Ezberlenmiş cümleleri bağıra çağıra tekrar ederek “vatansever” olmanın bir çekiciliği var elbette.
Hiçbir çaba göstermiyorsunuz, hiç düşünmüyorsunuz, kendi hayatınızla ilgili hiçbir şeyi riske sokmuyorsunuz ve kendinizce “değerli” bir kimlik edinebiliyorsunuz.
Bu kolaycılık, birçok insanı, daha da tehlikelisi birçok genci cezbediyor.
Fikir düzeyindeki bir kolaycılığın “ayıp” olarak kabul edildiği bir ülke olmadığımız için bunun “entelektüel” bir zararı da dokunmuyor size.
“Ulusalcı” ya da “vatansever” gibi bir kimlik kartınız oluyor.
Bir kere o cümleleri ezberledikten sonra her tartışmada söylenecek bir sözünüz bulunuyor.
O cümleler de zaten ezberlenmesi zor cümleler değil.
“Herkes Türklere düşman.”
“Avrupa Birliği emperyalist bir güçtür, Türkiye’yi şeriat ülkesi yapmak istiyor.”
“Şehitlerimizin kanıyla aldığımız Kıbrıs’ı kimseye vermeyiz.”
Üstelik bu cümleleri tekrar ederken bazı kelimeleri farklılaştırarak isterseniz bu ülkede “solcu” bile olabilirsiniz.
Seç beğen al.
İster vatansever ol, ister ulusalcı ol, ister solcu ol.
Elinde hazır reçeten var nasılsa.
Yeryüzündeki insanların arasından Türkleri ayırıp geriye kalan altı milyar insanı “düşman” kabul ettin mi artık sen “fikirleri olan” birisin.
Sanırım böyle insanlara siz de sık sık rastlıyorsunuzdur.
Ama her “kolaylığın” bir bedeli bulunur.
Bu kadar kolaycılığın da, o kolaycılığa sapan insanlar da dahil olmak üzere, herkese ödeteceği bir faturası var tabii.
Bu “faturanın” ne olduğunu pazartesi günü bizim gazetede yayınlanan konuşmasında Seyfettin Gürsel, Neşe Düzel’e anlattı.
Gürsel bir araştırmanın sonuçlarını söylüyor önce:
“Bu araştırmaya göre, Türkiye, İngiltere ve Yunanistan’la birlikte Avrupa’da göreli olarak en yüksek savunma harcaması olan üç ülkeden biri. Eğer AB’yle Türkiye’ye üyelik perspektifi verilmesi konusunda bir büyük anlaşma yapılır da, Yunanistan’la Ege ve Kıbrıs sorunları çözülürse... İçeride de Kürt sorunuyla ilgili çatışmalar biter ve barışçı sürece girilirse... Zaten savunma harcamaları doğal olarak azalır. Çünkü bu sorunların çözümü, hem Kıbrıs’ta artık 40 bin askeri beslemeyeceksiniz, hem Ege ordusu diye bir orduya artık ihtiyacınız kalmayacak hem de eskisi kadar silah, uçak, tank almayacaksınız, demektir.”
Kürt savaşını durdurduğunuz, Kıbrıs’ta 40 bin asker bulundurmadığınız, eskisi kadar silah, uçak, tank almadığınız zaman ülkenin harcamaları büyük ölçüde azalıyor.
O paralar bu ülkede yaşayan insanların eğitimi, sağlığı, refahı için harcanabiliyor.
Bunları söyleyen Gürsel, dünyadaki kriz nedeniyle sıkışmaya başlayan ekonominin “barışla” nasıl kurtulabileceğini de anlatıyor.
“Aslında Türkiye ekonomisinin çıkışı büyük ölçüde bu üç siyasi sorunun çözümüne bağlı. Çünkü en büyük para savunmaya gidiyor. Bu sorunlarda barışçı sürece girilirse, savunma harcamaları azalır. Unutmayın, Türkiye’de ekonomi ancak altyapı, eğitim, sağlık gibi yapısal ekonomik reformlar yapılırsa büyür. Can acıtıcı işsizlik sorunu da ancak ve ancak ekonomi büyürse çözülür.”
Bizim küçük hayatımıza çok uzak sandığımız, “naralarla” desteklediğimiz bu savaşların, bu gerginliklerin nasıl gelip ciğerimize yapıştığını Gürsel çok iyi ortaya koyuyor.
Kürt sorununu barışçı yollardan çözmeyi ısrarla reddedip “savaşı” mı destekliyorsunuz...
Peki destekleyin.
Ekonomi o savaşa giden paralar yüzünden küçülmeye başladığında, yatırımlar durduğunda, işyerleri kapandığında eğer siz de “işsiz” kalırsanız sakın yakınmayın.
Kendinizin ya da sevdiğiniz birinin, oğlunuzun, kızınızın, akrabanızın, dostunuzun “işsizliğine” siz karar vermiş olacaksınız.
O savaş sürdükçe birçok insan işsiz kalacak demektir.
Avrupa Birliği’ne karşı mısınız...
Peki olun.
AB üyeliğiyle aynı çatı altına gireceğiniz Yunanistan’la “düşman kalmaya” devam edin, bu düşmanlığın sonucunda “Ege Ordusu”nu besleyin, paraları o orduya, o ordunun silahlarına akıtın.
O orduya giden paralar, “yapılacak yatırımların” paralarından eksiltilerek sağlanacak.
Yeni iş imkânları, silaha, mermiye, topa, tüfeğe dönecek.
Fabrikalar açılmayacak, yeni okullar kurulmayacak, hastaneler yapılmayacak, adalete para aktarılmayacak.
Buna karşılık işsizlik çoğalacak.
Gürsel bunu çok net biçimde vurguluyor konuşmasında:
“Ekonomik ve siyasi reformlar yapılmadıkça Türkiye büyüyemeyecek. Büyüyemeyince de işsizlik sorunuyla başedemeyecek. Bu durum Türkiye’yi çürütecek. Birkaç yıl sürecek olan istikrarsızlık ve çalkantıdan sonra Türkiye bir yol ayırımına gelecek. Ya tekrar bir hamle yapıp AB yolunda ilerleyecek ya da içine kapanıp demokrasiden vazgeçecek ve milliyetçi-otoriter bir rejimle yönetilecek... AB’den kopan bir Türkiye’nin komşularıyla ilişkisi kavgalı olacağı için, savunma harcamaları daha da artacak ve insanlar daha da yoksullaşacak. Milliyetçilerin, ulusalcıların istediği otoriter devletin getireceği ekonomi budur.”
Kolayından “vatansever” mi olmak istiyorsunuz, olun, savaşı ve düşmanlığı kışkırtın.
Aynı “kolaylıkla” işsiz kalacak, fakirleşecek ve ülkenizi çürüteceksiniz.
Ülkesini felakete götürmeye çalışan bir “vatanseverlik” de ancak böyle bir “kolaycılıkla” yapılır zaten.
TARAF