Yasin Aktay’ın Yeni Şafak gazetesinde yayımlanan yazısı (6 Eylül 2021) şöyle:
AFGANİSTAN’DA SIRA ÇİN’DE Mİ?
Bu sorunun ilk uyandıracağı başka bir soru tabii ki “neyin sırası?” olmalı. Şöyle anlatalım:
ABD’nin Afganistan’dan çekilmesi etrafında harekete geçen komplo teorilerinin bir yüzü hala ABD’nin gücüne olan imanlarını tazeleyecek argümanlar ve akıllar peşinde. ABD’nin her şeye rağmen bir plan dahilinde çekilmiş olduğuna o kadar inanıyorlar ki, ABD’nin bu çekilmeyle dünyada maruz kalmış olduğu imaj yıkımı, itibar kaybını bile bu planın yatırımı olarak düşünebiliyorlar.
Varsın öyle düşünmeye devam etsinler. Ancak ABD’de hiç kimse böyle düşünmüyor. Bırakınız dünyaya verecekleri imajı kendi içlerinde bu çekilmenin aktörleri kendi siyasi kariyerlerini büyük bir riske sokmuş durumda. Böyle ağır bir bedel ödemeyi göze almaya değecek nasıl bir plan olabilir ki?
Bu arada belirtmemiz gerekiyor, ABD’nin sahada savaşı kaybettiği doğru olsa da, hatta savaşta hezimete uğramış olsa da, bu onun gücünün bitmiş olduğu, hegemonyasının sonuna gelmiş olduğunu göstermiyor. Dahası, ABD Afganistan üzerindeki planlarından, buraya dair hesaplarından tamamen vazgeçmiş değildir. ABD’nin belki sahada Taliban’a rağmen Afganistan’da bir düzen kurma ve iktidar sürdürme konusunda devasa gücü yetersiz kalmıştır. Ancak bu onun hala en yıkıcı güce sahip olduğu ve sahip olduğu birçok araçla dünyanın birçok yerinde en etkili operasyonları yapacak kabiliyete sahip olduğu gerçeğini değiştirmiyor. Ayrıca Afganistan ile bundan sonra bir ilişkisi olacaksa bu da Afgan halkının iradesine ve egemenlik hakkına saygı çerçevesinde olmak zorundadır ve bu çerçevede de sürdürebileceği çok ilişkisi ve yapabileceği çok hesabı olabilir. Ancak bu hesaplar artık işgalci bir güç olarak değil ABD ve Afgan yönetimleri arasında eşit ve meşru bir ilişki düzeyinde gerçekleşecek
Komplonun diğer yüzünde ise Taliban’ın kazanmadığı, onun yerine Çin’in veya Rusya’nın kazanmış olduğuna inanmamız isteniyor. Burada hiç sorgulanmayan imanın kırmızı çizgisi gibi görülen şey ABD’nin kaybedemeyeceği, Taliban’ın da bu ilkel haliyle kazanamayacağıdır. Taliban’ın başarısının ardında bir Çin desteğinin var olduğunu düşündüren tek şey neticede ABD’nin boşalttığı mevzilerden Çin’in veya Rusya’nın kazançlı çıkacağı düşüncesidir. İşin bu kısmı elbette yanlış değil. ABD çekilince Çin Afganistan ile iyi ilişkiler kurarak ülkenin madenleri üzerinde planlar yapabilir, Afgan yöneticileriyle bir alışverişe girebilir ve bundan dolayı uzun vadede çok kazançlı çıkabilir. Ancak bu, savaşan ve savaşta kazanan tarafın Çin olduğunu göstermiyor.
Bu işin sonunda ABD’ye karşı savaşı kazananın Afgan halkı veya Taliban değil Çin veya Rusya olduğunu söyleyenler yine başka bir süper güce iman ederek bir türlü Afgan halkının gücüne inanmayı denememiş oluyorlar. Üstelik Taliban’ın ABD’yi kovup onların yerine Rusya ve Çin’i aynı protokolle, yani işgalci olarak Afganistan’a sokmayacağı aşikâr iken böyle bir yorumun nasıl yapılabildiği hayreti muciptir. Neticede Taliban’ın direnişini motive eden ve bugün meşruiyetini tesis eden en önemli değer ülkeyi işgalden kurtarmak oldu hep. Bu değer ona herhalde ABD yerine Çin’i, Rusya’yı veya başka herhangi bir gücü ikame etmesine izin vermez.
Elbette bu yeni dengede Çin ve Rusya’nın yanıbaşlarındaki bir ABD varlığının uzaklaşmış olmasından dolayı sevinçli oldukları, kazançlı çıkacaklarını düşünmeleri çok açıktır, ancak birilerinin zannettiği gibi bu, onların ABD yerine ikame olacakları anlamına gelmiyor. Afganistan’ın çok zengin yeraltı kaynaklara sahip olduğu ve bu kaynaklara Çin’in ilgisi olduğu konuşuluyor. Doğrudur. Afganistan üzerine plan yapan herkes bu kaynaklara tamah etmiştir, ama şu ana kadar bunun için Afganistan topraklarına gömdükleri yatırıma denk bir kazançla çıkan olamamıştır.
Bundan sonra da Çin veya başka bir ülke Afganistan’daki yer altı kaynaklarıyla ilgilenebilir, ilgilenecektir de. Ancak bu ilgi bu kaynaklara bir el koyma şeklinde olduğu takdirde bunun kimseye bir faydası olmadığını herkes yeterince açık bir biçimde öğrenmiş olmalı. Elbette Afganistan’ın kendi madenlerinin çalıştırılması ve satılmasından bir zararı değil kazancı olacaktır. Üstelik serbest pazarda sadece Çin değil herkes bu maden varlıklarına alıcı olabilecektir. Yeter ki bu ilgi, bu kaynaklara işgal yoluyla el koymak ve ülkeyi kendi kaynaklarını kendi kalkınması için değerlendirebileceği girişimlerden geri bırakmak şeklinde olmasın.
İkisi arasında çok ciddi bir fark vardır. Doğrudan veya dolaylı işgalcilerin bir ülkeyi sömürmelerinin yolu genellikle budur. Afganistan’ın dillere destan yeraltı kaynakları aslında kendi halkı tarafından değerlendirildiğinde ülkenin başka hiç kimseye ihtiyacı olmayacaktır. Körfez ülkelerinin sahip olduğu kaynaklara denk, belki onlardan bile daha zengin kaynakları var Afganistan’ın. Bu saatten sonra onları kendi iradesiyle ve elbette başka ülkelerle kurabileceği ticari veya ortak yatırım süreçleriyle ülkenin kalkınması için çok ciddi bir biçimde değerlendirebilir. Bunu yaptığı taktirde Afganistan’dan dünyanın her tarafında doğru yaşanan ekonomik göçleri hızla durdurur, hatta bu göçleri geri çekebilir bile.
Ancak şimdiye kadar bu kaynaklar, sürekli işgallerden ve iç karışıklıklardan dolayı doğru dürüst değerlendirilememiştir. Aslında ABD bile bu kaynaklara ihtiyaç duyuyor idiyse, işgal etmek yerine Afgan halkının mülkiyet ve egemenlik hakkına saygı duyarak, bir ticaret çerçevesinde yaklaşabilirdi. Böyle yapsaydı ne sonucu hüsran olan böyle bir maceraya katlanmak zorunda kalırdı ne de her şeye el koyayım derken elindekinden de olurdu.