Türkiye’nin ve İslam coğrafyasının çok boyutlu bir saldırı altında olduğu apaçık ortada elbette. Saldırıların devam ettiği ve yeni saldırılara yönelik hazırlıkların yapıldığına dair güçlü emareler de görülüyor. Tetikte durmanın, toplumsal duyarlılığı ayakta tutmanın ve cesaretle direnişin imkânlarını ilmek ilmek örmenin ertelenemez bir sorumluluk olduğu da tartışma dışı. Ancak bütün bu riskli süreçler aktörleri, olayları ve gelişmeleri daha güçlü bir mantıksal süzgeçten geçirmemizin önünde bir engel değil.
Hızlandırılmış bir zamandaymışız gibi başımıza gelen büyük musibetleri nasıl atlattığımız üzerinde bile yeterince duramadan yeni gündemlerin sarmalıyla kuşatılıyoruz. Mesela bu çerçevede uluslararası kredi derecelendirme kuruluşlarının Türkiye’nin notunu düşürme operasyonlarına son olarak Moody’s de eklendi. Bu türden kuruluşların küresel siyaset ve ekonomi politikalarından bağımsız olmadığı aksine bu işlerin birer manivelası gibi işlev gördüğünden şüphe yok. Diplomatik baskıyla, darbe ve terör mengenesiyle hizaya çekmeye çalıştıkları Türkiye’yi neden iktisadi tuzaklarla terbiyeye yönelmesinler ki? Zaten Moody’s tarafından kamuoyuna beyan edilen rapora yönelik Türkiye’den eş zamanlı olarak yükselen tepkilere bakınca ‘hizaya girmeyeceğiz’ mealindeki söylemlerin ağırlık kazandığı görülmektedir.
Muz Kabuğu Gördüm, Şimdi Düşeceğim
Türkiye’de siyaset ve topluma hemen her zaman operasyon yapmaya namzet örgütlü güçlerin olduğu tecrübe ederek öğrendik. Sadece son birkaç yıllık dönemi göz önünde tutsak dahi bu durum MİT Müsteşarının tutuklanma girişiminde Suriye’ye giden TIR’lara yapılan operasyonlara, 17-25 Aralık Emniyet-Yargı darbe girişiminden 15 Temmuz askeri darbe kalkışmasına değin böyledir. Fethullahçı örgütlenme tarafından sızdırılan ses kayıtları, şantaj görüntüleri ve infiale yol açacak kurgu haberler kadar PKK ve IŞİD’in bombalı saldırıları da benzer bir işlev gördüler. Fakat enteresan bir şekilde bu akış ulusolcu-Kemalist cenahın komplo teorilerine kulak kesilme hatta daha ileriye geçip sözcülük yapma gibi kimi hastalıklı tutumları bizim mahalleye taşıyıverdi.
Komplo ve tuzakların varlığı reddedemeyiz lakin kimi komplo ve tuzak söylemlerinin bizatihi kendilerinin daha tehlikeli ve ölümcül tuzaklar olarak karşımıza dikildiğini de gözden ırak tutamayız. Bu işlerde sol-sosyalist örgütler ve Kemalist oligarşinin oldukça mahir olduklarını teslim edelim. “Öncelikli düşmana bir biçimde vuralım da ötesi çok önemli değil” tarzı hareketin hem ahlaken hem de siyaseten sadece zarar getireceği malum olmalı esasen. Şimdi bu konuyu son bir örnek üzerinden açmayı deneyelim.
Emekli Albay Hasan Atilla Uğur ile Yeni Şafak Gazetesi’nden Kıymet Sezer gündeme dair uzun bir mülakat yapıp yayınlamış. Bu tür röportajlardaki temel sıkıntı alanlarından biri de konuşturulan kişinin tutarlılığını test edecek anlık soruların devreye girmemesi oluyor. Bu zaaf ister istemez keskin hatta fanatik bir politik duruşu olan muhataba daha geniş kitlelere propaganda yapmak üzere kaçırılmayacak bir fırsat sunuyor. Mülakatın detaylarına girmeden birkaç noktayı vurgulamaya gayret edelim.
Misal, Hasan Atilla Uğur okuyucuya ‘efsane komutan’ sıfatı kullanılarak takdim ediliyor. Ne yapmış da ‘efsane komutan’ olmuş adı geçen beyefendi. Neyi başarmış, topluma ne kazandırmış sorularına cevap olacak bir bilgiye rastlayamadım. Neyse, çok önemli değil.
İngiliz-Kürt İşbirliği Jargonu
Diğer bir konu da şu söylemde kendisini gösteriyor: “İkinci kalkışmaya hazır olun. Ve çok yakın bir zamanda. Çok net bilgi olarak söylüyorum: İkincisi daha kanlı olacak” Albay Uğur ısrarla “çok kesin, çok net” filan diyerek saçma sapan, hiçbir somut bilgi ve belgeye dayanmayan kara propaganda cümleleri kuruyor ama muhabir sadece söylenenleri servis ediyor okuyucuya. Neymiş efendim İngiliz diplomatlar Hakkari, Van, Mardin gibi şehirlerde gezip (Kürt) aşiretlere para dağıtıyormuş, bankalardaki kredi borçlarını kapatıyormuş! Başkaları değil İngiliz diplomatlar yapıyormuş. Bu kadar parayı nasıl dağıtmışlar, parayı kimler nasıl almış hiçbir emare yok. Şapşalca bir İngiliz saplantısıyla düşmanca bir Kürt algısı yarışa kalkışmış huzurlarımızda.
Hele hele “Kıbrıs’tan Türkiye’yi işgale kalkışacak 10 bin piyadelik bir İngiliz ordusu” masalı var ki kara komedilere nal toplatacak cinsten. Zaten Albay Uğur 8 ay boyunca sorguladığı ama doğru dürüst bilgi almak yerine bir kaide olarak Öcalan’dan şunu öğrenmiş: “Dünyada bugüne kadar her şeyi İngilizler planlar, Amerikalıları oynatır.” İnsan sormadan edemiyor; İngilizler de biliyor mu acaba bu durumu?!
MİT’in ulusalcı yapılandırmaya tabi tutulmasından cezaevlerinde çıkarılacak isyana değin bir dizi konunun gerçeklik değerini kamplaşmanın en önemli göstergesi sayılan “Tarık Akan’ın cenazesine katılan 1 milyon kişi” hükmü dâhilinde değerlendirmekte fayda var. Finalde ise ayrılıkları gayrılıkları bitirmek, birlik ve beraberliği sağlamak için Atatürk ortak paydasında buluşma teklifi yer alıyor. Zaten “Atatürk’ü eleştirenler Amerikancıdır. Türkiye’deki kamplaşma ve gerginliğin sebebi Mustafa Kemal Atatürk’e saldıran NATO’culuktur, bunu yapanlar kripto FETÖcüdür…”
Bunları başta Perinçek şebekesinin Aydınlık ve Ulusal Kanal’ı olmak üzere ulusolcu-Kemalist zeminlerde mütemadiyen tekrarlıyorlar zaten. Bu akıldışı, ahlaksızca ve düşmanlık içeren kara propagandaları camiamıza taşımanın hikmetini halen idrak edebilmiş değilim. Profesyonel düzeyde yardım almaya açığım, ilanen duyurulur.
Yeni Akit