Bir lastik reklamında ifade edilen “kontrolsüz güç, güç değildir!” sözünü bir kenara yazalım. Bir arazi aracının kapasitesini anlatmak üzere reklamda kullanılan “güç, saygı uyandırır” sloganını da hemen yanına not edelim.
Saygı ve kontrol meselesinin güçle ilişkisini Türkiye’de ordu üzerinden yaşanan tartışmalarda anlamaya çalışabiliriz. Son dönemde tekrar aralığı giderek artan “laik cumhuriyetin son kalesi TSK ele geçirilmek isteniyor” benzeri sloganların sahipleri şimdiye kadar sahip oldukları pozisyonlarını hangi siyasete borçluydular? Evet, bilindiği üzere “Güçlü Ordu, Güçlü Türkiye” sloganı iktidar sınıflarının her zaman için ana sloganıydı. Milli Güvenlik Siyaset Belgesi’nde geçen “irtica, bölücülük” vb gibi tehditlere nefes aldırmayacak, onları saklandıkları deliklerde enseleyecek, gerekli cezayı verecek gücün adresi tereddütsüz hep TSK’ydı!!
Darbe politikaları yoluyla dört nesildir bütün imkanlar seferber edilerek topluma TSK’nın nasıl ve ne kadar güçlü olduğu bilfiil belletildi. Bu belletme işi burada da kalmadı üstelik. Düzenli olarak kamuoyuna sunulan sözde araştırma şirketleri raporlarıyla TSK’nın güçlü olduğu kadar en saygın kurum olduğu da dikte edildi.
İttihat ve Terakki’nin ihdas ettiği ve Mustafa Kemal’in ideolojisini ve kurumsal kimliğini netleştirdiği politikalar özellikle “Ordu-Devlet” ve “Ordu-Millet” terkibini meşrulaştırmaya odaklanmıştı. Bu politikalar üzerinden ordu, devletten de milletten de hem daha güçlü hem de daha saygın bir statüye yükseltiliyordu.
Gerek ülke içinde gerekse dünya çapında güç ve saygınlık kriteri olarak öncelik TSK’ya veya TSK tarafından karakterize edilmiş haliyle öne çıkarılan toplum modeline veriliyordu. Bunun tipik ama aynı zamanda karikatürize (belki de traji-komik) bir örneğini Londra’da bir kaç gündür yaşanan çatışma haberlerinin Türkiye kamuoyuna yansıtılış mantığında görmekteyiz. Gazete manşetlerine bakılırsa Londra’da yetersiz kalan polis ve diğer güvenlik kuvvetlerinin boşluğunu İngiltere’de yaşayan Türkiye vatandaşları doldurmuş. Şunlar yazıyor gazetenin manşetinde; “Üç gündür süren yağmaya karşı mahallelerini sopa ve döner bıçaklarıyla savunan Türklere övgü yağdırıldı.” İngiltere toplumunu hayran bırakan şey yine durumdan vazife çıkaran güç kullanımındaki baskın karakter yani.
Gücün saygı değil öncelikle en şiddetlisinden korku uyandırdığını tecrübe etmiş bir toplumuz. Güce tapan ve güce taptırmayı bir varoluş sebebi sayan (Türk-Kürt ayrımı olmaksızın) laik-ulusalcı karakterdir. Güce endeksli bu karakterin gerek devlet için gerekse birey ve toplum için adaleti ve merhameti imha etmek üzere öncelikli düşman kategorisine sokması tabiidir. Toplumun kimliğini oluşturan İslami değerlere karşı yapılan saldırılar, kurulan tuzaklar güce tapan mevcut laik-ulusalcı kadro ve kurumlardan neşet etti ve ediyor.
Silahlı bürokrasi tarafından şekillendirilen merkezdeki sermaye, siyaset, akademi ve medya sınıflarının geniş toplum kesimlerinden yükselen hak taleplerini bloke etmek üzere inşa ettikleri statüko ile yürümek mümkün değildir. Güç ve saygı timsali modern bir tabu gibi topluma dayatılan Kemalizmin korunması ve kollanması için orduya da dokunulmazlık hatta kutsiyet atfedilmesi gerekiyordu. Ordunun toplum nezdinde dokunulmaz hatta kutsal kılınması için akıl, hukuk, imaj vd. kadar dini-mistik değerler de devrede tutuldu. Her yol ordunun dört dörtlük güç ve saygınlığını teminat altına almaya çıkıyordu.
TSK’nın bir ordu olarak ordu dışından sivil-siyasi veya hukuki-akademik bir yönetime, denetime hatta tavsiyeye dahi kapalı olmasının makul bir izahı var mı? Genelkurmay Karargahı neden ve nasıl olur da siyasi ve hukuki denetim dışında konumlandırılır? Kozmik Oda veya askeri yazışma, rapor, anlaşma ve arşivlerin gizliliği besbelli ki silahlı bürokrasinin saltanatını korumanın biricik yoludur. “Askeri ancak asker denetler ve askeri ancak asker yargılar” çarpık mantığı ve işleyişi kabul edilemez.
Kontrolsüz ordu, ordu değildir. Kontrolsüz ordu olsa olsa cunta olur, çete olur, darbe yapar. Kontrol edilemeyen ordunun cemaziyel evvelini çok iyi biliriz. Tek Parti Dönemi, 27 Mayıs, 12 Mart, 12 Eylül, 28 Şubat, 27 Nisan, Ergenekon, Balyoz, Sarıkız, Ayışığı, İnternet Andıcı ve daha birçok huhuk dışı eylem ve süreçlerin müsebbibi kontrolsüz ordudur. Unutmayalım ki toplumun güvenliği ve özgürlüğü ordu üzerindeki yönetimi ve denetimi artırmaktan geçiyor.