Körfez ülkelerinin geleceği

Araplar arasındaki birleşme fikri 19. yüzyıldan itibaren Arap milliyetçiliği merkezinde farklı teoriler çerçevesinde tartışılmaya başlanmışsa da, ilk ciddi adım 1945 yılında Arap Birliği Teşkilatı'nın kurulması ile atılabilmiştir.

Başlangıçta Mısır'ın önderliğinde Arap âleminin hukuksal, siyasal, kültürel, askerî sorunlarının gündeme getirilmesi ve bu konulara ilişkin temel stratejilerin ortaya atılması ile yön kazanan teşkilat, hâlihazırda yirmi iki ülkeye varan üye sayısına ve büyük hedeflerine rağmen kendi içindeki ihtilaflara çözüm getiremediği gibi bu meselelerde dış güçlerin müdahalesine engel olamamıştır.

Arap Birliği tecrübesi hem halkları ve yönetim kadrolarını hayal kırıklığına uğratmış hem de Arap coğrafyasında büyük bir boşluğun yaşanmasına neden olmuştur. Bu durum ise bazıları başarılı, bazıları ise daha baştan ölü doğan yeni teşkilatları, ittifaklaşmaları ve gruplaşmaları beraberinde getirmiştir. Nitekim; 1958'de Mısır ve Suriye tarafından kurulan, ancak beş yıl sonra Suriye'nin çekilmesi ile sona eren Birleşik Arap Cumhuriyeti hayali; 1971'de kurulan ve her geçen yıl etkinliğini ve gücünü artıran Abu Dabi, Dubai, Acman, Füceyre, Resü'l-Hayme, Şerce ve Ummül-Kayveyn emirliklerinden oluşan Birleşik Arap Emirlikleri; 1989'da Cezayir, Libya, Moritanya, Fas ve Tunus tarafından kurulan ancak başta Batı Sahara ve Polisaryo meselesi gibi üye ülkelerin kendi aralarındaki anlaşmazlıklarına çözüm bulamayarak varlık gösteremeyen Arap-Mağrip Birliği; 1990'da ilk kez denenen ancak yapay bir tecrübe olmaktan öte gitmeyen ve bugün bir kez daha ayrılmanın gündeme alındığı Birleşik Yemen; 1989'da Irak, Mısır, Ürdün ve Yemen arasında kurulan ancak üye ülkelerin ertesi yıl Irak'ın Kuveyt'i işgali ile yaşanan krize yönelik farklı yaklaşımları sonrasında çöken Arap İşbirliği Konseyi denemeleri bu kapsamda sayılabilecek önemli denemeler arasında yer almaktadır.

Fakat tüm bu işbirliği çabaları arasında diğerlerine nazaran çok daha fazla ön plana çıkan ve gerek siyasal gerekse ekonomik anlamda gücünü artıran örgütlenme Körfez İşbirliği Konseyi olmuştur. Nitekim 1981'de Bahreyn, Kuveyt, Umman, Katar, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri tarafından temeli atılan ve günümüzde, dev bir parasal ve ekonomik güce sahip olan, İran'ın Körfez Devletleri'ne yönelik Şii devrim ihracının, İran-Irak Savaşı'nın, Saddam rejiminin özellikle Kuveyt'e karşı toprak taleplerinin beraberinde getirdiği tedirginliğin gölgesinde kurulan Körfez İşbirliği Konseyi, geride kalan otuz yıl içinde yaşanan tüm krizlere rağmen ayakta kalabilmeyi başarmıştır. Bu haliyle Körfez İşbirliği Konseyi, bölgede yaşanan ihtilaflara azami düzeyde çözüm olabilecek ve dahası Arap âlemindeki birleşme çabalarına model teşkil edebilecek bir yapıya sahip olduğunu ortaya koymuştur.

Konsey üyeleri geçtiğimiz günlerde yapılan Riyad Zirvesi sonrasında ortaya koyduğu gerçekçi politikalar konusunda bir sınav daha vermiş, sahip oldukları gücün bilinciyle bir reel-politik söylem geliştirmiş ve yalnız Batı'ya karşı değil, aynı zamanda İran'a karşı da mesafeli bir tutum izlemeyi başarmıştır. Söz konusu zirveden çıkan en çarpıcı karar, Suudi Arabistan'ın batısındaki konumuyla Körfez ülkelerinin sınırlarının birleştiği yerde bulunan Ürdün ve Konsey'in en uç ülkesi konumundaki Umman'a bile binlerce kilometre uzaklıkta yer alan Fas'a üyelik teklif edilmesi olmuştur. Bu durum Konsey'in uzun vadeli stratejilerinin ve genişleme planlarının yeni bir boyut kazandığını ortaya koymuştur.

Aslında Konsey, kurulmasından itibaren sürekli olarak gümrük birliği, ortak para birimi ve siyasal birleşme konusundaki taleplerin muhatabı olmuştur. Bu konuda özellikle Suudi Arabistan öncü bir rol üstlenmiştir. Ancak bu göstergelerin ötesinde Körfez sınırlarına uzaklığı ve Ürdün'den farklı olarak üyelik konusunda başvurusunun bulunmamasına rağmen Fas'ın Konsey'e davet edilmesi sürpriz olarak nitelenebilecek bir gelişmedir. Bu öneri yorumlanırken Fas'ın 32 milyona varan nüfusu, 710 bin kilometrekarelik yüzölçümü ile bölge devletlerinin çoğundan daha büyük bir devlet olması ve dahası hem Akdeniz hem de Atlas Okyanusu'nda önemli limanlara sahip olması nedeniyle Konsey nezdinde önemli bir konuma sahip olduğunun bilinmesinde fayda vardır. Ürdün'e yönelik hamlede ise Güneybatı Asya'da Arabistan'ın coğrafi uzantısı niteliğindeki konumu, son derece stratejik bir öneme sahip olan Akabe Körfezi ve Limanı'nı kontrol etmesinin etkili olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır.

Zirveden çıkan karar ekonomik yönden zayıf, geliri ağırlıklı olarak turizme dayanan ve bölgedeki halk hareketlerinden dolayı huzursuzluğunu gizlemeyen Ürdün tarafında bir fırsat olarak görülmüş ve sevinçle karşılanmıştır. Fas yönetimi ise memnuniyetini bildirmekle beraber temkinli davranacağının sinyallerini de vermiştir. Fas'tan gelen ilk yorumlar önceliğin Arap-Mağrip Birliği'nin canlandırılması yönünde olacağı, bu itibarla Konsey'in teklifine karşı nihai bir cevap vermemenin tercih edileceğini göstermiştir.

Kuşkusuz Konsey'in Genel Sekreteri Abdullatif el Zeyyani, Riyad Zirvesi'nden çıkan kararda her iki ülkenin sahip olduğu siyasal ve yönetsel özelliklerin rol oynadığını iddia etmişse de kanaatimizce bu gelişmenin arkasında Zeyyani'nin ifade ettiği sebeplerin çok ötesinde önemli gelişmeler rol oynamıştır. Şöyle ki: (1) Arap âleminde birbirine yakın rejimleri aynı çatı altında toplayarak artan halk hareketlerine karşı ortak politika geliştirmek, (2) Birleşik Arap Emirlikleri ile üç adalar sorunu, Körfez ülkelerindeki Şii halk üzerindeki nüfuz kurma çabası ve artan askerî gücü karşısında İran'ın yükselişine karşı koyabilmek için bir set oluşturmak, (3) Birliği önümüzdeki dönemde daha sıkı bir modele dönüştürerek, Arap âleminin 1945'te düşündüğü ancak gerçekleştiremediği konfederal bir yapıyı bir hedef olarak belirleyip uzun vadede hayata geçirmek, (4) Ve Bahreyn'de yaşanan mezhep çatışmalarına son vermek maksadıyla El Cezire Kalkanı adı altında gönderilen Arap askerleri örneğinde olduğu gibi güvenliğin üye ülkeler açısından kırmızı çizgi olduğunu göstermek, Riyad Zirvesi'nde alınan kararlarda önemli rol oynayan unsurlar olarak ön plana çıkmıştır.

Önümüzdeki dönemde Konsey'in, Mısır, Suriye gibi güçlü Arap devletlerinin Arap Birliği Teşkilatı'nda yaşadığı başarısızlıklara karşı yeni bir yapılanmanın ön modeli olarak teşkilatlanması büyük önem taşımaktadır. Fakat her şeye rağmen Konsey, genişleme politikalarını güvenlik ekseninden çok halkın talep ettiği siyasal, sosyal ve anayasal reformları destekleme temelinde sürdürmelidir. Ancak bütün bunların ötesinde Konsey'in siyasal anlamda gücünü artırmasının ve varlığını devam ettirmesinin İran ile yaşanan meselelerin çözümünde yattığı gözden uzak tutulmamalıdır.

ZAMAN