Konsoloslar Neyi Oynuyor?

Ahmet Taşgetiren

Can Dündar - Erdem Gül davasını takibe gelen konsoloslar, çok açık ki, yargıya baskı yapmak için oradalar.

Yine çok açık ki bunu, başkentlerinden bağımsız olarak yapmış değillerdir. Yani bu tavırlarının arkasında her birisinin bağlı olduğu ülkenin politikası vardır. Yani o ülkeler de, Can Dündar - Erdem Gül davasında Türkiye’nin hassasiyetlerini ıskalayan, görmezden gelen, hatta dışlayan bir tavrın içindedirler.

Yine çok açık ki olay, basın özgürlüğü konusundaki hassasiyetin çok ötesinde, hatta Türkiye’nin şu andaki yönetim tarzına karşı tavrın çok ötesinde bir siyasi duruşu ifade etmektedir.

Bu diplomatlar, yaptıkları işin tepki çekeceğini tahmin etmemiş olamazlar. Tayyip Erdoğan’ı azıcık tanıyorlar ise halk zemininde de karşılık bulacağı kesin olan bir tepkiye bizzat Tayyip Erdoğan’ın sözcülük edeceğinden de şüphe duymaları söz konusu olamaz.

“TIR operasyonu” Türkiye’nin Suriye, hatta tüm Ortadoğu politikaları bakımından ne kadar hassas bir konu ise onun devamı mahiyetindeki Cumhuriyet yayınının da o kadar hassasiyet oluşturacağını, diplomasiye adım atan herkes görebilir. TIR operasyonu, nasıl ki, Türkiye’yi DAEŞ’e destek veriyor konumuna düşürmek ve savunma pozisyonuna itmek için kullanılmışsa, Cumhuriyet yayınının da aynı kumpasın bir parçası olduğuna inanan bir ülkede siz, bu kumpasın uzantısı haline geliyorsunuz.. Bunu göze alıyorsunuz. Böyle bir tavır, çok ciddi bir tercihi gerektirir ve o konsoloslar bu tercihi, Türkiye’ye rağmen ve tepkileri göze alarak yaptılar.

Konunun tartışılan bir yönü var:

Diplomatik misyon, şu veya bu ülkede böyle bir davayı mahkemeye giderek takip edebilir mi? Cumhurbaşkanı Erdoğan “Buna hakları yok, konsolosluktan dışarı çıkamazlar” gibi bir tepki verdi. Buna mukabil bizde yabancı diplomatların ülkenin duyarlı olduğu konularda Anadolu’da pek çok vasatta görüşmeler yapıp, raporlar hazırladığı öteden beri bilinir ve o hareketler, çok kanatıcı bir eyleme, söze dönüşmediği durumlarda normal karşılanır. Ancak birçok ülkede de mesela diplomatların casusluk yaptıkları iddialarıyla “persona no grata - istenmeyen adam” ilan edilip sınır dışı edildiği durumlar da olur. Şu bizim olayımızda Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın tepkisi
ne rağmen bu diplomatlar hakkında böyle bir uygulama yapılır mı, şu anda pek ihtimal dahilinde görünmüyor.

Ancak bir kere daha ifade edelim ki, hemen tamamı Batı ülkelerinden olan diplomatlar, böylesine toplu “eylem”i, bir “Batı tavrı” olarak sergileme yolunu tutmuşlar, bununla da Türkiye’ye bir alan daraltma uygulaması gerçekleştirmişlerdir.

Burada, iki eski ABD Büyükelçisi Morton Abromoviç ve Eric Edelman’ın son zamanlardaki “Erdoğan karşıtı” girişimlerini de hatırlarsak, orada bir yerlerde bir fesat oluşumunun geliştirildiğini düşünebiliriz.

Evet, tepki gösterilmesi tabii.

Ancak bu tepkilerin bu “teammüden işlenen eylem”in önünü kesmesi zor gibi görünüyor.

Kaldı ki, bu eylemler önümüze “AB kriterleri” halinde de çıkabilir, yakında ziyaret edilecek olan “ABD normları” halinde de...

Batı’nın damarlarında taa Lozan’da kıran kırana mücadele alanı olarak gerçekleşen bir “Adli kapitülasyon” ruhu dolaşıp durur.

Adli kapitülasyonun bir boyutu yabancılara özel yargılama imkanı elde etmekse, bir boyutu da “Batı politikaları istikametinde davranan medya mensubu, politikacı, aydın vs.”yi koruma alanı içine almaktır.

Bu noktada Batı’nın tavırlarını tolere edilebilecek boyutlara indirgemek, belirli bir pazarlık gücü ile alakalıdır. Terazinin kefesine şu veya bu şekilde güç koyabilmelisiniz, ki bu kapitülasyon ruhunu gemleyebilesiniz.

İşin tabii öteki ayağında, bu kapitülasyon ruhuna kan taşıyan içerideki odakların bulunması vardır. Bunların bir kısmının, böyle bir koruma zırhına kavuşmak için ulusalcılık vs gibi hassasiyetleri de tepeleyip geçmiş olmaları ayrı bir çürümeyi işaret ediyor. Bu çürümeyi duyarlılıkları dibe vurmuş pek çok kimsede ibretle izliyoruz.

Star