıldığında ABD'nin güvenlikçi otoriter Bush dönemini geride bırakması, bölgede yeni bir düzen umudu, Kürt sorununun çözümünde bölgesel gelişmeler ile ülkedeki gelişmelerin paralel seyretmesi, tüm bunlar, Türkiye'nin çıkarları ile demokratik çabaları iç içe sokuyor.
Hangi yöne gideceğiz, nasıl gideceğiz sorusuna bir yanıttır bu iki paragraflık kısa analiz…
Ama madalyonun diğer yüzü de var elbette…
Yorucu olan, tökezleten yüz bu…
Bu yüz hangi yöne gideceğiz sorusuna "aksi ve korku temelli yanıt"lar verdiği için, zaman zaman çağın dilinden uzaklaşan bir eğilim, içine kapanan paranoyolarla malül hal görüyoruz memlekette…
Ve yaşadığımız siyasi çatışmalar temelde buradan kaynaklanıyor.
Bu durum sadece devletin içinde kimi yapılara ya da yapılanmalara işaret etmiyor, aynı zamanda bir zihniyete, köhne bir zihniyete de ışık tutuyor.
İki örnek…
Cemil Çiçek, bakan ve hükümet sözcüsü…
Seçimlerden hemen sonra yaptığı değerlendirmede ülkenin meşru ve yasal partilerinden birisi olan DTP hakkında, kazandıkları illere işaret ederek "Ermenistan sınırına dayandılar…" diyebildi.
Kürt-Ermeni "doğal ilişkisi ve işbirliği takıntısı"nden yola çıkan Kürt meselesini aslında Ermeni meselesi sanan, özünde aşırı Türkçü, kendisine güvensiz bir zihniyetin vardığı bu yeri gösterir bu tutum.
Böyle bakınca, Silivri'den Ergenekon hapishanesinden, Kerinçsiz'den Cemil Çiçek'e gelen destek anlamsız sayılmaz…
Diğer örneği dün verdik, Deniz Bölükbaşı dile getirdi:
Kürt meselesinde çözüm, Ermenistan'la sınır kapılarının açılması, özgürlükler alanının genişletilmesi Batı'nın bölücü ve onur kırıcı talepleri olarak çınlıyor kimilerinin kulaklarında…
Özü şudur:
Değişimden korku, değişim ile Batı'nın taleplerini aynı sanma takıntısı ve değişmez ve esnekliği hiç olmayan bir resmi politika saplantısı, moda deyişiyle Sevr paranoyası…
Her iki bakış, her iki paranoya Türkiye'yi Ergenekonculara mahkum etmiştir.
Hapishanedeki Ergenekon bu görüşlerden yola çıkmıştır…
Ve mahkumiyeti sadece yargı karşısında değil tarih önünde de olmuştur, olacaktır…
Malum köhne zihniyet açısından, bu zihniyeti savunanlar açısından da durum budur…
Obama ziyareti bunları deşti, bir kez daha…
YENİ ŞAFAK