AK Parti’nin hukukçu milletvekili Bülent Turhan, dün çok önemli bir açıklama yaptı: “İstanbul Baro’sunun Yönetim Kurulu düştü!” Hemen başkan Ümit Kocasakal cevabı verdi: “Durun bakalım, biz daha mahkum olmadık!” Cevabı duyunca güldüm. Bu cevabı veren, kendisini ceza hukukçusu olarak takdim ediyor. Doçent olarak biliniyor, Galatasaray Üniversitesi’nde.. Doçent ve aynı zamanda Baro Başkanı.. Ama maalesef, kanunda açıkça yazılı bir konuyu, ya anlamamış, ya da anlamak istemiyor. Avukatlık Kanunu çok net bir şekilde “2 yıl ve daha fazla süre ile ceza almış kişilerin avukatlık hiç yapamayacağı”nı öngörüyor... Bunun yanı sıra, aynı kanunun 90. maddesi ise, baroda yönetim kurulu üyesi olacaklar için, daha mahkum bile olmadan, sadece aynı cezanın istenmiş olmasını yeterli görerek, “seçilme engeli” getiriyor. Bunu anlamayacak ne var? Sıradan bir avukat olup, mesleği icra etmek için, mahkum olmamak şartı aranıyor. Ama baroda yönetici olmak için, mahkumiyete gerek yok.. Aleyhinizde dava açılması bile yöneticiliğe engeldir.. Çünkü dava açılmış olması bile bir şaibedir. Bir ciddi şüphedir. Böylesi ciddi bir şüphe altındaki kişi, baroda yönetici olamaz, Çünkü baroda yöneticilik, avukatlık yapmaktan çok daha öte önemli bir görevdir. Sadece bu iki kavramı ayırmadaki eksikliği ile değil, bir de “son soruşturma açılması” kavramını izahta da, kendisine güldürüyor başkan. Diyor ki, “90. maddede bir şey söylüyor: ‘Hakkında son soruşturma açılması karar verilenler’. Bizde öyle bir şey olmadı. Çünkü son soruşturma denmesi Avukatlık Kanunu’nun 59. maddesi işletilerek açılan dava demek. Burada Avukatlık Kanunu’nun 59. maddesi işletilmedi.” Kel başa şimşir tarak. Tüm ceza hukukçuları bilirler ki, “son soruşturma açılması” demek; iddianamenin hazırlanması demek. Belki “iddianamenin mahkemeye verilmesi” ile “iddianamenin kabulü” arasında farklı bir yoruma gidebilirsiniz. Ama bu iki kavramdan ikincisinden sonraki aşamada, yani iddianamenin kabul edilmesinden sonraki aşamada, hâlâ “son soruşturmanın açılması”ndan farklı bir durumda olduğunuzu iddia ederseniz, gerçekten kendinize güldürmüş olursunuz.. Değil mi Kocasakal? Benim Kocasakal’a tavsiyem, bugün akşam, fakültede öğrencilere okuttuğu ders kitaplarını açıp bir bakması... Orda da görecek, bu bilgileri.. Öğrencileri biliyordur ama.. Kendisi unutmuş olmalı.. Bir vahim hatası daha var, Kocasakal’ın.. Diyor ki, “O madde, seçilme yeterliliği ile ilgili. Ve seçimden önce ortaya çıkan bir hale ilişkin.” Yani demek istiyor ki Kocasakal, “Seçimden önce dava açılmış olsa idi, bizim seçilme ehliyetimiz kalmazdı. Ama seçildik. İş bitti.” Bu savunma, mantığa aykırı.. Seçilmek için engel olan bir durum, seçildikten sonra seçilen kişinin başına gelirse, oturduğu koltuktan ayrılması, haydi haydi gerekli olur.. Zaten kanunda da, bu yönde açık bir düzenleme var. Avukatlık Kanunu’nun 90. maddesinin ilk fıkrası, aday olmadan önceki hali düzenliyor.. Tam da Kocasakal’ın dediği gibi.. Ama 90. maddenin, bir de son fıkrası var.. O da, seçildikten sonraki durumu düzenliyor: “Seçim yeterliğini kaybeden Yönetim Kurulu üyelerinin görevi kendiliğinden sona erer.” Demek ki ne imiş Sayın Kocasakal? Seçildikten sonra da, seçilme yeterliği kayıp edilebilinirmiş, değil mi? Yoksa kanun, “Görevi kendiliğinden sona erer” der mi hiç? Seçilmeden önceki hal düzenlenmiş olsa idi, “Göreve gelmedi ki, sona ersin” dememiz gerekirdi.. Ama kanun, “Sona erer” diyerek, görevdeki yöneticilerin, böylesi bir suçla muhatap olduklarında, otomatikman görevlerinin sona ereceğini öngörüyor.. Kanuni durum bu da.. Başkan, görevden ayrılmayacağını açıkladığına göre.. İş, Yüksek Seçim Kurulu’na düşüyor.. Yüksek Seçim Kurulu, seçimi tasdiklediği gibi, şimdi de görevden düşmeyi karar altına alması lazım..
YENİ AKİT