Barış Girişimi’nden Hamza Aktan’ın bildirdiğine göre “Cizre'de Yahya Menekşe'yi polis panzeri ezdi, Van'da Zeki Erinç polis kurşunuyla öldü. Yüksekova'da 29'undaki, İkbal Yaşar, yine polisin kurşunuyla öldü. Çoğunun durumunun ağır olduğu onlarca yaralı oldu, Siirt'te, Van'da, ve Yüksekova'da. Üç yerde de polis ve jandarma, yakın tarihimizde görülmeyecek bir hırçınlık ve saldırganlıkla kadınlara, çocuklara, gençlere vurdu. Polise taş atan gençler ölesiye dövüldü, kadınlar ayaklar altına alındı. Havaya değil, insanlara ateş açıldı, onlarca yaralanma, üç ölüm bundan yaşandı. Haber kanallarının, gazetelerin yazdığı gibi kimse havaya açılan ateşten vurulup ölmedi. Havaya sıkılan kurşun yüz metrelerce yukarıya yükselip, yere düşeceği sırada kimseyi göğsünden vurup öldürmez, yine aynı kurşunlar yerdeki insanları yaralamaz”.
O güzelim allı pullu rengarenk elbiselerini giymiş kutlamaya gelmiş kadınların yerlerde sürüklenişini, acımasızca dövülüşünü görünce içimizden BURASI NERESİ; NERESİ BURASI diye haykırdığımızı duyan oldu mu acaba. Kenarda duran yaşlı bir adama yumrukla saldıran gencecik polis bize karşılaştığımız durumun ne kadar vahim olduğunu gösterdi. Demek artık bazı gençleri-polisler de bu ülkenin gençleri-durduracak hiçbir ilke, hiçbir insanlık onları sınırsız saldırganlıktan alıkoyacak hiçbir değer kalmamış.
Hakkari’de Cüneyt Ertuş’un kolunu kırmaya teşebbüs eden adam bunu kameraların karşısında ibret için! neredeyse naklen yapma cesaretini nereden alıyor. Nevruz kutlamalarına gelmiş bir çocuktan söz ediyoruz nihayetinde. Yıllardır hafta sonu yapılır bu kutlamalar. Şimdi bunu yasaklamak hafta içi diye diretmek ve bütün bu vahşete yol vermek neden acaba. Bu görüntüyle kapanmaz bir yara daha açıldı içimizde. Kırıldı kırılmadı tartışmaları. Bunun önemi yok artık. Göreceğimizi gördük çoktan. (Kırılmamışsa gerçekten elbette seviniriz Cüneyt için ama bu tam teşebbüs anını bize unutturamaz). 18 yaşındaki çocuklarımızın bile izlemesinin ölümcül sakıncaları olan, geleceklerini karartan bu görüntüler için soruşturma açılmaması sineye çekilemez, kabul edilemez.
Bölge hakkında artık açık bir şiddet ahlakı oluştu. Sevinenler, çok iyi oldu, ders olsun diyenler hiç de az değil. İsrail’in bölgeye neler öğrettiği, ne kadar iyi öğretmenlik yaptığı ortada. Daha önce yazmıştım ama burada tekrarlamak istiyorum. Kuzey Irak'a operasyon gündeme gelince Türkiye'nin bütün şahinleri savaş tamtamları çalmaya başlamışlardı.
Hürriyet gazetesinin açtığı son bir yorum sayfasına gelen cevaplar korkutucuydu. Soru : Sekiz askeri kaçırılan Türkiye değil İsrail olsaydı ne yapardı? Gelen yüzlerce yorum Türkiye'de konuşmaktan çok militarizme yatkın, şiddete, güce, yoketmeye tapınan, hak ve adalet duygusu tamamen körelmiş insanların giderek çoğaldığının habercisiydi. Cevapların yüzde doksan dokuzu acımasız bir kıyıcılık damarından geliyordu.
Birkaç örnek : “İsrail olsaydı kaçırılan askerleri geri getirmek için sivil asker ayırmadan herkesi bombalardı, gerekirse Irak'ın tümünü haritadan silerdi, hatta bütün Orta Doğu'yu ateşe verirdi, taş üstünde taş bırakmazdı, ortalığı cehenneme çevirirdi, iki asker için Lübnan'ı nasıl yerle bir etti, gücünü gösterdi, hiçbir kınamaya aldırmadı, gerekirse karınca yuvalarına kadar bombalar hadlerini bildirirdi” Yorumlar böyle uzayıp gidiyor, Türkiye PKK için Kuzey Irak'ı yerle bir etmediği için yönetim korkaklıkla uyuşuklukla suçlanıyordu.
Puanlamalarda bu tip yorumlara “çok iyi” puanı verilmişti. Farklı olarak sadece birkaç yorum yayınlanmış, “neden İsrail'le kıyaslanıyoruz, onlar gibi sivillere zulüm uygulayamayız ki biz başkayız” gibi. Onlara da “kötü puan” verilmişti. Bu anket medya manipülasyonu olduğu kadar, şiddetle varolmaktan ibaret yeni küresel ahlakın ülkemizde de ne kadar içselleştirildiğinin, içimizde yakma yıkma kontrolsüz güç kullanma orantısız karşılıklar verme ile ilgili kitlesel özlemlerin ne kadar yaygınlaşmakta olduğunun göstergesi. Küresel bir şiddet uygarlığı! vicdanları kör etmekte, ezilenlerin pedagojisi gereği celladına aşık olan mazlumların zalimlik potansiyeli açığa çıkmakta.
Peki bütün bu şiddet kimi besliyor, elbette PKK’yı. Başbakan Tayip Erdoğan, üst kimlik olarak Türkiye Cumhuriyeti Vatandaşlığını önerdiğinde, devlet de hata yapar, özür dilemesini bilmeliyiz dediğinde, yüreklere kovalarla su serpilmiş, şiddetin ateşi söner gibi olmuştu. Sonra susturuldu bir şekilde.
Ne istiyor bu adamlar, milletvekili hatta cumhurbaşkanı bile olabiliyorlar demek tam bir demagoji. Meselenin adını kürt sorunu olarak koymak bile her şeyi açıklıyor. Kürt olmak neden sorun olsun. Yıllardır uygulanan asimilasyon politikaları bir işe yaramadı. Eşitsizliğin kurulumu birilerinin izin verme makamında olmasından belli. İnsanlar ana dilini konuşmak, yazmak, şarkısını söylemek için izin istiyor.
Almanya’da oradaki Türkler için Angela Merkel’e entegrasyona evet asimilasyona hayır diyen başbakan bu cümleyi Türkiye için de kurmak zorunda. Newroz daki “W” harfine bile dava açarak nereye gidebiliriz.
Eşitsizliğin kurulumu incelikle işliyor. Daha baştan cumhuriyetin kurucu öznesi Türk olarak konmuş. İngilizce Fransızca ve bütün dünya dillerinden şarkılar serbestçe dinlenirken, Diyarbakır’da çok sevdiğim Kürkçe hoyratların ağıtların uzun havaların sanatçıları Maruf’un Hozan Serdar’ın Hekim Sefqan’ ın kasetlerinin nasıl da arkalardan bir yerlerden çıkarıldığını hatırlıyorum, Ahmet Kaya’mıza yapılanları da.
Kimi Müslümanların söylemleri de asimilasyoncu söylemlerle karışmış durumda. Ümmet bilinci öne sürülerek, madem din kardeşiyiz kapatalım gitsin bu Kürt kimliği meselesinin üzerini demek, zımnen yine hepimiz Türk olalım demektir. İslam hepimizi kardeş yapar fakat renklerimizi dillerimizi farklılıklarımızı onaylar, destekler, zenginlik olarak sergilenmesini ister. Viyana’da yaşayan bir arkadaşım aklıma geldi . Ayşe Wei-Yu Atay Tayvanlı bir piyano virtüözü. Müslüman oldu. Türk kadınlarıyla buluştuğunda sen de bizim gibi oldun, Türk sayılırsın artık demişler, buna canı sıkılmış. Müslüman oldu diye bir anda bütün benliğini varoluşunun bütün dayanaklarını kaybetmek istemediğini anlattı bir sohbetimizde. Türk olmadım, yine Çinliyim ben, bununla gurur duyuyorum, sadece Yaratan Allah(cc) girdi hayatıma ve onunla ilişkimde farklı bir boyuta geçtim o kadar demişti.
Çinli Ayşe hanımın bu serzenişi Türk ırkını herkesten üstün görüp “şu dünyada her kim İslam ola, Türk olmuştur aynı zamanda” diyen patolojik kibirli yaklaşıma da bir cevap. Bu Balkanlarda yaşanmış bir tarih diliminin söylemini şimdinin insanlarına ve bütün dünyaya !! dayatma nasıl bir tuhaflıktır. Herkes kendini tanımlama, tarif etme, ne hissediyorsa öyle dışa vurma hakkına sahip. Kürt halkı yıllardır dışardan tanımlanma şiddetine uğruyor, bunu görmeden hiçbir mesafe katedemeyiz.
Yeni bir Toplumsal Sözleşmeye ihtiyacımız var. Özgürlüklerin demokratik açılımların olabildiğince genişletildiği, farklılıkların meşru sayılacağı, bir arada yaşamanın sağlam temeller üzerinde yükseleceği yeni anayasa çalışmasına hızla geri dönmemiz lazım.
On yılda uğruna 200 milyar dolar harcandığı sıklıkla söylenen, bizi büyük müreffeh ve örnek bir ülke olmaktan alıkoyan bütün enerjimizi bitiren bu çatışmaya hemen son vermek zorundayız. Bunu istemeyenlere karşı kararlı tutarlı ısrarlı “insan politikaları” üretmek ve arkasında sonuna kadar durmak şart. Kol kırma politikalarıyla bir yere varılamadı bu güne kadar.