Komplo ve İddialar Arasında Bir Devrim: Suriye Devrimi!
Murat Güzel / Tezkire.net
Birilerinin çok kısa sürede ve epey kolay gerçekleştiğini savladığı Suriye devriminin 27 Kasım 2024’ten itibaren muhaliflerin cephede ilerlemesi ve Esed’in ülkeden kaçmasıyla sonuçlanan 13 günlük süreçte gerçekleştiği ortada, ama elbette o ilerlemenin ve devamında gerçekleştiği kabul edilen devrimin 2011’den bu yana süren hazin bir geçmişi de var. Dört bir yana (Türkiye’ye, Lübnan’a, Ürdün’e, Avrupa’ya) mülteci olarak dağılmış bir halk, birçok ölüm, birçok felaket bu 13 yıl boyunca yaşandı. Bu ölüm ve felaketlerin negatif yollarla da olsa devrimin gerçekleşmesinde ve devrimci iradenin keskinleşmesinde önemli bir yer tuttuğu açık. Herhangi bir devrimin tarihsel-toplumsal koşullarını, oluşma aşamasını ıskalayan ve devrimi devrime yol açan olayların vuku bulduğu o çok kısa bir süreye sığdıran bakışın ilk bakışta doğru olsa bile gelişmeleri yorumlama şeklinin nihai kertede son derece kısır kaldığı bu noktada muhakkak söylenmelidir.
Suriye devrimi gerçekleşirken muhaliflere yönelik birçok ithamla karşılaştık. Bu devrimin İsrail-ABD’ye yaradığından tutun da Suriye devrimcilerine yönelik “İsrail işbirlikçisi” anlamına gelebilecek şekilde birçok suçlama yapıldığına da şahit olduk. Bu itham ve bühtanların hem belirgin bir komplo teorisyenliği içerdiği hem de Suriyeli devrimcileri özne addetmediği açık: Onlar ne yaparsa yapsın hem kendi başlarına karar veremezler hem de yaptıkları sonuçta başkalarının amaçlarını hayata geçirmek anlamına gelir. Bu suçlamaları yapanlar arasında Esed’in hempaları çoğunluktaydı elbette. Beşir Esed Suriye’den kaçmasına karşın Esedçi olanların gerek Türkiye’de gerekse çeşitli coğrafyalarda varlıklarını ortaya çıkaran bu tutumun yanısıra başka bazı -hemence Esedçi olarak değerlendiremeyeceğimiz- isim ve kurumların da benzeri bühtanlarını sosyal medyada okumak zorunda kaldık. Kimisi bu devrim dolayısıyla Filistin direnişinin zayıflayacağını iddia etti, kimisi de doğrudan devrimcilere “satılmışlar” dedi. Geleceğe dönük gerçekleştirildiği iddia edilen bazı analizlerde ise bu suçlamalar “ihtimaller” üzerinden ifade buldu. (Esasen bu iddialara son derece alışığız. Türkiye’de de mevcut iktidar dolayısıyla hem seçmenlere hem de iktidardakilere yöneltilen benzeri suçlamaları yirmi yıldır duyuyorduk.)
Devrimin ABD’ye yaradığı iddiasını dillendirenlerin ısrarla görmezlikten gelmemizi istedikleri husus ise açıktı: 13 yıl değil, 1970’lerden beri Suriye halkına Baas rejimi ve Esed ailesinin uyguladığı zulüm… O iddiaların dile getirilmesi açıkça ABD tehdidinin bu zulümler için bir siperlik rolüne büründürülmesiydi. ABD tehdidi sahte değil elbette, ancak Suriye halkının yaşadığı zulüm de aynı şekilde sahte değildi; zulmü sanıldığı gibi ABD değil, doğrudan BAAS ve Esed ailesinin zalim rejimi uyguluyordu. ABD velev ki Beşir Esed’in devrilmesini istiyor olsun (böyle bir isteği elbette yoktu), Esed’i savunmak zulüm düzenini savunmak anlamına geliyordu.
“Suriye'de devrim en erken on üç yıl önce satıldı” diye sosyal medya hesaplarından yazanların gördükleri tepkilerin akabinde yanlış anlaşıldıklarını, Suriyeli devrimciler adına çok mutlu olduklarını belirtmeleri, özünde Esadçı oldukları belirgin birçok ismin gelişmeler üzerine adalet önünde ceza görmemek için “devrimci” kesilmeleri de ilgi çekiciydi.
Esasen Yasin Aktay’ın kendisiyle gerçekleştirdiği söyleşide Ahmed el-Şara, “Ordu kapsamlı bir şekilde eğitildi. Gündüz ve gece savaş becerileri geliştirildi ve gördüğünüz gibi modern silahlar kullandık. Ama en önemlisi Yüce Allah'ın takdiri, bu onun zaferi. Plan, hızlıca başarı elde etme üzerine kurulmuştu. Bu muharebede ortaya yeni ve kendine özgü bir savaş sanatı çıktı” açıklamasını yapmıştı.
Aynı şekilde mücahitlerin öncelikli hedefinin Halep’in kurtarılması olduğunu, bu esnada çok çetin çatışmaların yaşandığını, Halep’in kurtuluşu sonrası ilerleyişin sürmesinin akabinde Esed ordusunun “kağıttan kaplan” olduğunun ortaya çıkmasıyla birlikte, bütün Suriye’nin özgürleştiğini hatırlamak gerekiyor. Yine Ahmed el-Şara Rusya, İran ve ABD ile anlaşma yapıldığını savlayan görüşlere karşı aynı söyleşide “…hiçbir zaman anlaşma yoktu. Tam tersine, bu savaşa girmememiz konusunda haklı olarak endişelerini ifade ediyorlardı. Zira herkesin aklına Gazze’deki halkımızın başına gelen ağır bombardıman, geçmişte bizim halkımızın yaşamış olduğu katliamlar geliyordu. Ama biz bunu yapmak niyetindeydik ve bu düzenden kurtulmak istiyorduk. Suriye topyekûn bir hapishane gibiydi. Sadece Sednaya veya diğer hapishanedekiler değil halkın tamamı hapisten kurtarılmış ve özgürleşmiş gibi sevindi” cümlelerini kullanmıştı. Bu cümlelerin Suriye’deki devrimin başlangıçtan itibaren “satılmış” olduğunu söyleyenlere de bir cevap olduğu kuşkusuz.
Baas’ın baskıcı rejimine boyun eğmesi istenen, özgürlükten yoksun bir şekilde topyekûn o rejimin altında “Esed’in hapishanesi”nde yaşamaları önerilen, eğer bunu tercih etmezlerse Hama ya da Gazze’deki gibi ağır bir bombardıman ve katliam yaşayacakları öngörülen insanlar kendilerine biçilen bu kefeni yırtıp attıklarında da “satılmışlar!” suçlamalarına maruz bırakıldılar. Özgürlüğüne kavuşmak için mücadele edenleri suçlamak, hatta onların kendi özgürlüklerini “çok kısa bir sürede ve kolaylıkla” elde ettiklerini savlamak nereden bakarsanız bakın sözümona egemenlerin, kendini egemen olarak tarif etmeyi sevenlerin ya da kendini egemen zannedenlerin ve elbette başta onların şakşakçılarının, Allah’tan çok onlardan korkanların işidir.
Suriye devrimin gelecekte Suriye halkına getirecekleri, strateji analistlerinin ya da birtakım fütürolojik yorumcuların bahsettiği olumsuz olur mu olmaz mı elbette meşkuk bir konudur; ancak şu açıktır ki, Suriye halkının mevcut durumda kavuştuğu özgürlük bu halkın geçmişte yaşamak zorunda kaldığı duruma göre tercih edilesidir. Karşımızda da bu tercihi kendi tercihi olarak görenler kadar görmeyenler de var. Bu tercihi Suriye halkından ziyade başkalarının tercihi addedenlerin ise komplocu oldukları kuşkusuz. Bu komplocu zihniyetin son kertede “seküler mistik” bir düşünce geleneğine yaslandığını söylemeli. Sonuca dayalı çözümlemelerde gözden kaçanın ise Hama’da yaşanan katliam, Yemük mülteci kampında vuku bulanlar, Seydnaya hapishanesinde şehit edilen HAMAS mücahitleri gibi geçmişte yaşananlar olduğu ise açık.