Koca İslam tarihini birkaç cümle ile hiç eden bir yaklaşım...

Yasin Aktay, tarih ilminin inceliklerine dikkat çekerken tarihselciliğin göz ardı ettiği noktaları vurguluyor.

Yasin Aktay / Yeni Şafak

“Tarih şuuru” deyip geçmeyeceksiniz

Tarih ilminin tuhaf bir özelliği var. Bugünümüzden, yaşadıklarımızdan o kadar çok etkileniyor ki, her dem yeniden yazılması, dolayısıyla değişikliğe uğraması da mukadder oluyor. Nasıl olur diyeceksiniz. Olmuş bitmiş olaylar, geçmişte kalmış hadiseler, yaşanmışlıklar nasıl değişiyor olabilir? Bugün yaşananlar, yapıp ettiklerimiz belki geleceği belirleyebilir ama geçmişi nasıl etkiler?

Tam da tarihyazımı ile ilgili canalıcı gerçek bu sorunun içinde yatıyor. Tabii ki değişen geçmişte kalmış olan yaşanmışlıklar değil onlarla ilgili bugünkü bilgilerimiz, algılarımız. Bu bilginin ve algının herhangi bir belgenin veya olayla ilgili gizli kalmış herhangi bir bilginin bir gün ortaya çıkması ile birlikte değiştiğini zannetmeyin. O tür bilgilerin de elbette birçok insanda geçmişteki olaylara bakışı değiştirici bir etkisi olabilir ama tarih bilgisini değiştiren tek etki bunlarla münhasır değildir.

Olay tamamen bakış açısıyla, ilgilerimizle, değerlerimizle, duygularımızla, sevgi ve nefretlerimizle, etkisi altında kaldığımız ideolojilerle ilgilidir elbet. Bu duygularımız, bu etkilenimlerimiz aslında sadece tarihe değil, bugünkü olaylara bakışlarımızı dahi farklılaştırır. Bugün olup biten bir olayın akşam farklı televizyon kanallarına nasıl yansıdığına baktığımızda bu tecrübeyi hepimiz yaşıyoruz aslında. Konu tarih olduğunda bunun birkaç katı bir faktör devreye giriyor. Artık hiçbir şekilde yeni bir bilgi, belge ve delilini bulamayacağımız olaylarla ilgili bugün mahkemeler kurup kesin yargılarda bulunmaktan hiç geri durmayan, doyurulamayan, giderilemeyen yargısal arzumuz devrededir.

Tarih aslında bugünkü ideolojik çatışmaları, kavgalarımızı yansıttığımız yer, bugünkü duruşumuzu tahkim ettiğimiz mühimmat deposu. Herkese istediği mühimmatı tedarik eden bir kaynak.

Tarihin bu tabiatı bilindiğinde insan hakkında bir bilinç seviyesine daha ulaşılmış olur. Asırlarca tarih diye bize sadece kralların ardışık hayat hikayeleri ve savaşlarının arka arkaya bir film gibi anlatımı sunulmuştur. Bu Tarih devletlerin, sarayların, kralların tarihidir. Bu tarih yazımının insanlığa dair çok şey kaçırdığı konusunda kabul edelim ki Marx’ın sınıflara dikkat çeken uyarısı önemli bir katkı olmuştur. O tarihten itibaren sadece devletlerin veya hâkim sınıfların değil, ikincil sınıfların, halkların da bir tarihi olduğuna dikkat edildi. Ancak Marx’ın da tarih anlayışı inşa ettiği “sınıf” kavramı üzerinden tarihe hiç de kuşatıcı olmayan, sınırlı bir pencere açmış oluyordu. Marx ne kadar aksini söylemiş olsa da tarih sınıflardan ve sınıfların çatışmasının tarihinden ibaret olamazdı.

Annales tarih ekolünün tarih hakkında ortaya koyduğu daha geniş perspektif insanlığın bütün tarihinin tek bir hikâyeye indirgenemeyecek kadar zengin olduğu gerçeğine biraz daha uyandırdı. O yüzden insanlığın sadece krallara, devletlere, savaşlara, sınıflara bakmayan farklı hikayelerinin üretilmesine yol açtı. Köylülerin kültürel, ekonomik ve sosyal tarihi, kentlerin sosyal ve kültürel tarihi, burada farklı toplum kesimlerinin farklı kültürel etkinliklerinin tarihi, mesela düğünleri, evlilikleri, devletle ilişkileri, kendi içlerindeki liderlik mekanizmalarının oluşumu vs. Bazı tarihyazımları temizlik ve kirlilik anlayışlarının tarihi üzerinde durdu. Tuvaletin tarihi, hamamın tarihi yazıldı mesela ve daha birçok şey.

Bütün bunlar çağımızda tarih bilgisinin dar bir çerçevede kalmadan alabildiğine çeşitlenmesini sağlarken, aslında tarihe bakışımızla ilgili de önemli bir bilinç seviyesini geliştirmesi beklendi. Tarihe ne sorarsanız size onun cevabını verir, ama tarih sizin sorduğunuz sorulardan ve onun size verdiği cevaplardan ibaret değildir. Elbette diğer alanlarda olduğu gibi tarihe sorduğunuz soru onun bize verdiği cevabın rehberi oluyor. Sorduğumuz sorunun özelliği hakkındaki şuurumuzu bir an yitirirsek o sorunun da sınırlarında kalma riskimiz çoktur. O yüzden sorduğumuz soruların tarih hakkında daraltıcı ve genellemeci bir bakış açısına yol açmasına karşı alabildiğine dikkatli olmak lazım.

Aslında tarihselci bir misyona soyunanların bilhassa kendi tarihsel şartları hakkında ilk muttali olmaları gereken bir gerçektir bu. Ama her zaman olduğu gibi bu konuda da tarihselci yaklaşım kendi tarihsel gerçekliğini kaybederek sorduğu sorulara aldığı cevapları mutlaklaştırır, tikel durumları başka türlü evrenselleştirir.

Misal, İslam tarihine dökülen kardeş kanlarının sorusu sorulup ortaya çıkan verileri arka arkaya sıralarsanız, burada kardeş kanı dökmekten başka bir şey yapılmamış olduğu vehmine kapılabilirsiniz. Çünkü arada başka yaşanmışlıkları o an için görmezsiniz. Sorunuz belli ve toparladığınız liste sadece bu konuyu içeriyor. Tarih bundan ibaret gibi görünebilir size. İyi bir tarihçiyseniz, tarih şuuruna yeterince sahipseniz, araştırma sorunuzun sizi orada tuttuğu şuurunu biran bile kaybetmez, tarihin diğer alanlarında yaşanmış mükemmel kardeşlik örneklerini de varsayarsınız zaten.

İhanetlerin tarihini yazarsanız, tarihte hiç dostlukların, destansı sadakat örneklerinin yaşanmamış olduğu izlenimine kapılabilirsiniz. Muhteşem Yüzyıldaki gibi haremdeki entrikaların tarihini yazarsanız, bütün bir Osmanlı’nın haremden yönetilmiş olduğu zehabına kapılırsınız. Zaten bakış açınız ve sorduğunuz soru dolayısıyla haremdeki her sözü, her olayı, her hareketi bir entrikanın parçası olarak hikayede bütünleştirirsiniz. Orada o muhteşem yüzyılda Osmanlı adına üç kıtada sosyal hayatta, mimaride, iktisatta, adil paylaşımda, dinsel hoşgörüde, ilmi ve felsefi ilgide, bilim ve teknoloji alanında ortaya konulmuş muhteşem örneklerin hiçbirini görmezsiniz.

Oysa Annales tarih okulunun da sonradan Foucault’nun Nietzsche’den mülhem tarihyazımının buna karşı önerdiği en önemli tedbir bütünü parçalamak, çeşitlendirmektir. Tarihçinin bütünselci bakışaçısı tarih ilmini öldürür çünkü, her olayı kendi bakışaçınızın ürettiği hikâyeye mal edip orada kendi özgün anlamını kaybettirir.

Ergün Yıldırım’ın “firari” dediği zihinlerle İslam tarihini yeniden yazmak sonradan çok müşteri bulmaya başladı mesela. Koca İslam tarihini birkaç cümle ile hiç eden yaklaşım tam da tarihyazımının malul olduğu bütün görgü ve algı hastalıklarını görebileceğimiz mükemmel örnekler sunuyor.

Yıllarca Kur’an’dan geçinmiş, söylemlerinde Kur’an’ı kendisinden başka hiç kimsenin anlamamış olduğu iddiasını rahatlıkla okuyabildiğiniz bir şahıs, birkaç uçuk fikrinin aldığı tepkiler üzerine kalkıp bütün İslam tarihinin bir hoşgörüsüzlük tarihi olduğunu söylüyor. Söylesin. Söylesin de, kendisini yıllardır bütün herkese yaptığı şey neydi? Kur’an’ı kendisi gibi anlamayanlara, yine Kur’an’ın ayetlerini okuyarak hükmettiği mahkumiyetler neydi? Bu kadar yargılayıcı konuşup hoşgörülü olabilir misiniz? Bu kadar dışlayıcı olup İslam tarihindeki hoşgörüsüzlükten şikâyet edebilir misiniz? Dahası, sahi siz o tarihe nereden bakıyor ve nereden görüyorsunuz?

Devam edelim.

Yorum Analiz Haberleri

Görsel kültürün fıtrata etkisi
Ümmetin ihyasında öğretmenlerin rolü
Kâbe acilen bu müptezellerin elinden kurtarılmalıdır!
“İsrail neden bir haydut devlettir?”
CHP ile laiklik anlayışınız farklı, peki Anıtkabir anlayışınız aynı mı?