Körfez ülkelerinde kriz bitti mi?

“Suud-BAE ekseninin siyasal eliti (bin Selman-bin Zayid çizgisi) iktidarda kaldığı ve ideolojik farklılıklar baki kaldığı müddetçe de ambargocu ülkelerle Katar’ın aynı çizgide dış politika izlemeleri düşük bir ihtimaldir.”

Sakarya Üniversitesi öğretim görevlisi ve ORSAM Körfez Çalışmalar masasından Mehmet Rakiboğlu, Ûla zirvesi sonrası Körfez krizini değerlendirdi.

Star Açık Görüş Ek’inde yayımlanan yazısında Körfez krizinde kazananlar ve kaybedenlerin kimler olduğunu muhasebe eden Mehmet Rakiboğlu, kriz her ne kadar Katar’a yönelik ambargonun bitmesi sonucunu doğursa da tamamen ortadan kalkmadığını, Suudi-BAE ekseni ile Katar-Türkiye ekseni arasında başta Suriye, Libya, Yemen olmak üzere dış politikada tutum farklılığının devam ettiğini ve dolayısıyla kriz ve gerilimin çeşitli açılardan süreciğini söylüyor.

Mehmet Rakiboğlu’nun yazısının tam metni:

Körfez'de kaybedenler kulübü

Krizin kaybedenleri arasında ilk olarak BAE ve Suudi Arabistan gelmektedir. Krizin mimarları olan bin Selman ve bin Zayid ikilisi, Katar'ın kendi eksenlerine bağımlı bir dış politika izlemesini sağlayamamıştır. Katar'ın yumuşak güç unsurlarından olan Al-Jazeera kanalı yayınlarına devam etmiş, Türkiye'nin Katar'daki askeri üssü de kapatılmamıştır. Krizin ikinci kaybedeni ise Trump'tır.

5 Haziran 2017’de Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri’nin (BAE) önderliğindeki ülkelerin Katar’a yönelik başlattığı ambargo 3,5 yılın ardından 5 Ocak 2021’de sona erdi. Körfez siyaseti ve Körfez İşbirliği Konseyi’nin geleceği hakkında olumlu bir gelişme olarak görülen bu adım, Körfez zirvesinin Suudi Arabistan’ın el-Ula şehrinde imzalanan anlaşma ile tescillendi.

Gerilim sonlanmadı

Körfez ülkeleri arasında imzalanan el-Ula anlaşmasının bölgesel güç dengelerini nasıl etkileyeceği ise henüz netlik kazanmadı. El-Ula’da varılan uzlaşı Körfez’deki aktörlerin bölgesel meselelere farklı bakışlarını değiştirmemekte ve dolayısıyla bölgesel istikrarsızlık ve gerilimin iklimini sonlandırmamaktadır. Bu anlamda 41. Körfez zirvesinde varılan uzlaşı daha çok Joe Biden’ın başkanlığa gelmesine ve İran ile mücadelede Körfez’in tek cephe olmasına hazırlık ve koronavirüsün getirdiği ekonomik tahribatın tamiri için atılan bir adım olarak değerlendirilebilir. El-Ula’da varılan uzlaşının Libya, Yemen ve Suriye gibi çatışma bölgelerine nasıl yansıyacağı ve krizin sona ermesiyle hangi aktörlerin kazanıp hangi aktörlerin kaybettiği soruları ise merak konusudur.

Çatışma bölgeleri: Libya, Yemen, Suriye

Körfez krizinin sona ermesinin çatışma bölgelerindeki dengelere kısa vadede olumlu yansıyacağını beklemek fazla iyimserlik olacaktır. Nitekim Körfez krizi henüz kağıt üzerinde çözülmüştür ve Suudi Arabistan-BAE ekseni Katar ile ilişkileri tam anlamıyla aynı çizgiye getirmemiştir. Suud-BAE ekseninin siyasal eliti (bin Selman-bin Zayid çizgisi) iktidarda kaldığı ve ideolojik farklılıklar baki kaldığı müddetçe de ambargocu ülkelerle Katar’ın aynı çizgide dış politika izlemeleri düşük bir ihtimaldir. Bu anlamda Körfez krizinin sonlanmasının Libya, Suriye ve Yemen gibi iç savaş atmosferinin hakim olduğu bölgelerde farklı politikalar izleyen Suud-BAE ekseni ile Katar-Türkiye ekseni arasındaki gerilime doğrudan olumlu yansımayacağı beklenebilir.

Ayrıca Körfez krizinin çözülmesi, Suud-BAE ekseni Katar’ın bölgedeki arabuluculuk rolü oynamasını onayladığı anlamına gelmemektedir. Krizin sona ermesi, Suudi Arabistan-Katar ilişkilerini olumlu yönde dönüştürmemiş olması, Katar’ın Türkiye ile Suud-BAE ekseni arasında arabulucu rol yapma ihtimalini azaltmaktadır. Dolayısıyla krizin çözümü Libya’da Hafter’i, Suriye’de Esed rejimini finansal, ideolojik ve siyasal olarak destekleyen ve Yemen’i istikrarsızlaştıran Suud-BAE ekseninin politikalarını dolayısıyla da bölgesel güç dengelerinin radikal biçimde değiştirme ihtimali düşüktür. Her ne kadar Libyalı siyasiler Suud-BAE ekseninin Körfez krizini çözüme eriştirmesini Libya bağlamında iyimser bir gelişme olarak görse de, BAE ve Suudi Arabistan’ın darbeci Hafter’e olan uzun dönem yatırımları, eksenin Birleşmiş Milletler destekli siyasal süreci desteklemelerini tercih etmelerini engellemektedir. Öte yandan her ne kadar Körfez krizi resmi olarak sona ermiş olsa da krizden sorumlu veliaht prens ikilisi (Suudi Arabistan’da Muhammed bin Selman, BAE’de Muhammed bin Zayid) iktidardaki koltuklarını korumaktadır. Ayrıca BAE’nin el-Ula zirvesine veliaht düzeyinde katılım göstermemesi de krizin çözümüne dair BAE-Suud ekseni arasında bir farklılığa işaret etmektedir. Dolayısıyla gerek kişisel politik hırslar gerekse ideolojik farklılıklar henüz ortadan kalkmamıştır. Sonuç olarak Körfez krizinin sona ermesinin çatışma bölgelerindeki güç denklemini radikal biçimde değiştirme ihtimalinin kısa vadede oldukça zor olduğu söylenebilir.

Onlar kaybetti

Her ne kadar henüz böylesi bir tespit yapmak zor ve zamansal açıdan erken olsa da krizin kaybedenleri arasında üç aktörü sıralamak mümkündür. Krizin kaybedenleri arasında ilk olarak BAE ve Suudi Arabistan gelmektedir. BAE’nin bir anlamda peşine takılan Suudi Arabistan, el-Ula zirvesine ev sahipliği yaparak krizin sona ermesine öncülük etmiştir. 5 Haziran 2017’de başlatılan suni/yapay Körfez krizinin mimarları olan bin Selman ve bin Zayid ikilisi, Katar’ın kendi eksenlerinde bağımlı bir dış politika izlemesini sağlayamamış, bu anlamda başarısız olmuşlardır. BAE-Suud ekseni Katar’dan talep ettikleri 13 maddeyi de hayata geçirememiştir. Katar’ın diplomatik hamleleri ve kararlılığı, Türkiye ve İran’ın çok boyutlu desteği BAE-Suud ekseninin krizde kaybettiklerini ortaya koymuştur. Bu anlamda Katar’ın yumuşak güç unsurlarından olan Al-Jazeera kanalı yayınlarına devam etmiş, Türkiye’nin Katar’daki askeri üssü de kapatılmamıştır. Dolayısıyla krizin en bariz kaybedeni BAE-Suud eksenidir. Krizin ikinci kaybedeni ise ABD başkanı Donald Trump’tır. ABD krize yönelik üzerinde tek bir politika üretememiştir. Bu anlamda Trump krizin ilk aşamalarında Katar’ın terörü finanse ettiğini ima etmiş ve Katar’a yönelik başlatılan ambargoyu desteklediğini ifade etmiştir. Fakat ABD’deki müesses nizam Trump’ın bu fevri söylemlerini desteklememiştir. Dahası Trump’ın kendi atadığı dışişleri bakanı Rex Tillerson da ambargocu ülkelerin yapay krizini desteklememiştir. Trump-Tillerson arasında yaşanan bu gerilim bir ilk değildir. Daha önce de Trump birçok bakanı görevinden almıştır.

Kriz silah satışı demek

Benzer bir süreç Tillerson da da yaşanmıştır. The Intercept sitesinde Alex Emmons’ın yazdığı bir makaleye göre Tillerson, Suud-BAE ekseninin Katar’ı işgal etme planına ve ambargoya karşı çıktığı için Trump tarafından istifaya zorlanmıştır. Her ne kadar Trump Tillerson’ı görevden aldırıp yerine Pompeo’yu getirse de kriz Trump’ın istediği şekilde ilerlememiştir. Dolayısıyla krizin sona ermesiyle kaybedenler kulübünün ikinci ismi, başkanlık koltuğunu Joe Biden’a kaptıran Donald Trump olmuştur. Her ne kadar Körfez krizini sona erdiren el-Ula zirvesinde Trump’ın damadı ve danışmanı Kushner yer alsa da Trump yönetiminin krizde “arabulucu” rolü oynamadığı bilinmektedir. Trump krizin devam etmesini ve krizin taraflarına daha çok silah satıp para kazanmayı hedeflese de gerek başkanlık koltuğunun gitmesi gerekse krizin sonlanması Trump’ın kaybettiğini göstermektedir. Krizin kaybedenleri arasında İran’ı da zikretmek mümkündür. Tahran yönetimi kriz sayesinde Katar ve Körfez siyasetindeki nüfuzunu artırmıştır. Fakat krizin sona ermesiyle birlikte Katar’ın kriz dönemindeki gibi İran ile yakınlaşma ihtimali düşüktür. Nitekim el-Ula zirvesinde bin Selman yaptığı konuşma İran tehdidine vurgu yapmış ve Katar’ın İran ile yakınlaşmasından rahatsızlık duyduklarını ima etmiştir. Dolayısıyla krizin sonlanmasının arkasında yatan önemli sebeplerden biri Katar’ın İran ile yakınlaşmasıdır. Krizin sonlanmasıyla birlikte İran’ın Körfez’deki fikir ayrışmalarından doğan anlaşmazlıkları güç projeksiyonuna ve fırsata dönüştürme ihtimali azalmıştır. Suudi Arabistan krizi sonlandırarak İran’ın Katar üzerindeki nüfuzunu ve iki aktör arasındaki yakınlaşmanın sonlanmasını istemektedir. Krizin sonlanmasıyla birlikte İran’ın kaybettiği söylenebilir.

Katar’ın zaferi

Krizin kazananları hakkında bir sıralama yapmak zor olsa Katar’ın krizden zaferle çıktığı bir anlamda söylenebilir. Nitekim Katar ambargocu ülkelerin kara, hava, deniz ulaşımlarını kapatmaları ve diplomatik ilişkileri dondurmalarına rağmen kriz boyunca bölgesel ve küresel aktörlerle sürdürdüğü ilişki biçimi ve özellikle Washington’daki lobi faaliyetleri sayesinde krizden minimum zarar ve maksimum fayda ile çıkmıştır. Birçok analist krizin Katar’ı güçlendirdiğini dile getirmiş, ekonomik veriler de bu iddiaları doğrulamıştır. Doha yönetimi ambargocu aktörlerin 13 maddelik listesine boyun eğmemiş, Körfez’de göreceli bağımsız dış politika izleme noktasında kararlı olduğunu bir kez daha ortaya koymuştur. Krizin diğer kazananları arasında Ürdün, Fas, Pakistan gibi Suud-BAE ekseni ile Katar arasında sıkışan ülkelerin olduğu iddia edilebilir. Bu anlamda finansal gücü araçsallaştıran Suud-BAE ekseni mezkur ülkeler Katar ile ilişkilerini sonlandırmaları yönünde baskı yapmaktaydı. Krizin sonlanması ile birlikte Ürdün, Fas, Pakistan gibi ülkeler Suud-BAE ekseni ile Katar arasındaki ikilemden kurtulmaktadır.

Ankara’nın kazanımları

Son olarak krizin kazananları arasında en bariz ülke Türkiye’dir. Türkiye, Suud-BAE ekseninin ambargo politikasına katılmamıştır. Krizin ilk aşamasında arabuluculuk rolü üstlenen Türkiye, Suud-BAE ekseninin 13 maddelik talep listesinde Türkiye’nin Katar’daki askeri üssünün hedef alınmasını doğrudan Türkiye’ye karşı bir hamle olduğunu görmüştür. Bu kapsamda Türkiye, Katar’ın Suud-BAE ekseni tarafından işgal edilme planlarına karşı Türkiye Büyük Millet Meclisi’nden tezkere çıkartarak Katar’a asker konuşlandırmıştır. Ayrıca Ankara yönetimi Katar’a askeri, güvenlik, diplomatik, gıda yardımı sağlayarak Doha yönetiminin ayakta kalması için kritik rol oynamıştır. Dolayısıyla krizin son bulması, Türkiye’nin gerektiğinde kullandığı askeri sert güç unsurlarının başarıyla hayata geçirildiğini ve Ankara’nın krizin sonlanmasından kazanımlar elde ettiğini ortaya koymaktadır. Ayrıca Türkiye, Suud-BAE ekseninin istikrarsızlaştırıcı politikalarına karşı kararlı şekilde durmuş ve bu politikasında da başarıya ulaşmıştır. Nitekim Biden’ın seçimleri kazanmasından sonra Suudi Arabistan Kralı Selman’ın yaptığı açıklamalar ve attığı adımlar ilişkilerin yumuşayacağına dair sinyaller olarak okunmuştur. Körfez krizinin sona ermesi de Suudi Arabistan’ın Türkiye karşıtı politikalarının dozunun düşeceği ve orta vadede sonlanabileceğine dair bir işaret olarak görülebilir.

Sonuç olarak 5 Ocak 2021’de Suudi Arabistan’ın el-Ula şehrinde yapılan Körfez zirvesi, 5 Haziran 2017’de başlayan Körfez krizinin kağıt üzerinde sona erdiğini ortaya koymaktadır. Nitekim gerek krizin mimarları (bin Selman-bin Zayid) çizgisinin iktidarı halen kontrol ediyor olmaları gerekse de Suud-BAE ekseni ile Katar’ın ideolojik, stratejik farklı projeksiyonlara sahip olmaları krizin formaliteden çözüldüğünü göstermektedir. Dolayısıyla krizin çözülmesinin kısa vadede Suriye, Yemen, Libya gibi çatışma sahalarına olumlu yansıması ve bölgesel güç dengelerini radikal biçimde değiştirmesi düşük bir ihtimaldir. Bununla birlikte krizin sona ermesi Trump, BAE-Suud ekseni ve İran’ın güç kaybettiğine, Katar ve Türkiye’nin güç kazandığına işaret etmektedir. Öte yandan Suud-BAE ekseni tarafından baskılara maruz kalan Ürdün, Fas, Pakistan gibi ülkeler içinse krizin çözülmesi dış politikalarındaki sıkışmışlığın bir nebze de olsa sona ermesine ve manevra alanlarının artmasına neden olabilir.

Yorum Analiz Haberleri

Devrim ile derinleşen kardeşlik: Suriye & Türkiye
Meşru olanı savunursan karşılığını elbet görürsün!
Türkiye solu neden hala Esed rejimini savunuyor?
Sosyal medyada görünürlük çabası ve dijital nihilizm
İran aparatlarının komik antipropagandalarına vakit ayırmak bile coğrafya için zaman kaybı...