Komşuya uzaktan bakmak

Türkiye'de yaşayan birisi olarak, "Türk medyası" tarafından önceki gün gerçekleşen İran'daki seçimler hakkında çok daha fazla bilgilendirilmek isterdim doğrusu. İran gibi sadece bölge değil dünya siyasetinin de merkezinde yer alan bir komşu ülkede – Azerbaycan gibi "Tek Millet İki Devlet" ya da Pakistan gibi "Tek Millet İki Ülke" sayılmasa da!- olup bitenlere ilişkin daha çok sayıda haber-yorumlar okumalı ve dinlemeliydik.

Ama olmadı; bu isteğimiz bu sefer de gerçekleşmedi maalesef. Bir kere daha büyük ölçüde "ajans" haberleri-yorumlarıyla idare ettik.

Yeni gelmişken bir kere daha hatırlatayım: Ülkemizin "en büyük" , "büyük" ya da "orta büyük" gazeteleri ve televizyon kanalları, İran'da da ne zaman yerleşik muhabir bulundurmaya karar verecek? Daha ne kadar, ülkenin doğusuna ilişkin gelişmeleri batıdan gelen haber-yorumlarla anlamaya ve konuşmaya devam edeceğiz?

"Büyük ölçüde" diyorum, çünkü istisnalar yok değil tabii ki. "Türk medyası", 12 Haziran seçimlerini -benim görebildiğim kadarıyla- doğrudan, yani yerinde, yani olay mahallinde sadece iki gazeteciyle izledi. Bunlardan ilki Radikal'den Ceyda Karan, diğeri ise Taraf'tan Cihan Aktaş'tı. Karan, gazetesinde -şimdilik?- iki gün üst üste yayımladığı haberleriyle Tahran'da neler olup bittiğini bize anlatmaya çalıştı. Aktaş ise, Taraf'ın dünkü sayısında yer alan yazısıyla.

Ben dün gayri ihtiyari olarak Mustafa Özcan'ın köşesine de uğradım gecikmeden. Yakın zamanda Yeni Asya'dan Vakit'e geçen Özcan'ın Ortadoğu (hatta kara Afrika) söz konusu olunca köşesini ziyaret etmenin çoğu zaman yararlı olduğunu düşündüğümden. Özcan İran seçimlerini işlediği yazısında, özellikle Tahran caddelerinde kendisini gösteren kıran kırana kampanyayı Arapça bir deyim aracılığıyla adlandırıyordu. "Kesrü'l azm" denirmiş Arapça'da, yani "kemik kırmaca" bir kampanya. Ama -niçin yalan söyleyeyim- Özcan'ın söz konusu yazısı –her zaman olduğu gibi- epeyce malumat barındırmasına rağmen, aklımdaki soruların hemen hiç birine cevap vermiyordu.

Aklımdaki sorular özetle şunlardı:

- Tamam bir seçim olmuştu ama bu nasıl bir "seçim"di?

- Tamam Musavi (bu adayın adını-nedense- CNN gibi bazı televizyon kanalları ısrarla "Musevi" olarak telaffuz ediyorlar) "reformist" bir adaydı ama nereye kadar? Desteğini aldığı Hatemi ile kıyaslandığında hangi konumdaydı?

- Ülkede süren ağır ekonomik krize ve "özgürlüksüzlüğe" rağmen Ahmedinecad niçin bu derece destek buluyordu?

- İran'da "seçim" ile belirlenecek cumhurbaşkanı dışında varolan yerleşik düzenin kurumları (Ceyda Karan bunları şu başlıklar altında sıralamış: Dini Lider, Uzmanlar Konseyi, Meclis, Anayasa Koruyucular Konseyi, Düzenin Yararını Teşhis Konseyi, Yargı Sistemi) yerlerinde dururken, sokaklara taşan bu seçim coşkusu nasıl yorumlanmalıydı?'

- Mehdi Kerrubi'nin, bir molla olmasına rağmen, bazılarınca Musavi'den bile daha reformist, daha özgürlükçü bir aday olarak değerlendirilmesini nasıl anlamak gerekiyordu?

Ve de tabii bu ve benzer sorular bir yana, en mühim şu soru:

"İran devrimi" neredeydi ve nereye doğru yol alıyordu? "İran devrimi", otuz yıl önce ateş alırken akıllardaki ve hayallerdeki ülke bugünkü İran mıydı?

Doğrusu "Türk medyası"nda bu konuda da çok arandım ama fazla bir şey bulamadım.

Bu durumda, yukarıda sıraladığım soruların -sonuncusu hariç- değerlendirilmesini yarınki yazıya bırakıp, bugün sadece son soruyu bu konuda önümde duran tek metin olan Akif Emre'nin "İran seçimlerine nasıl bakmalı?" başlıklı yazısından alıntıladığım şu birkaç cümle ile cevaplıyorum:

"Bunca çok sesliliğe rağmen İran devrimi kendini ne kadar yenileyebilmiştir? Ya da İran'daki fikir ve düşünce özgürlüğü sistem dışı arayışlar bir tarafa, kendini yenileyecek bir enerjinin üretilmesine, açığa çıkmasına imkan verecek düzeyde midir?"

"Adalet ve özgürlük adına milyonları meydanlarda buluşturan, despotik şah rejimine karşı bağımsızlık ve adalet isteyen kitlelerin çağrısına İslam devriminin nasıl bir cevap ürettiğini devrimin kurucu kadrolarının düşünmesi gerekir."

"İran devriminin sanat, edebiyat, sinemada gösterdiği açılımı özellikle siyasal alanın tanımı, toplumsal ve bireysel talepler konusunda devrimin başta ilan ettiği ilkeler çerçevesinde bundan sonra nasıl bir çözüm üreteceği konusu aslında devrimin de gelecek sorunudur…"

YENİ ŞAFAK