Konjonktürel mecburiyetlerin ötesinde Sinvar'ın Hamas liderliği ne anlama geliyor?

Taha Kılınç, İran ile Hamas ilişkilerinin zaruretten kaynaklı olarak bu seviyeye ulaştığına dikkat çekerken Sinvar'ın liderliği sonrasında Hamas'ın geleceğine dair tahminlerini sıralıyor.

Taha Kılınç / Yeni Şafak

Hamas’ın geleceği

İsmail Heniyye’nin İran’ın başkenti Tahran’da şüpheli bir suikasta kurban gitmesinin ardından, İslâmî Direniş Hareketi (Hamas) liderliğine Yahyâ Sinvâr getirildi. Hamas’ı yakından ve içeriden takip edenler için, bu görevlendirme sürpriz değildi şüphesiz. Son birkaç yıldır teşkilât içindeki ağırlığını giderek artıran Sinvâr, Aksâ Tufanı’ndan sonra kitlelere de mal olmaya başlamış bir isim. Dolayısıyla, Sinvâr’ın seçilmesi, Hamas açısından bir tür mecburi istikamet sayılabilir.

“Arap Baharı” adı verilen bölgesel türbülânsın oluşturduğu yeni atmosfer ve bilhassa 2013’te Mısır’da gerçekleştirilen askerî darbenin ardından, Hamas içinde bir ayrışma giderek bariz hale gelmişti. İç politik kaygılarla “Siyasal İslâm’la mücadele” konseptini uygulamaya koyan bazı bölge ülkelerinin Hamas’ı “terörist organizasyon” olarak değerlendirmesi nedeniyle, teşkilât saflarında merhum İsmail Heniyye ile birlikte Yahyâ Sinvâr’ın da dâhil olduğu bir kamp, İran’la yakınlaşmaya başladı. Bazı Arap devletlerinin açık düşmanlığına karşın İran’ın Hamas’a sağladığı destek, bu yakınlığın ana gerekçesini oluşturuyordu. Hâlid Meşal’in içinde bulunduğu diğer kamp ise, Türkiye-Katar eksenine yakın duruyor, hareketin istikbali açısından, Hamas’ın bölge ülkeleriyle ilişkilerinde denge politikası gütmenin daha mantıklı olacağını savunuyordu.

Hem söz konusu Arap devletlerinin gittikçe artan düşmanlığı hem de 7 Ekim’den bu yana İsrail’in Gazze’de uyguladığı soykırımın korkunç boyutlara ulaşması, İran-Hamas ilişkilerini “stratejik ortaklık” seviyesine yükseltti. Nihayet Yahyâ Sinvâr’ın liderliğe seçilmesi, bu durumun somut bir kanıtı olarak karşımızda duruyor. İran mahfillerinin Hâlid Meşal’in yeniden Hamas liderliğini üstlenmemesi için yoğun şekilde kulis yaptığı, Meşal’in de baskılardan dolayı epey bunaldığı biliniyor.

Mevcut atmosferde, Hamas içinde İran’ın desteklediği bir adayın kazanması gayet anlaşılır. Zira Gazze’de yaşanan fiilî durum, “Şimdiye kadar diplomasi ve müzakere kanalları kullanıldı da ne oldu? İnceldiği yerden kopsun!” düşüncesini benimseyen insanların çoğalmasına yol açtı. Keza şu yorum da epey taraftar buluyor: “Arap ve Müslüman kardeşleri, Hamas’ı yeterince desteklemiyor. Hatta birçoğu itiyor, öteki haline getiriyor ve düşmanlaştırıyor. Hamas’a İran’dan başka gidecek kapı bırakmadılar!”

Meselenin “konjonktürel mecburiyetler” kısmını bir yana bırakırsak, İran-Hamas yakınlaşması, teşkilâtın geleceğiyle alakalı bazı durumların konuşulmasını gerektiriyor. Şu üç noktanın anlaşılması, özellikle çok mühim:

* Tahran’dan Hamas’a verilen gürültülü destek, İran’ın Şiîliği İslâm coğrafyasında “baskın atmosfer” haline getirme stratejisinin bir parçası. Şiîliği yaymayı dış politikasının ana eksenine oturtan İran devlet aklı, Filistin meselesini millî emellerinin önünde paravan olarak kullanıyor. Halk tabanında bu yolla kazandığı sempati, Şiîliğin yayılmasına hizmet ediyor.

* İran, Ortadoğu’da desteklediği ve parlattığı hiçbir örgütü, kendi haline bırakmıyor. Bütçesinden iç işlerine, lider seçiminden siyasî programına, ilişkide bulunduğu çevrelerden ideolojik yapısına kadar, yanına çektiği her oluşumu zaman içinde kendisine benzetiyor.

* Hamas’ın marjinalleştirilmesi ve Tahran’ın siyasal bir aparatı haline getirilmesi, Filistin’in geleceğini kurma potansiyeline sahip en büyük Sünnî-İslâmî hareketin dağılması ve parçalanması anlamına gelecektir. Dahası bu durum, Sünnî dünyada karşısında neredeyse hiçbir set kalmayan İran’ın da yayılmacı emellerine hizmet edecektir.

Bir şeyi değiştireceği için değil ama tarih nazarında bir şahitlik bâbında, bu köşede zaman zaman vurguladığım bir hususu tekrarlayarak bitireceğim:

İslâm coğrafyasının içinden çıkmış makul ve meşru hareketlerin farklı sâiklerle şeytanlaştırılıp boğulması, marjinalleştirilmesi veya işlevsiz hale getirilmesi, bu coğrafyanın geleceğine yapılmış çok büyük bir kötülüktür. İsraf edilen bu imkânlar, Müslüman dünyayı içeriden ve dışarıdan zayıflatmaktan başka bir işe yaramayacaktır. Gelecek nesiller, içinden geçtiğimiz şu dönemleri tarih kitaplarında okurken, kaçırılmış nice fırsata ve heba edilmiş potansiyellere bakıp esef edecektir.

Yorum Analiz Haberleri

“Esed’in düşüşüyle Rusya 'süper güç' olmaktan çıktı”
Döktüğün kan yetmedi mi hala utanmadan konuşabiliyorsun?
"Suriye'den bize ne?" yaklaşımını besleyen körlük
Suriye devrimine çarpık ve indirgemeci yaklaşımlar
Yılbaşında normalleşen haram: Piyango