Merve Şebnem Oruç tarafından kaleme alınan ve bugün Yeni Şafak gazetesinde “İran’a Değil, İran’daki Protestolara Dış Müdahale...” başlığıyla yayımlanan yazıyı ilgilerinize sunuyoruz:
İran’ın ikinci en büyük kenti Meşhed’de geçen hafta bugün, görece küçük bir grubun protestosuyla başlayıp ülke geneline yayılan olaylarla ilgili kısa sürede çok yorum yapıldı.
Kapalı bir toplum olma özelliği taşıyan, büyük bir medya ve internet kısıtlaması bulunan İran’da, üzerine analiz inşa edilmeye çalışılan olaylarla ilgili, bu kadar kısa sürede kanaat sahibi olunması dikkat çekiciydi. Olayların nerede, nasıl çıktığı, protestolara hangi grupların katıldığı, grupların başını çeken siyasi ya da muhalif grupların olup olmadığı gibi sorulara cevap aranmadan, sosyal medyada yer bulan videoların gerçekliğini araştırmadan yapılan yorumlar, maalesef meseleyi çoğunluğun kendi durduğu cepheden, kendi endişe ve beklentilerine göre yorumladığını göstermekteydi. ABD Başkanı Trump başta olmak üzere Washington ve İsrail cephesinden gelen hızlı yorumlar da bu acele değerlendirmeleri şekillendirdi; “ABD bu kadar hızlı konuşuyorsa demek ki işin arkasındaydı.” Oysa halihazırda İran karşıtı söylemi günden güne yükselten Trump da, yıllardır İran rejiminin önünün kesilmesini isteyen İsrail de, yaşanan olayları kendi beklentilerine uygun şekilde yorumluyordu. Sonuçlarına bakıldığında ABD ve İsrail’in protestoculara destek çıkan açıklamaları, rejimin imdadına koşup protestocuları marjinalleştirmekten başka işe yaramadı.
Reformist İran Cumhurbaşkanı Ruhani’nin “İranlıların yönetimi protesto etme hakkının olduğunu” ifade eden cümlelerinin yerini Devrim Lideri Hamaney’in “İran’ın düşmanları silah, istihbarat ve politikayı kullanarak İslam Cumhuriyeti’nin içinde sorun çıkarmaya çalışıyor,” ifadeleri, onu da Devrim Muhafızları’nın protestocuları “Allah’a düşmanlık ve Allah’a savaş açmakla” suçlayan ve uygun şekilde cezalandırmakla tehdit eden açıklamaları takip etti. Önceki gün duruşunu buna uygun şekilde revize eden Ruhani de “İran halkı yağmacı azınlığa cevabını verecek,” diyerek rejim yanlılarını sokağa çağırınca dün İran sokakları “İsyancılara ölüm” diye bağıran kalabalıklarla doldu. İran Devlet Televizyonu’na konuşan Devrim Muhafızları Komutanı Muhammed Ali Caferi de ABD, İsrail ve Suudi Arabistan’ın arkasında olduğunu iddia ettiği protestoların dün itibarıyla son bulduğunu belirterek “Bugün fitnenin sona erdiği gündür,” dedi.
Özetle sosyal medya üzerinden başlayarak yapılan erken yorumlar, acele heveslenmeler, hızlı endişeler, nedeni dahi henüz tam olarak çözülememiş olayların olgunlaşamadan durdurulmasında rol oynadı. Bana sorarsanız, bu da dış müdahaleden farklı değildi. İran’da protestoların kısa süre içinde sönümleneceğini tahmin edebiliriz artık; zira bundan sonra ülkede ağzını açan, “Allah düşmanı”, “Amerikan, İsrail, Suud uşağı” olmakla itham edilecek ve devamı gelirse bir haftada hayatını kaybeden 24 kişiden çok daha fazlası ölecek. Tüm dünyada doğru bilginin ve gerçeklerin hiç olmadığı kadar önemsiz, değersiz olduğu bir dönem yaşıyoruz. Kimi buna “post-truth-gerçek ötesi” çağı diyor, kimi popülizm... Yine de sel gibi bizi önüne katıp sürüklemeye çalışan bu döneme inat, İran’da ne olup bittiğini anlamak için elimizden geleni yapalım.
Kimi olayların çıkış nedeninin sayısı 6 bini bulan batık finans şirketlerine yatırımlarını kaptıran mağdurlar olduğunu söylüyor, kimi yumurta fiyatlarına yapılan %40’lık zammı sebep gösteriyor. İlk tetikleyici nedir bilemesek de, yıllardır yaptırımlarla ağırlaşan ekonomik sorunların ülkede en çok düşük gelirli kesimi vurduğuna şüphe yok; ve ekonomik darboğaz dünyanın her yerinde protesto için yeterli bir sebeptir. Nitekim pek çok kaynakta protestoları başlatanların işsizlik oranlarının yüksekliği nedeniyle sıkıntı yaşayan 25 yaş altı İranlılar olduğuna dair bir konsensüs var.
Batı medyasında protestoların rejim karşıtı eylemler olduğu vurgusu nedeniyle halkın “rejim değişikliği” istediği kanaatine aceleyle varılmış olsa da Meşhed’deki ilk sloganlar reformist Ruhani aleyhineydi. Hatta bu yüzden protestocuların arkasında seçimlerde Ruhani’nin rakibi olan muhafazakar İbrahim Reisi’nin olduğu iddia edildi. Ancak bu da doğru değildi. Protestocuların ne bir lideri vardı ne de eylemlerin organize bir tarzı. Atılan sloganlar Ruhani’den Hamaney’e, Kasım Süleymani’ye, reformist ya da muhafazakar fark etmez yönetimde olan sorumlu pek çok kişiyi hedef alıyordu.
Kadınların başörtüsü takma zorunluluğundan, Suriye, Lübnan ve Gazze’ye akıtılan paraya farklı pek çok konuyu protesto eden eylemci görüntüsü videolara yansıdı ancak hiçbirinin sayısı organize ve hedef odaklı diyebileceğimiz oranda değildi. Ama videoların bir ortak özelliği vardı: Rejimin iltimas geçtiği elit kesime tanınan imkanlara, başka ülkelerdeki milis güçlere dahi aktarılan paralara tepki gösterilirken, düşük gelirlilerin hem baskının hem de maddi imkansızlığın yegane kurbanı olduğu spontane şekillerde ifade ediliyordu.
Protestolar eski Cumhurbaşkanı Ahmedinejad’ın yeniden seçilmesinde usulsüzlük yapıldığını iddia eden “Yeşil Hareket” adlı örgütlenmiş muhalefetin 2009’da başını çektiği geniş katılımlı eylemlerle kıyaslandı. Ancak o örgütlü hareketi orta sınıf oluşturuyordu; bugünkü protestolar ise düşük gelirlilerin örgütsüz bir isyanına benziyordu. Bu yüzden bu kadar kolay bastırılma; daha doğrusu ezilme eksenine girdi. Nitekim 2009 protestolarına katılanların bazılarının sosyal medyada yaptığı soğuk paylaşımlar da bunun kayda değer bir veri olduğunu gösterdi: “Bugün sokakta olanları anlamaya çalışsak da onlarla aynı kaygıları taşımıyoruz.”
Tahran’ın zengin çocukları
Instagram’da uzun süredir takip ettiğim bir sosyal medya hesabı var; adı “The Rich Kids of Tehran/Tahran’ın zengin çocukları.” Altlarındaki son model arabalardan yazın verdikleri çılgın havuz partilerine, “bu görüntü Tahran’dan mı yoksa İbiza’dan mı” diye şaşırabileceğiniz kıyafetlerin giyildiği kızlı erkekli çılgın gecelerden içkinin gırla aktığı videolara, bugüne kadar çok acayip paylaşımlarını gördüğüm bu bir grup İranlı zengin gencin yönettiği hesaba bakıyorum olaylar başladığı günden beri; bırakın ‘baskıcı’ İran rejimini suçlamayı, aksine dış müdahaleyi ima ederek “partileme”ye devam ediyorlar. İnternetin deli gibi takip edildiği İran’da bu kadar dikkat çekici, hatta kışkırtıcı bir hesabın gözden kaçmış olabileceğini zannetmiyorum. Acaba kimlerin çocukları bu gençler; hangi seçkin ailelere mensuplar da böyle yaşıyor, bunu tüm dünyaya korkmadan gösterebiliyorlar diye de düşünmeden edemiyorum.