Körfez ülkeleri ikircikli tutumu terk edecek mi?

Gazeteci Feyza Gümüşlüoğlu, İran-İsrail çatışmasında tarafsız kalmaya çalışan Körfez ülkelerinin, İsrail’in saldırgan tutumu ve İran’ın yükselişine karşı duydukları endişe nedeniyle yaşadıkları ikilemi kaleme aldı.

Feyza Gümüşlüoğlu / Fokus Plus

İran-İsrail ve Körfez’in zorlu ikilemi

Körfez ülkeleri dışişleri bakanlarının Katar’ın başkenti Doha'da 2 Ekim günü acil ve olağanüstü toplanması ile İran Cumhurbaşkanı Mesud Pezeşkiyan'ın Katar Emiri Şeyh Temim ile görüşmek üzere Katar’a yaptığı ziyaretin aynı zamana denk gelmesi dikkat çekiciydi. Bu durum, Nasrallah’ın ölümü ve ardından İran’ın İsrail’e füze saldırılarıyla gerilimin iyice tırmandığı bir dönemde Körfez’in konumunu ve olası bir savaşa nasıl tepki vereceği konusunu da gündeme getirmiş oldu. 

Doha'da düzenlenen toplantıda Katar, Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE), Bahreyn ve Kuveyt temsilcilerinin İran'a Körfez ülkelerinin devam eden çatışmada ‘mutlak tarafsızlığı’ konusunda güvence verdiği ve ABD'nin hava üslerini İran'a karşı kullanmasına izin vermeyeceklerini söylediğine dair çıkan haberler de gözleri Körfez’e çevirdi. 

Altı Körfez ülkesinden oluşan Sünni blok (KİK), İran’a ve bölgedeki Şii vekillerine doğal olarak sempati ile bakmıyor. Nitekim önde gelen Körfez ülkeleri Hizbullah’ı 2016'da terör örgütü olarak tanımlamıştı. Bununla birlikte söz konusu ülkeler İsrail'in gerilimi tırmandırmasına da karşı. Bağımsız bir Filistin devletinin kurulmasının bölgesel istikrar, entegrasyon ve refah için tek yol olduğu konusunda da 7 Ekim’den bu yana daha da güçlenen bir ısrar var. Tüm bu nedenlerle, Körfez açısından oldukça hassas bir dengenin varlığından söz etmek mümkün. 

Suudi Bakan’dan Filistin mesajı  

Suudi Dışişleri Bakanı Prens Faysal bin Ferhan, çarşamba günü Financial Times gazetesinde yayımlanan makalesinde, İsrail-İran çatışmasına doğrudan değinmeden, “Filistin devleti barışın yan ürünü değil, ön koşuludur” diye yazdı. Bu sözler, 7 Ekim tarihine kadar uzunca bir süre konuşulan, ABD teşvikli Suudi Arabistan-İsrail normalleşmesi meselesine dair Riyad’ın pozisyonunu hatırlatma işlevi de gördü. ABD basınında Veliaht Prens Muhammed bin Selman’ın söylediği iddia edilen ‘Filistin meselesiyle şahsen ilgilenmediği’ şeklindeki ifadelerinden sonra bakanın bu ifadeleri kullanması da ayrıca önemliydi. 

Körfez ülkelerinin liderlerinin, ülkelerinde Filistin davasına olan geleneksel halk desteğine rağmen Filistinlilere insani yardım ve siyasi destek dışında somut ve anlamlı bir destek sağladığını söylemek zor. Bu politikanın 7 Ekim’den sonra da değişmediğini görüyoruz. 

Öte yandan İsrail konusunda da ciddi bir tedirginliğin söz konusu olduğu bir gerçek. Daha önce İsrail’le normalleşme adımı atan Körfez ülkeleri (Bahreyn, BAE) ve bu yönde kendisinden uzun süredir adım beklenen Suudi Arabistan, geleneksel olarak bir numaralı tehdit olarak gördükleri İran kadar, artık kendisini durduracak hiçbir gücün kalmadığı, doludizgin saldırılarına devam eden İsrail tehdidini de daha ciddi olarak hesaba katmak durumunda. Katar Uluslararası İşbirliğinden Sorumlu Devlet Bakanı Lulwah el Hatir’in sosyal medyada yaptığı paylaşımda İsrail’i “sınır tanımayan bir canavar” olarak nitelendirerek, “İsrail işgalini bugün durdurmazsak yarın savaş yalnızca Gazze ve Beyrut’u değil tüm Arap şehirlerini vuracak.” sözleri de önemli bir uyarı niteliğinde. 

İsrail'in nükleer tesisler bir yana, İran'ın petrol tesislerini de vurmayı düşündüğüne dair çıkan haberler Körfez ülkeleri için başlıca tedirginlik kaynaklarından biri. Bu açıdan bakıldığında İran’ın durdurulmasını ve dizginlenmesini her zaman isteyen Körfez ülkeleri, İsrail’in durdurulamaz ilerleyişinin ve topyekûn bir zaferinin sonuçlarından da korktukları oldukça hassas bir dönemden geçiyor.  

Körfez ülkelerini bekleyen ikilem  

Son olarak Katar’da toplanan KİK bakanları, Hamas ile İsrail arasında bir ateşkesin krize çözüm olacağı argümanını tekrarladı. Ancak İsrail’in, Katar'ın kilit muhatabı Hamas’ın lideri İsmail Heniyye'yi öldürmesi, Doha yönetiminin bunu başarma umutlarına da ağır bir darbe vurdu. Kaldı ki artık Lübnan’ı da yakan ve başka yerlere de sıçramasından korkulan ateşin Gazze’deki olası bir ateşkesle söneceği de şüpheli.  

Gazze’den sonra Lübnan cephesi için de Körfez ülkeleri, İsrail’i ülkenin egemenliğine saygı göstermeye ve ateşkesi kabul etmeye çağırdı. Bununla birlikte hiçbiri İran'ın İsrail'e saldırısını desteklemedi. Bu da tırmanması muhtemel bir İran-İsrail çatışmasında ‘mutlak tarafsızlık’ konusunda güvence verdiklerine dair çıkan haberleri destekliyor.  

Ne İran’ın ne de bölgedeki vekillerinin güçlenmesini hiçbir Körfez ülkesi istemez. Ancak gelinen noktada İsrail’in dizginlenemez saldırganlığı devam ederse Körfez ülkeleri zorlu bir ikilemle karşı karşıya kalabilir: Bir yandan İran'ın etkisinin uzun vadede zayıflaması bölgede sadece İsrail’in hüküm sürdüğü, kendisini durduracak hiçbir güç olmadan her istediğini yaptığı tehlikeli bir boşluk yaratabilir. Diğer yandan mevcut durum, Körfez ülkeleri için İran'ın zayıflığından faydalanmak ve İran destekli devlet dışı aktörleri geri püskürtmek için bir fırsat da olabilir. 

Bu noktada bölge için asıl kritik ilişkinin İran ve Suudi Arabistan arasındaki ilişki olduğunu söylemek mümkün. 2023 yılında Çin’in arabuluculuğunda başkent Pekin'de iki ülke arasında varılan uzlaşma ile bu ilişki daha sağlıklı bir zemine oturmuştu.  

Suudi Arabistan 11 yıl sonra ilk kez İran Cumhurbaşkanı'nı ağırlamış, İranlı hacıların Mekke ve Medine'ye seyahat etmelerine izin vermişti. Yıllardır anlamlı bir kazanım elde edemediği ve adeta saplandığı Yemen’de Husilerin sınırdan Suudi Arabistan'a füze fırlatmasını önlemek için İran'ın desteğini alma umudu da bu süreçte etkili olmuştu. Tahran'ı bölgesel güvenlik mimarisinin tamamen dışında tutmayı amaçlayan önceki yaklaşımın ters tepmesi, yeni bir yaklaşımı zorunlu kılmıştı. Yıllar önce Katar’a abluka uygulayan Körfez ülkelerinin argümanlarından birinin de Doha’nın İran’la olan çok yakın ilişkileri olduğunu hatırlatalım.  

Körfez – İran meselesi üzerine bir analiz 

Körfez uzmanı Dr. Dania Thafer’in İran-İsrail çatışmasında Körfez’in konumuna dair yazdıklarını özetleyerek bitirelim:  

“Körfez’de pek çok lider muhtemelen Nasrallah'tan çok da hazzetmiyordu ve ölümünü gizli bir memnuniyetle karşıladılar. Ancak şu an öncelikli kaygıları topyekûn bir İran-İsrail ya da İran-ABD savaşından kaçınmak zira bunun sonuçları, Hizbullah'ın yarattığı tehditten çok daha ağır basıyor. Mevcut durum, ekonomilerini ve güvenliklerini de ilgilendiren daha geniş bir bölgesel savaşa dönüşme riski taşıdığından KİK için endişe kaynağı.

Neyse ki KİK ülkeleri İran'la ilişkilerini yakın zamanda normalleştirmenin meyvesini aldı ve İsrail-İran arasında tırmanan çatışmanın potansiyel etkilerinden korundu. Bu normalleşme, çapraz ateşte kalmaktan kaçınmalarını sağladı ve artan bölgesel gerilimlerin ortasında bir siyasi koruma kalkanı sundu. Ancak Körfez'deki hayati petrol ve gaz tesislerinin İran'a yakınlığı, gerilimin uzun vadede devam etmesi halinde bu tesisleri saldırılara açık hale getiriyor. İran-KİK ilişkilerinde son dönemde yaşanan iyileşmeye rağmen, İran'ın KİK'i ABD'nin bölgedeki stratejik varlığının ayrılmaz bir parçası olarak görmeye devam ettiği kabulü halen yaygın. 

Geçtiğimiz yıl boyunca ABD, Körfez'deki çıkarlarını (İran'ın istikrarı bozucu eylemlerine karşı koymak, gerilimi azaltmayı teşvik etmek, kritik su yollarında seyrüsefer özgürlüğünü korumak ve askerlerini güvende tutmak) hep baltaladı. ABD, İran'ı cesaretlendirdi ve bölgesel gerilimlerin tırmanmasına izin vererek kendi stratejik hedeflerine ulaşmayı kendisi zorlaştırdı.”  

Özellikle 5 Kasım seçimi sonrası ABD’nin İran’a yönelik politikasının nasıl şekilleneceği de belirleyici bir unsur olacak gibi görünüyor.

Yorum Analiz Haberleri

Tek çare dinimizi öğrenmek ve yaşamaktır
Siyonizm ve Batı kültürü bütünüyle boykot edilmelidir!
Uluslararası sistem Gazze'de meşruiyetini tamamen kaybetti!
Siyonist çeteyi Siyonistler bu kadar savunamıyor!
“Vadedilmiş Topraklar" işgal rejimi tarafından reddediliyor mu?