Korkmak

Abdurrahman Dilipak

Herkes korkmalı biraz, önce Allah’tan tabii! Ama umudumuz korkumuzdan, sevgimiz nefretimizden, merhametimiz gazabımızdan büyük olmalı..

Önce de zalimlerden değil, haksızlık yapmaktan korkmalı insan.. Korkmak gerek.. Korku da insani bir şey..

28 Şubat’ta Genelkurmay Başkanı’na bir mektup yazdım. “İrticai eylemleri ben düzenliyorum, yeşil sermaye ile aradaki bağları da ben sağlıyorum” diye.. En tepeye kendimi ihbar ettim ki, kimvurduya gitmeyeyim, bir gece ansızın alıp götürmesinler. Sonra ailem nereye götürüldüğümü bile öğrenemeyebilir diye..

Her gün aleyhime yeni yeni davalar açılıyordu.. Bir günde 5 dayrı davadan ifade verdiğim oldu, haftanın beş günü mahkeme koridorlarındaydım..

Doğan Media’da her gün aleyhime haberler çıkıyordu. Açık açık hedef gösteriliyordum, tehdit ediliyor, hakarete uğruyordum..

Media arenaya dönmüştü. Media tetikçileri ise gladiator rolüne soyunmuştu. Mesela bir hafta sürekli bir kaç gazete, bir kaç televizyon, bir kaç radio aleyhimde yayın yaptılar..

Andıçlanmıştım. Benim açıklamalarım hiç bir yayın organında yer almıyordu.. Mahkemeye veriyorum, sorumlulara yargı işlemiyor, tazminat taleplerim, suç duyurularım geri çevriliyordu. Onlara yönelik sıradan eleştirilerim karşısında hemen tazminat davaları açılıyor, suç duyuruları yapılıyor ve hemen sanık sandalyesine oturtuluyordum.. Ve mahkeme karar veriyordu “Bu ülkede Atatürkü eleştirme cüretini gösterenlerin, laik Cumhuriyeti eleştirenlerin, daha ağır hakaret ve eleştirilere de tahammül etmeyi öğrenmeleri gerekir..”

Çevik Bir mahkemelere yazı yazarak davanın hangi aşamada olduğunu soruyor, gelişmeler ve davanın seyri hakkında bilgi verilmesini istiyordu..

O günlerde küçük kızım ve oğlum okulda Kemalist öğüretmenlerin sözlü saldırılarına uğruyordu.. “Sen de baban gibi mi düşünüyorsun” diye soruyorlardı. “Atatürk’ü sevip sevmediğini” soruyorlardı..

Mahallede komşular ve sokakta oturanlar pencerelerine Atatürk resmi ve Türk bayrağı asmışlardı. Çoğu da korkusundan. Beni tanıyan, seven insanlar aslında. Ama benimle görüştükleri için kendilerinin de fişlenmiş olmasından korktukları için..

Terör estiriyorlardı.. Dönemin İçişleri Bakanı’nı “kazığa oturtmaktan” söz edenlerin, “Süngü tak” diye Kur’an kursuna baskın yaptırmaya kalkanların anladıkları başka bir şey yoktu.
Bir kısım media bunlara alkış tutuyordu. Ya da görmezden geliyorlardı..

“Topyekun savaş” manşeti atanlar da vardı.

Genel yayın yönetmenliğini karargahla karıştıranlar vardı.. Emir alıyor ve tekmil veriyorlardı.. 28 Şubat’ta iktidarı istifaya zorlayanlar kimlerdi? Basın askerler tarafından zorlandığını söylüyor ama, askerler de, basının kendilerini dolduruşa getirdiğini söylüyor.

Media, kraldan fazla kralcı olmuştu. Darbecilerden fazla darbeyi savunuyorlardı..

Şimdi bunlar mı sorgulanmayacak? Eğer bunlar hakkında dava açılmayacak olursa bunlar hakkında suç duyurusunda bulunurum.. O savcılar da suç işlemiş olurlar.

Bu iddianın sahipleri yargıya karşı lobi yapmakla suç işliyorlar.. Korku sanki akıllarını zail etmiş.. Hele o Doğan Media’nın tetikçi bir gazetesi vardı.. Hemen her gün hakaretler yağdırıyorlardı. Kurtul Altuğ hakkımda neler yazdı neler..

Kendilerinden kimsenin hesap soramayacağını düşünüyorlardı..

O günlerde küçük kızım, sokakta ya da arabada asker ya da polis görse hemen saklanıyor, beni çekiştiriyordu, hemen beni alıp götüreceklerini düşünüyordu. Gece geç vakit kapımız çalsa hemen herkes kalkıyordu.. Sokaktan gelip geçenler, köşe başlarında duranlara bakıyorlardı..

Özkök ya da diğerleri eğer korkuyorlarsa ve geçmişte onlardan gerçekten pişmanlık duyuyorlarsa, önce gerçeği anlatmalılar, itiraf etmeliler, özür dilemeliler.. Kamu vicdanına sığınmalılar. Kendilerine bu emri kimlerin verdiğini, bu işin içindeki kripto adamların isimlerini verebilecekler mi? Bu adamların deşifre edilmesine yardımcı olabilecekler mi?

Hâlâ içlerinde bu konuda inadını sürdürenler yok değil.. Peki onlar ne olacak? Uyuyan ajanların yarın yeniden harekete geçmeyeceklerinden nasıl emin olabiliriz?..

Bu işin media, mafia, sermaye, siyaset, bürokrasi, STK ayağı var. DM bunların bir çoğunun içinde yer aldı. Hiç bir şey söylemeyecek misiniz bu konuda?..

Ne Milliyet’te Abdi İpekçi’nin başına gelenleri biliyoruz tam olarak, ne Simavi’lerin Hürriyet’inin nasıl olup da Doğan Grubu’na geçtiğini.. Parasal ilişkileri biliyor muyuz?

Özal suikasti sırasında Hürriyet nerede duruyordu?

Hürriyet darbelerde nerede durdu, bana söyleyebilir misiniz? Şimdi hiç bir şey olmamış gibi karşıma geçip, “Bana hakkını helal edeceksin” diyemezsiniz. Bu işlere bulaşan ne askerine, ne polisine, ne politikacısına, ne media tetikçisine hakkımı helal ediyorum. Tıpkı Erkaya’ya etmediğim gibi, onlara alkış dağıtanlara da etmiyorum.. Dahası millete alçakça darbe indirenlerden de davacıyım.. Tamam, birilerine olan öfkemiz, bizi onlar hakkında adaletsizliğe sevketmemeli. Onların yaptıklarını biz onlara yapmamalıyız. Ama yapanın yanına da kâr kalmamalı. “Cadı avı”, “intikam”, “kan davası” tartışmaları ile kimsenin yaşanan gerçeklerin üstünü örtmeye, dikkatleri başka yöne çekmeye, davayı sulandırmaya hakkı yok. Sadece adalet istiyoruz. Yapanın yanına kar kalmamasına, yargıya karşı imtiyazlı, dokunulmaz statü taleplerine karşı çıkıyoruz, hepsi o kadar. Selam ve dua ile..

YENİ AKİT