Mensur Akgün / Karar
Amerika bizi işgale mi geliyor?
Başlıktaki soru saçma fakat tartışma derin. Farklı kesimlerden kanaat önderleri, aklı başında olduğunu düşünebileceğimiz insanlar deprem nedeniyle gerek olursa diye Doğu Akdeniz’e sevk edilen bir ABD görev gücünü işgalle ilişkilendiriyor, Türkiye’nin zayıf düşmesiyle Amerika’nın müdahale edeceğini ima ya da iddia ediyor.
Bazıları eminim samimi, gerçekten endişeli. Amerika’dan ve müdahaleler konusunda parlak olmayan sicilinden çekiniyor. Bazılarıysa Ermenistan’dan İsrail’e, Amerika’dan Yunanistan’a 70’i geçen ülkeden gelen insani yardımla, 6 bin 636 kişilik çok uluslu arama kurtarma ekibinin canla başla çalışmasının görülmesiyle erozyona uğrayan dış güçler korkusunu canlı tutmak, muhtemelen de yaşadığımız sorunları unutturmak amacıyla bu koza sarılıyor.
Oysa ne Amerika’nın böyle bir niyeti var, ne de niyeti olsa Türkiye’ye müdahale edebilecek gücü. Çoğu kayıtsız şartsız iktidar yanlısı kanaat önderleri belki farkında değil ama depremlere ve yaşadığımız insani trajediye rağmen Türkiye hem dünya siyaset sahnesinde, hem de askeri alanda güçlü bir ülke.
Hiç korkmasınlar kimse bizi işgal etmeye kalkamaz. Bırakın NATO üyeliğini ve Türkiye’nin kozlarını bir yana kimse cesaret edemez. Eğer maksatları iktidarlarını korumaksa ifrata varan senaryolarla ilgiyi başka yerlere çekeceklerine sahada ortaya çıkan sorunların üstüne gitsinler, geçmiş kadar geleceği de kurtarmaya, insanların acılarını paylaşmaya çalışsınlar.
* * *
Sanal dış düşmanlarla kendilerini yoracaklarına biraz derslerini çalışıp aslında AFAD’ın BM tarafından benimsenen, bizim de üyesi olduğumuz Sendai Afet Risk Azaltma Çerçevesindeki 3 amacı, 21 hedefi ve 225 eylem planını dikkate alarak üç yıl önce Maraş için bir risk azaltma planı hazırladığını yazsınlar. Yaşanan depremlerin büyüklüğünü, diğerlerine benzemezliğini anlatsınlar.
Yapmaları gereken sorunları örtmeye çalışmak yerine üstüne gitmek olmalı. Belli ki koordinasyon eksikliği ve güvenlik açığı başta olmak üzere deprem bölgesinde çok sorun var. Dün itibarıyla enkaz altında hala kurtarılmayı bekleyenler insanların olması onları bile düşündürüyor olmalı. Sokaklarda yatanlar, türeyen çeteler ve her türlü dolandırıcılar da öyle.
Güvenlik gerekçesiyle yardım ekiplerinin geriye çekilmesi Türkiye’ye yakışmayan çok ciddi bir meydan okuma. Dün Avusturya ve Almanya arama kurtarma ekiplerinin farklı gruplar arasında çatışma nedeniyle faaliyetlerini askıya almasını en iktidar yanlısı gazeteciler, kanaat önderleri dahi sanırım dikkate almak durumunda.
Mikro düzeyde de yapılması gereken çok şey mevcut. Daha önceki kurtarma faaliyetlerine katılanlar çöplerin hastalık yayabileceğine, plastik su şişelerinin üstünün örtülmesinin şart olduğuna, iyi niyetli yemek dağıtma teşebbüslerinin sağlık sorunları çıkartabileceğine, mesela tavukların bozulabileceğine işaret ediyor. Salgın hastalık olasılığı da başlı başına bir problem.
Ayrıca uzmanlar da İstanbul depreminin eli kulağında diyor. Türkiye bir yandan depremden zarar gören yerlerini yeniden inşa ederken deprem kuşaklarının üstünde konuşlu, fırsatçılıkla rüşvet, popülizmle siyaset arasına sıkışmış şehirlerinin, kasabalarının, köylerinin bina stokunu gözden geçirmek, acil eylem planları hazırlayıp geç kalmadan uygulamaya koymak zorunda.
Akademik nitelikli yayınlardan 11 yıl öncesinde yapılan çalışmaların Türkiye’deki 28.6 milyon konutun en az 1.5 milyonun standart bir depreme dayanıklı olmadığını gösterdiği anlaşılıyor. Bu sayının zaman faktörü ve yaşadığımız, dolayısıyla da yaşayacağımız depremin büyüklüğü nedeniyle çok daha arttığını söylemek abartı olmaz.
Zaten iki yıl önce Boğaziçi Üniversitesi Kandilli Rasathanesi ve Deprem Araştırma Enstitüsü tarafından hazırlanan raporda 7.5 şiddetindeki bir depremde İstanbul'daki 1 milyon 164 bin binadan 13 bin 492’sinin çok ağır, 39 bin 325’sinin ağır, 136 bin 746’sının orta, 300 bin 963’nün ise hafif hasar alması bekleniyor denmişti.
* * *
Bizim ülke olarak komplolarla, olmayan işgal tehditleriyle vakit kaybetme lüksümüz yok. İstanbul’u nasıl kurtaracağımızı, ekonomiyi ne şekilde ayakları üstüne oturtacağımızı, depremlerle yerle bir olan koskoca bir bölgenin yeniden inşasını hangi imkanlarla yapacağımızı düşünmemiz gerekiyor. Hepsinden önce de geçici barınma sorununu aşmak zorundayız.
Böylesi zamanlarda siyasetin de siyaseti anlamlandıran, meşrulaştıran “iletişimcilerin” de ötekileştirici değil kapsayıcı, kucaklayıcı olması şart. Türkiye’nin de onun yönetimindeki iktidar bloğunun da geleceği ulusal ve uluslararası dayanışmaya bağlı. Bırakın sivil toplum örgütleri de, belediyeler de, yardımımıza koşan ülkeler de rahatça çalışsın.
Onları rahatsız değil takdir edelim. Verdikleri katkılara müteşekkir olalım. Daha çok insan kurtarsınlar, tedavi etsinler, yeniden inşa için sorumluluk alsınlar. Dünya Bankası bize daha çok kredi versin. AB kaynaklarıyla daha iyi, daha sağlam evler inşa edelim. Cumhurbaşkanı’nın bir yılda yaparız müjdesini verdiği şehirleri vergilerimiz kadar onların sağlayacağı imkanlarla kuralım.
ABD, 1999 depreminden sonra olduğu gibi yine destek versin. Dayanışma ruhu aramızdaki diğer sorunların çözümüne yardımcı olsun. Unutmayalım ki bu felaketin yönetiminde bir başarı sağlanacaksa hep birlikte sağlanacak. O da Türkiye’nin hanesine yazılacak. Geçmişin hataları, alınmayan tedbirler de tabii ki eleştirilecek. Görevini ihmal edenler, binalarını standart altı inşa edenler de umarım cezalandırılacak…