Dershaneler tartışmasının Hükümet ve Gülen Cemaati arasında bu kadar kesin ve keskin bir ayrışmaya hatta çatışmaya zemin hazırlayacağını net olarak öngörmek mümkün müydü? Çünkü Başbakan Erdoğan’ın süreci bu derece sertleştirip hızlandıracağı tahmin edilecek olsaydı bile F. Gülen Cemaatinin bu kadar üst düzeyde bir direnç göstereceğini hatta karşı atak sergilemekte ısrar edeceğini tahmin etmek çok da kolay değildi.
Yaklaşan yerel seçimler öncesinde Hükümet ile Gülen Cemaati arasında belli bir zamandan bu yana var olan fakat süreç içerisinde giderek derinleşen örtülü gerilim ve rekabet dershaneler tartışmasıyla birlikte açık bir psikolojik harbe dönüşmüş durumda. Ancak bu durum hiç de enteresan olmayan bir biçimde en çok da Kemalist ve Türk-Kürt ulusolcu kesimler arasında büyük bir heyecan dalgası yarattı. Mezkûr kesimler arasında bayram sevinciyle karşılık bulan mevcut tablo için en sık tekrarlanan replik “dosyalar-kasetler patlasın, yesinler birbirilerini” şeklinde sürüyor. Biz şimdiden söyleyelim: Bu tablonun sonunda kendileri için yeniden iktidar hülyaları görenlerin heveslerinin kursaklarında kalmasına pek az bir vakit kaldı.
Çıkmaz Sokak: Şantaj ve Tehdit
Dershanelerle başlayan tartışmaların arka planını konuşmaya başladığımızda Hükümetin İsrail’le yaşadığı gerilimden Mavi Marmara seferine, Mısır’daki askeri cuntayla yaşanan gerilimden Suriye’deki İslamcı muhaliflerin desteklenmesine değin dış politikaya dair birçok ayrışma noktası hatırlatılıyor. Benzer durum iç politikada da görülüyor.
MİT Krizi, Emniyet İstihbarat dairesine yapılan operasyon veya HSYK’yla Adalet Bakanlığı arasında ayrışmayı belirginleştiren kadrolar ve politik tutumların çekişmesi yaşanıyor. Aynı durum Gezi Parkı olaylarıyla başlayıp öğrenci evleri tartışmasına kadar hemen tüm alanlarda Başbakan Erdoğan’ı hem Hükümet politikalarını “radikalizme” doğru kaydırma hem de toplumdaki kutuplaşmayı arttırarak ülkeyi tehlikeli bir girdaba sürüklediği iddialarıyla da gündeme geldi.
Birçok alanda yaşanan ayrışmanın yarattığı gerilim sürecinin yaklaşan yerel seçimlerle ilgisini çok çok aşan boyutu içeride Cumhurbaşkanlığı seçimiyse dışarıda özellikle de Ortadoğu’da Suriye-Mısır ve İsrail’in geleceğiyle alakasıdır. Bunun üzerine özellikle KCK-PKK politikalarında MİT ile Emniyet İstihbarat ve yargı arasında yaşananların bir taraftan Kürt açılımı diğer taratan da Kürdistan Özerk Yönetimiyle bağlanmak istenen çok yönlü anlaşma hazırlıklarıyla paralel gitmesi pek de tesadüf olmasa gerek.
Ergenekon ve Balyoz yargılamalarında askeri vesayetin geriletilmesi ve siyasal-toplumsal iradenin hukukunun tahkim edilmesi hususunda epeyce mesafe kat edildiği bir vasatta 28 Şubat darbe yargılamasının hali pürmelâlini izah etmek pek kolay olmuyor. Üstelik bir de bunların üzerine birkaç aydır Sözcü ve Aydınlık gibi gazetelerde mütemadiyen yayınlanan “Cemaatin elindeki kasetler-dosyalar yayınlanacak” türü provakatif haberler eklenince Başbakan Erdoğan tarafından “hodri meydan” denildi. Başbakan Erdoğan hiç uzatmaya ve izah etmeye gerek görmeden muhaliflerini ilan edilmemiş fakat örtülü olarak en acımasız haliyle derinleşen bir savaşı ilana zorladı.
Yıpratır Fakat Yıkabilir mi?
Gerilimin, rekabetin hatta iktidar mücadelesinin zamanını, mekânını ve araçlarını muhaliflerinin belirlemesine fırsat tanımamakla Başbakan Erdoğan iyi mi yaptı yoksa kötü mü yaptı? Bunu zamanla daha iyi anlarız tabii ki. Lakin dershanelerin kapatılıp kapatılmaması üzerinden başlayan tartışmanın hızla ama şaşırtıcı olmayan bir biçimde “gizli belge” neşriyatıyla karşılık bulması, en üst düzeyde söylemlerin “Firavun, Karun, despot, densiz, hançerleme” gibi sıfatlar etrafında örülmeye başlanması sarsılan dengelerin tarafını işaretliyor sanırım. Mücadele yerel seçimlere doğru belki daha bir sertleşecek. Fakat bu sertleşmenin Gülen Cemaatinin lehine sonuçlanma ihtimalinden ziyade Hükümeti yıprattığından daha fazlasıyla Gülen Cemaatinin aleyhine sonuçlanmasını muhtemeldir.
Kazanan-kaybeden ikilemini, iktidarı elinde tutan veya muhalefete düşen ayrımını esas almak hayırlı ve güzel sonuçları garantilemiyor elbette. Çünkü burada güçler dengesinden önce siyasi ve toplumsal olarak ahlaki olanı kimin temsil edeceği üzerine odaklanmak esas olmalıdır. Hükümetin politikaları kadar hatta ondan daha fazlasıyla Gülen Cemaatinin temsil ettiği değerler, hedefler, araçlar, ilişki ağları ve kullanılan yöntemler yoğun bir şekilde tartışma konusu olacaktır bundan böyle.
Gülen Cemaatine ilişkin unutulan veya maslahat icabı unutulmak istenen bazı söylemler, bir takım misyonlar şimdilik bazı heyecanlar ve ölçüsüz-haksız bir takım kritiklere muhatap olsa da bir zaman sonra daha sağduyulu, tutarlı ve maruf olanı inşa etmek üzere değerlendirilecektir. Aynı şey Hükümet’in askeri vesayetle mücadele adına ertelediği ve konjonktüre göre hem kendi üzerine hem de topluma uygun gördüğü gömleğin siyasi, ahlaki, ibadi ve itikadi boyutlarıyla da tartışılmasını beraberinde getirecektir.
Yaşadığımız gerilimi, kurumlar ve iktidardan önce onları inşa eden değerleri konuşmak için önümüzü açacak bir fırsata çevirebilirsek bu en büyük kazanç olacaktır.