Komploculuk Tuzağı

Taha Kılınç, yazısında İslam coğrafyasıyla alakalı hemen tüm gelişmeleri İsrail ve ABD ile açıklayan,  “dış güçler”in izni ve dileği olmadan bölgede adeta bir yaprağın dahi kımıldamayacağını savunan komplocu tasavvurun çıkmazlarını irdelemiş.

Taha Kılınç’ın Yenişafak’taki köşesinde yayınlanan konuyla alakalı bugünkü (14 Temmuz 2018) yazısı şöyle:

Yoksa, Tam da Böyle mi Oldu?

Geçtiğimiz günlerde, bir kitap değerlendirme toplantısındaydık arkadaşlarla. Kudüs, Filistin, İslâm dünyası ve genel ahvalimize dair hasbihal ederken, ortamdakilerden biri, “Aklıma takılan bir şey var. İsrail gerçekten söylendiği kadar güçlü mü? Bu devletin hiç mi zaafı ve kör noktası yok? Müslümanlar olarak, İsrail’in gücünü ve etkinliğini biraz abartıyor olabilir miyiz?” minvalinde bir soru sordu.

Bu önemli ve hayati sorunun cevabını verebilmek için, oldukça geniş bir çerçeve çizmem gerekti:

Sadece İsrail değil, genel anlamda Batı dünyasıyla ilgili, biz Müslümanların zihinlerinde epey bir birikim var. Karşımızdaki cepheyi yekpare bir düşman olarak tasavvur ederken, bu düşmanın bizim her şeyimizi bildiğini, İslâm dünyasındaki bütün olayları en ince ayrıntısına kadar planladığını, onlar istemezse buralarda hiçbir şeyin olamayacağını, olan her şeyin de ancak onların müsaadesi ve yönlendirmesiyle olabileceğini düşünüyoruz. En azından, kâhir ekseriyetin tasavvuru bu yönde.

Arap Baharı’nı böyle okuduk. “Her şeyi onlar planladı” dedik. Yerel faktörleri ve halkların şikâyetçi olduğu noktaları göz önüne almadık. İslâm coğrafyasındaki bütün hareketliliklerin ana müsebbibi olarak Batı’yı (bu arada elbette İsrail’i de) işaret ederken, bu toprakların insanlarının iradesini yok sayma hatasına düştüğümüzü de göremedik.

Sadece bugünü değil, Osmanlı’nın yıkılışını bile böyle değerlendirdik. “İngilizler yaptı” deyip özetleyiverdik koca imparatorluğun dağılışını. Bizden bir sorumlu bulmak gerektiğindeyse, suçu Araplara yıkıp geçtik.

Herhangi bir olayda, suçluyu hemen hazır ettik. Minicik bir kasabada seçim kaybetsek, “Siyonistlerin oyunu” bahanesini heybemizden çıkardık. Şirketlerimiz iflas etse, suçu “dış mihraklar”a bulduk. Bütün iyilikleri ve güzellikleri kendi başarı hanemize yazarken, kötülükleri ve terslikleri yabancılara havale edip işin içinden çıktık.

Dış mihrakların, Batı’nın ve İsrail’in İslâm coğrafyasıyla ilgili elbette planları, programları, projeleri var. Gizli-açık, zaten bu ajandalarını uygulamak üzere adımlar atıyorlar, önlemler alıyorlar. Gördüğümüz ve görmediğimiz halde hissettiğimiz sayısız işaret, durumu ortaya koyuyor.

Ancak her şeyi onlara yıktığımızda ve her türlü hareketlenmede aktör olarak onları gösterdiğimizde, önümüze şöyle iki tehlike çıkıyor:

Birincisi, az evvel işaret ettiğim gibi, “Peki, bütün bunlar olurken, Müslümanlar ne yapıyordu? Aklı başında kimse çıkmadı mı? Neden hep onların dediği oldu? Sonuca etki edecek hiç mi davranışımız, hazırlığımız yoktu?” sorusu havada kalıyor.

İkinci daha önemli bir tehlikeyse, bu tasavvurun, Müslümanlar olarak iman ettiğimiz “ilahi takdir ve hikmet” boyutunu yok sayması. Her şeyi Batı, İsrail, ABD vs. planlıyorsa ve milim şaşmadan hep onların dediği oluyorsa, iman ettiğimiz “ilahi müdahale” hiç gerçekleşmiyor mu? Takdir, kader, tarih ve coğrafyada ilahi tasarruf gibi konular, artık tamamen mazide mi kaldı?

Düşmanın hilelerinden elbette haberdar olacağız. Gözümüzü kapatmak, hileleri yok saymak, her şeyin kendi kendine yaşandığını zannetmek, makul ve mantıklı değil. Ama bunun tam öbür ucuna savrulup, Müslümanların irade ve birikimlerini yok sayarak ipleri tamamen Batı’nın ve batılın eline teslim eden bezgin bakış da büyük bir tehlike. Müslüman denge insanıdır. Bu konuda da denge ve itidalli düşünmek şart.

Her şeyi karşı tarafa ihale ve havale etmenin, bizleri özeleştiri, çok çalışma, hataları düzeltme ve tarihten ders alma külfetlerinden kurtardığı doğru. Fakat kurtulmaya çalıştığımız bu külfetler, aslında başarının ve zaferin de altın anahtarları konumunda.

***

Bu sohbetin ve soru-cevabın hemen akabinde, şu malum sapkın güruhun liderinin enselendiği haberi geldi. Gözlerimizin önünde gerçekleşen onca rezaletin ardından, gözaltına alınmasını ve liderlik ettiği grubun hedefe konmasını “İngilizlerin oyunu” olarak açıklaması, yukarıdaki hasbihalimizin de özeti yerine geçti.

Malum güruhu, 1990’larda bilhassa Yahudilik ve Masonluk hakkındaki yayınlarıyla tanıdık. Türkiye’de hemen her eve giren o kitaplarda çizilen portre, “Dünyayı yöneten, kendisinden habersiz kuş uçmayan, İslâm coğrafyasını parsel parsel planlayan, her şeye kadir bir İsrail” çerçevesiydi. Sözde “büyük oyun”a karşı bizleri uyaran tüm o kitaplar, okunup bitirildiğinde aslında “Bize bir şey yaptırmazlar. Adamlar dünyanın tek hâkimi” düşüncesini Müslümanların kafalarında kökleştirmekten başka bir şey yapmıyordu. “Her olayın altından İsrail ve Yahudi çıkar” cümlesiyle de özetleyebileceğimiz bu mantık, “Dünya düzeni ve Yahudiler” ana fikirli yazı, konuşma ve sloganlarla, beynimize iyice kazındı.

İsrail yönetiminin ve Siyonizm’in ağababalarının yerinde olsam, her şeyi Siyonistlere bağlayan ve dünyada Siyonistlerin mutlak hakimiyetinin olduğunu savunan kitapları, en lüks şekilde bizzat basar ve bütün İslâm ülkelerinde bedava dağıtırdım. Tek kurşun atmadan, Müslüman zihinleri teslim almanın en kısa yolu.

Yoksa şahit olduğumuz şey, tam da bu muydu?

 

Yorum Analiz Haberleri

Yapay zeka statükocu mu?: ChatGPT'de cevaplar neye göre değişiyor?
Devrim ile derinleşen kardeşlik: Suriye & Türkiye
Meşru olanı savunursan karşılığını elbet görürsün!
Türkiye solu neden hala Esed rejimini savunuyor?
Sosyal medyada görünürlük çabası ve dijital nihilizm