Çoğu BDP ekseninde olan 12 bağımsız adayın veto edilmesi, seçime giden Türkiye gündemine bomba gibi düştü.
Bomba, YSK'da imal edildi.
Gerekçe olarak, Anayasa'da yer alan "seçilme" şartlarının bulunmaması gösterildi. Veto edilenlerden ikisi (Kışanak ve Tuncel), bu dönem milletvekili idi, onlar dün neden görülmedi soruları açıkta kaldı. İki kişi (Türk ve Tuğluk) için de, Anayasa değişikliği ile siyasi yasaklılık ortadan kalkmıştı, onlar nasıl listeye dahil edildi anlaşılamadı.
Meclis Başkanı Mehmet Ali Şahin, "Demokratik vicdanın kabul edeceği bir karar değil. Karar parlamentonun misyonunu zayıflatmıştır. YSK kararını yeniden gözden geçirmelidir" diyerek kamuoyu vicdanını dile getirmiş oldu.
Vicdanlar tepkili.
Konu, Doğu-Güneydoğu ile bağlantılı olunca, vicdanlardaki kanamadan öte bir durum ortaya çıkıyor: Gerilimin beslenmesi...
"Boykot"a kadar uzanan, "İşte görüyorsunuz, Kürt siyasetinin önü kesiliyor, herkese dağın yolu gösteriliyor" yorumlarına kadar uzanan tepkilere bakınca, seçim sürecine gerçekten bir bomba bırakıldığı muhakkak.
Belki BDP camiası, bu işin sorumluluğunu AK Parti'ye, hükümete yıkmayı "siyaseten" kendi çıkarına görebilir ama olayın hükümet ve AK Parti için de "belalı" bir nitelik taşıdığından kuşku yok. Hatta bu tür tavırların, bölgede "gerilim"i siyasi bir yöntem olarak kullanmayı tercih eden BDP cenahına siyasi malzeme hazırlamasından bile söz edilebilir.
Doğru, bağımsız adayın yerine başkasını ikame etmek mümkün değil. Dolayısıyla veto edilenler Kürt siyaseti için önemli isimlerse -ki öyledir- bir kayıp söz konusu.
Ama BDP'nin bağımsız aday sayısı 61'di. YSK'nın yaktığı ateşle, siyasal Kürtlük bilincinin daha da bilenmiş olması ve doğacak öfkenin oya dönüşmesi imkânsız değildir. Dolayısıyla, Kürt siyaseti vetoyu, mağduriyet hanesinden artıya dönüştürebilir.
Ama bu gelişmenin, bir ölçüde hükümete, gerçekte ise "Kürt sorunu"nda negatif siyasi bilinçlenmeyi derinleştireceği gerçeği ile Türkiye'ye bedel ödeteceği muhakkak.
YSK önemli bir kurum. Seçimlerin yargı gözetiminde yapılmasını sağlıyor. Dolayısıyla herkese "Yargı güvencesi" vermesi gerekiyor. Kararlarının bir başka yargı kurumunda temyizi de söz konusu olmayınca, bu hayati misyon daha da keskinleşiyor.
Ama YSK bir süredir kararlarıyla tartışılıyor.
Kısa süre önce, "Gurbetçi oyları" konusundaki tavrıyla büyük yara aldı.
Hükümet uğraştı didindi, gurbetçi vatandaşlarımızın bulunduğu ülkelerdeki zorlukları aştı, hükümetleri ikna etti, üstelik bunun ilan edileceği gün, Başbakan, Dışişleri Bakanı Almanya'da iken, YSK, "Gurbetçilerin bulundukları ülkede oy veremeyecekleri"ni açıklayıverdi.
Başbakan Erdoğan o gün tepkisini, "YSK ben orada konuşurken karar alıyor. Günlerden de pazar. Arkadaş beni sabote mi ediyorsunuz" diyerek sergiledi. Erdoğan, YSK'nın kararının yurtdışındaki vatandaşlarımızın seçme ve seçilme özgürlüğüne bir tokat olduğunu belirtti.
Gurbetçi oylarında AK Parti açık ara önde görünüyordu ve YSK'nın kararı, gurbetçi oylarının sandığa gerçek boyutlarıyla yansımasının önünü kesiyordu.
Bir yargı kurumunun kararı, oy akışını böylesine etkileyebilmeli miydi?
Şimdi, aynı YSK, "Kürt oyları"na yönelik bir operasyona imza atmış gözüküyor.
Bu kararın asla AK Parti'nin işine yaraması söz konusu değildir.
"Kürt sorunu", devlet adına gerçekleşen bir mahrumiyet, mağduriyet sorunudur, Kürt siyasi hareketi de, bu "devlet mağduriyeti"ne tepkiyle beslenen bir harekettir. Seçimler öncesinde gerçekleşen bir devlet operasyonu, bu hareketi sadece güçlendirecektir. Güçlendirecek, ayrıca AK Parti'nin hükümet olarak çözüm imkânını zorlaştıracaktır.
Komplo varsa, bana göre AK Parti'ye vardır.
Gurbetçi oylarına yönelik tavır da bu kanaati beslemektedir.
Daha genel bir değerlendirmede, bazen orada, bazen burada eylemleriyle ortaya çıkan derin odakların ana davasının, AK Parti'yi geriletmek olduğu, Doğu-Güneydoğu'da, AK Parti etkisini azaltmanın bu hesaba dahil olduğu da söylenebilir.
Bence Mehmet Ali Şahin'in tepkisi çok yerindedir ama o Meclis Başkanı'dır ve bağımsızdır.
Böylesine net bir açıklamayı AK Parti seslendirmelidir.
İkincisi, bu vetoları telafi etmenin hukuki bir yolu var mı, bu samimi şekilde araştırılmalıdır. Bu noktada AK Parti inisiyatifinde partilerle, özellikle BDP ile görüşmeler yapılmalıdır.
Yapılabilecekler ve yapılamayacaklar, partilerin ortak görüşü olarak kamuoyuna açıklanmalıdır.
Ortaya asla "Devlet Kürtler'in siyaset yolunu kesiyor" gibi bir görüntü çıkmasına izin verilmemelidir.
Herkes adına bugünkü duruşun çok önemli olduğu muhakkak. AK Parti adına, YSK kararının hukuki gerekçelerini izah sadedinde yapılacak tüm konuşmalar, "savunmacı" nitelik kazanabilir ve YSK kararına sahiplenme gibi yorumlanabilir, bana göre "siyaseten" en yanlışı da bu olur.
BUGÜN