Körfez ve Çin ilişkileri üzerine

Taha Kılınç, Çin'in Suudi Arabistan'a gerçekleştirdiği ziyaretten hareketle Çin ve körfez ülkeleri arasındaki ilişkileri değerlendiriyor.

Taha Kılınç / Yeni Şafak

Körfez ve Çin

ABD Başkanı Joe Biden, temmuz ayındaki Riyad ziyareti sırasında “ABD, Ortadoğu’da Rusya, İran veya Çin’in doldurabileceği hiçbir boşluk bırakmayacak” türünden iddialı cümleler kurmuştu. Ancak Çin Devlet Başkanı Şi Cinping’in 7-9 Aralık’ta gerçekleştirdiği Suudi Arabistan temasları, bölgede kendisine boşluk araması gereken asıl ülkenin ABD olduğunu ortaya koydu.

Suudiler, Şi Cinping’e Biden’la hiç kıyaslanmayacak derecede sıcak ve üst düzey bir karşılama merasimi tertip ettiler. İki devlet arasında 30’dan fazla stratejik anlaşma imzalandı. Enerji (Çin hal-i hazırda petrol ithalatının yüzde 18’ni zaten Suudi Arabistan’dan yapıyor), ulaşım, teknoloji ve finans başta olmak üzere karşılıklı anlaşmaların toplam değerinin 30 milyar doları bulduğu kaydediliyor. Şi’ye ayrıca “fahrî doktora” takdim edildi, Suudi basını da günler öncesinden başladığı Çin övgülerini ziyaret boyunca sürdürdü. Şi, Suudi medyası için kaleme aldığı makalede, ikili ilişkilerin gelişimini “Yeni bir dönemin başlangıcı” ifadesiyle yorumladı.

Şi Cinping, Suudi Arabistan ziyareti sırasında -Mısır Cumhurbaşkanı Abdulfettah Sisi’den Filistin Yönetimi Başkanı Mahmud Abbas’a kadar- Arap dünyasının bütün önemli liderleriyle de bir araya geldi. Böylece, özellikle Avrupa ve ABD’ye güçlü bir mesaj verilmiş oldu.

***

Çin-Körfez yakınlaşması, on yıllardır ABD’nin geleneksel müttefikleri olan bölge ülkelerinin yeni politik seçeneklerin peşinden koştuklarını göstermesi açısından oldukça anlamlı. Washington’ın çoğu Ortadoğu başkentindeki ağırlıklı konumu sarsıntı geçirirken, Çin’in (ve Rusya’nın) terazideki hacmi artıyor.

Yaşanmakta olan yakınlaşmanın İslâm dünyasına ve Müslümanlara bakan yüzünde ise, ilk sırada Doğu Türkistan meselesi var. ABD, Doğu Türkistan’da Çin tarafından uygulanan baskı ve asimilasyon politikalarını Pekin’i zayıflatmak için politik bir koza dönüştürdükçe ve kendisi Müslüman dünyadaki nice zulme kayıtsız kalırken -mesela Filistin’de İsrail işgalini sınırsız biçimde desteklerken- Uygur meselesini sürekli kaşıdıkça, ABD’nin çelişkili siyasetlerinden yaka silkerek Çin’le ortaklıklara girişen İslâm ülkeleri de Doğu Türkistan’ı gündemlerinin dışına itiyor. “Müslüman dünya, Doğu Türkistan’a niçin yeterince duyarlı değil?” sorusunun can acıtıcı cevaplarından biri de bu.

***

Cezayir, Libya, Mısır, Cibuti ve Basra Körfezi’nden İran ve Afganistan’a doğru uzanan binlerce kilometrelik bir hat boyunca, Çin’in “kapital merkezli” tesir sahası giderek derinleşiyor. “Kapital merkezli” vurgusunu özellikle yapıyorum, çünkü “Çin’in bütün bu geniş coğrafyaya verebileceği ne var?” sorusunun cevabı burada gizli: Nakit para ve kredi. Çin’in elinde, bundan başka bir koz yok.

ABD, İngiltere, Fransa ve diğer büyük uluslararası güçler, ayak bastıkları coğrafyalara kendi dinlerini ve kültürlerini de götürdüler. Böylece yıllar ve yüzyıllar içinde “Amerikan kültürü”, “İngiliz kültürü”, “Fransız kültürü” vb. çerçeveli atmosferler meydana geldi. İslâm dünyasında bu kültürleri benimseyen elitler oluştu, bu ülkeler adına çalışan ve lobi faaliyetinde bulunan devşirmeler sahneye çıktı. Çin’in bu anlamda dünyaya verebileceği herhangi bir malzeme bulunmuyor. Bu açıdan, bazı yorumcuların büyük önem atfettiği ve hatta korku sebebi olarak gösterdiği “İslâm coğrafyasında Çin etkisi”nin, zannedilenden çok daha sınırlı kalacağını söyleyebiliriz.

Çin’in ısrarla devam ettirdiği Ortadoğu ve İslâm dünyasının merkezine doğru yaklaşma politikası, stratejik bir gerçekliğe de işaret ediyor: Dünyanın burasında fiilen ve aktif şekilde yerinizi almadığınızda, sadece ekonomik bir birikimle yapabileceğiniz fazla bir şey yok. “Süper güç” olmanın şartı, bir ayağını sağlam şekilde Ortadoğu’ya basmak. Çin, bu hakikati fark etmiş görünüyor. Dolayısıyla “Gelecek Asya-Pasifik’te şekillenecek”, “Ortadoğu önemini yitirecek”, “Petrol tükenince, Araplar ortada kalacak” türünden iddialı (!) yorumların, Çin’in kendisinin bizzat Ortadoğu’ya yerleşmeye çalıştığı gerçeği eşliğinde revize edilmesi gerekiyor.

Ancak, yukarıda da işaret ettiğim gibi, Çin’in diğer süper güçlerle kıyaslandığında en zayıf ve dezavantajlı tarafı, coğrafya insanıyla manevî temas kurabileceği bir inancının ve sirayet edici bir kültürünün bulunmayışı. Çin ileride ilahî dinlerle barışır ve kaba bir kapitalist sistemden derinlikli bir kültürel sürece geçiş yaparsa, belki…

Haber Haberleri

Suriye yeni bir hikayeye başlarken bize düşen sorumlulukların farkında olmalıyız!
Sistematik bir katliamı "Bahane" olarak görme hezeyanı
Türkiye’deki Suriyeli muhacirler Halep’e dönmeye başladı
Şeyho Duman vefat etti
BM temsilcisine Hamas protestosu