Amerikan işgalinin ve karşılıklı suçlamaların gölgesi altında gerçekleşen Irak seçimleri tamamen kendine özgü bir seçim olarak ülke tarihindeki yerini almıştır.
Özellikle katılım oranının yüzde altmış iki gibi yüksek bir oranda gerçekleşmesi, Sünnilerin, BAAS anlayışı ve Saddam özleminin etkisi altında oldukları suçlamalarını haksız çıkaracak şekilde liberal, laik ve Şii bir isim olan İyad Allavi'nin "El Irakiye" blokunda bulunmayı kabul ederek seçimin galiplerinden olmuşlardır. Seçimin birinci gücü olan ve mecliste elde ettiği 91 sandalye ile hükümeti kurma görevinin kendisine ait olduğunu ilan eden Allavi'nin liderliğindeki "El Irakiye İttifakı", demokrat ve laik bir grup olarak ortaya çıkmış ve bu yönüyle başta ABD olmak üzere Batı'nın ve birçok komşu devletin desteğini elde etmiştir. Sonuçların açıklanması sonrasında ortaya çıkan tartışmalar ülkenin henüz istikrara kavuşmadığını ve önümüzdeki günlerin büyük zorluklar içerdiğini göstermiştir.
Nuri el Maliki'nin önderlik ettiği "Kanun Devleti İttifakı"nın beklenenin aksine 108 yerine 89 milletvekili çıkarabilmesi ilk büyük sürpriz olarak ortaya çıkmıştır. Dört yıldan beri Irak'ın Başbakanı sıfatıyla ülkenin tüm kaynaklarına hakim olmasına rağmen, oyların sadece yüzde yirmi yedisini alabilmesi Maliki'yi oldukça öfkelendirmiştir. Önde olduğu dönemde Irak Yüksek Seçim Konseyi'ni övmekten geri durmayan El Maliki oy kaybına uğradığını görür görmez, iki sandalye farkla yenildiği rakibi Allavi'ye "kapıdan kovduğu BAAS'çıların pencereden girmesine yardım ettiği"; Seçim Konseyi'ne ise seçimi yönetmekte aciz kaldığı ve usulsüzlüklere engel olamadığı iddiasıyla suçlamalarda bulunmaktan çekinmemiştir. Seçim komitelerini doğrudan atayan ve iktidarın nimetlerinden faydalanan bir başbakanın seçimi kaybettiğinin ortaya çıkmasıyla birlikte ümitsizce seçimde görevli kişi ve kurumları yolsuzlukla suçlayarak sonuçları kabul etmeyeceğini açıklaması bu anlamda bölgede ender rastlanan bir durumdur.
Nitekim, Maliki tehditlerinin lafta kalmayacağını göstermiş ve alelacele Anayasa Mahkemesi'ne başvurarak, hükümeti kurma görevinin seçimde birinci olan partiye mi yoksa hükümeti kurması daha muhtemel bir ittifaka mı verileceğinin tespiti hususunda Irak Anayasası'nın 76. maddesinin açıklığa kavuşturulmasını talep etmiş ve Mahkeme Başkanı Mithad el Mahmud, meclisin üçte ikisini oluşturan 217 desteğini sağlayan gruba seçim sonucuna bakılmaksızın bu görevin verilmesi gerektiği sonucunu açıklamıştır. Maliki, bu kararın verdiği cesaretle mecliste yer alacak olan diğer siyasi partilerle yoğun temaslar kurmayı cesaretlendirmiştir.
Her ne kadar koalisyon pazarlıklarının anahtarını ellerinde bulundurduklarını iddia etseler de seçimde umduğunu bulamayanlar Kuzey Iraklı liderlerdir. Nitekim Kürt partileri önceki mecliste 275 sandalyenin yetmiş sekizini ellerinde bulundururken, son seçim sonrasında 325'e ulaşan milletvekili sayısının ancak elli yedisini alabilmişlerdir. 2003 yılından itibaren Amerikan işgalinin etkisiyle kavuştukları siyasi avantajları elden bırakmak istemeyen Kürtlerin önde gelen ismi Celal Talabani, Arap Birliği Zirvesi'ne gitmek yerine Tahran'da temaslarda bulunmayı tercih etmiştir. Anlaşılan Talabani seçim sonuçlarını göz önünde bulundurarak, mevcut karmaşık denklem içerisinde Kürtlerin gücünü korumak ve El Irakiye Cephesi'nin önde gelen ismi Tarık Haşimi'nin "devlet başkanlığı koltuğunun bu kez Arap Sünnilere verilmesi gerektiği" sözlerini boşa çıkarmak için çeşitli siyasi manevralar denemekten vazgeçmeyecektir. Fakat, Talabani'nin hesaba katmak zorunda olduğu ve önümüzdeki günlerde kendisini zora sokması ihtimali yüksek bir başka durum ise Kürtlerin geleneksel liderlerinin karşısında eski sağ kolu olan "Değişim Hareketi" lideri Neçirvan Mustafa gibi yeni isimlerin güçlenmesidir.
Koltuk pazarlıklarının ilk sinyalleri Tahran merkezli olmuştur. Üç Şii isim olan, Maliki ile sadece on sekiz sandalye elde ederek ağır bir yenilgiye uğrayan Irak Yüksek İslam Konseyi'nin Başkanı Ammar El Hakim ve kazandığı 39 milletvekilliği ile Şiilerin ikinci koalisyonu olan Irak Ulusal İttifakı içindeki gücünü korumayı başaran Sadr grubu lideri Mukteda es Sadr, İran'ın başkentinde Irak Devlet Başkan Yardımcısı Adil Abdulmehdi'nin gözetiminde, kapalı kapılar ardında müzakerelere başlamışlardır. Fakat esas düşündürücü olan husus, sık sık İran'a yüklenen Allavi, Tahran'ın bu hamlesini sert bir biçimde eleştirmişse de, hükümet meselesinin çözümüne ilişkin olarak bölgesel bir tura çıkacağını ve davet gelmesi durumunda Tahran'ı da bu tura dahil edeceğini açıklamaktan geri durmamıştır.
Anlaşılan her iki taraf da İran'ı, Irak denkleminden dışlanması mümkün olmayan gerçek bir aktör olarak görmektedir. İran'ın hükümet pazarlıklarında aktif rol üstlenmesi, Irak'taki Şii nüfus üzerindeki hamiliğini sürdüreceğini göstermiştir. Irak kartını başta kitle imha silahları olmak üzere Batı ile olan sorunlarında masaya güçlü bir biçimde oturmak maksadıyla kullanmak istediği açıktır.
Bütün bunlara rağmen seçimin gerçek galibinin ABD olduğu görülmüştür. Obama yönetimi Irak'ın tüm güçlerini karşı karşıya getirerek yeni bir siyasi krizin ateşini yükselttiği gibi Washington'suz bir çözümün olanaksız olduğunu göstermiş ve Iraklıların yorgun ve umutsuz düşerek kendi kapısını çalmasını ve Amerikan yöntemlerini kabul ettiklerini ilan etmelerini beklemeye başlamıştır. Nitekim Allavi'nin mevcut şartlar altında Amerikan güçlerinin çekilmemesi gerektiğini açıklaması ve seçimin hemen öncesinde müttefiki olan Devlet Başkan Yardımcısı Haşimi'yi ABD'ye göndermesi Beyaz Saray'ın resmin bir parçası olduğunu açık bir biçimde kanıtlamıştır.
Görülen odur ki, Iraklıların büyük bir heyecanla ülkelerinin içinde bulunduğu bataklıktan kurtulma umutlarını taşıdıkları sandıktan hiç de beklemedikleri bir sonuç çıkmıştır. Zira seçimin ilk iki siyasi gücü arasındaki oy farkının azlığı, yeni hükümetin en az üç siyasi grubun bir araya gelmesiyle kurulabileceğinin ve koalisyon pazarlıklarının devlet başkanlığı, meclis başkanlığı ve başbakanlık koltuklarının muharebesine dönüşeceğinin anlaşılması, seçmenin istikrar ve huzur talebinin başka bir bahara kalacağını göstermiştir. Fakat çok daha ürkütücü olan husus, siyasi pazarlıkların meclis üyelerini hedef alan terör saldırılarına dönüşme ihtimaldir. Böyle bir gelişmenin yaşanması ve meclisin yapısını politik manevralar yerine; şiddet ve siyasi cinayetlerle tasfiye planlarının devreye sokulmasının ülkeyi çok daha karanlık günlere sürükleyeceğine kuşku yoktur.
ZAMAN