İngiltere’de yayınlanan Financial Times gazetesi Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı "kelime oyunu yapmaya" son vermesi, Türkiye’yi de IŞİD konusunda "kaçamak oynamaya" son vermesi gerekti konusunda uyarmış. Hangi konuda mı uyarmış? Tabii ki PKK-PYD tarafından Rojava Devrimi’nin kalbi ilan edilen Kobani’yi koruma ve kollama konusunda isteksiz ve kararsız davranması konusunda uyarmış.
Hayır, alıntıyı PKK medyasından veya Kemalist sol veya sol-liberal aydın ve yayın organlarında yapmıyorum. Dediğim gibi doğrudan Financial Times’tan aktarıyorum. Bu perspektife göre Kobani dışında Suriye’de her yerin güllük gülistanlık olduğu varsayılıyor. Fakat küresel tehdit olarak deklare edilen IŞİD’i geriletmek ve imha etmek amacıyla başlatılan ABD ve müttefiklerinin hava saldırılarının kara harekâtıyla desteklenmediği müddetçe Kobani’yi vahim bir sonucun beklediği de ilave ediliyor. Sorgunun merkezinde şu var: Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Davutoğlu Hükümeti, PKK-PYD’nin Kobani Kanton Devleti’ni rahatlatmak için mesela kara harekâtı gibi, ağır silah desteği gibi bir şey neden yapmıyor?
Kızıl Elma ve Kızıl Yıldız Kardeşliği
PKK-PYD Suriye’de sadece İslamcı muhaliflere değil Barzani’ye yakın diğer örgüt ve partilere de başından beri Esed-Baas rejimi adına silah çekti. Rojava isimli uydurma bir devrimle Suriye Kürdistanı’nda Esed-Baas rejimiyle birlikte kanton/karton devlet müsameresine girişti. PKK-PYD evvel emirde Kürt ulusu adına Kızıl Elma/Büyük Kürdistan ideali adına her türlü kirli ilişki ve provokatif hareket tarzıyla saldırgan bir siyaset üretiyor. Diğer taraftan da CHP başta olmak üzere Kemalist ve Baasçı bütün sol örgütlerle Kızıl Yıldız sembolü etrafında kenetlenerek statükoyu güçlendirmenin mücadelesini veriyor.
PKK-HDP, hem söylem hem de eylem bazında her zaman zorbalığı ve tehdit üzerinden kazanımı önceledi. Suriye’de Esed rejimine, Türkiye’de de Esedle bitişik nizam hareket eden Baasçı sol örgütlere yaslandı ve güçlü olduğu bölgelerde onlar adına hegemonya kurdu. Bu bir görev paylaşımıydı. Fakat bu görev paylaşımının küresel aktörlerle de fazlasıyla ortak paydası mevcuttu. IŞİD Kobani’yi kuşatana kadar neredeyse Suriye diye bir ülkenin adından, 220 bini aşkın insanın ölümünden, milyonlarca insanın mülteci durumuna düşmesinden Batı hemen hiç rahatsız olmadı. Kobani, PKK-PYD kadar Esed rejiminin, Rusya ve İran’ın, Batı’nın ve Türkiye’deki Batıcı kadroların en hayati mevzii, en koyu kırmızı çizgisiydi.
PKK-PYD tıpkı Baas rejimi gibi nasyonal sosyalist bir örgüt olduğu için ve bölgedeki İslami hareketleri bastırmak üzere her türlü kullanıma teşne durduğu için son derece ilgi ve ihtimam görüyordu. Baksanıza ambulanstan halk otobüsüne, okuldan Kur’an kursuna, dershaneden parti temsilciliğine, marketten derneğe kadar hemen her yeri kundaklıyor, yakıp yıkıyor, insanları öldürüyor ama bütün bu yaptıkları ve daha fazlası hem içeride hem de dışarıda ‘protesto’ olarak kayıtlara geçiriliyordu.
‘IŞİD protestosu’ bütün bu şiddet ve saldırganlık merkezli haberlerin maskesi olarak karşımızda duruyor. Normal bir haber diliyle değil en çirkin ve çirkefinden örgütsel ajitasyon ve propagandayla kuşatılmış durumdayız. Merkez medyadan küresel medyaya hemen hepsi PKK medyasıyla aynı mantık örgüsü ve literatürü kullanarak gerçekleri ters yüz etme yarışına girmiş ve bölgeyi askeri saldırılarla paralel giden bu medyatik algı operasyonuyla dizayn etmekte ısrar ediyor.
Tehdit ve Provokasyon Süreci
Barış Süreci’nin en önemli misyonu silahları susturmak, çatışmaları bitirmek ve ölümlerin önüne geçmekti. Ancak ilan edildiği ve hem siyasi kararlarla hem de kanuni düzenlemelerle sorunlara kaynaklık eden resmi ideoloji ve bürokratik oligarşinin tasfiye edilsin amacıyla atılan adımlar PKK-HDP cephesinden hep tehditle karşılık buldu.
Atılan adımların yetersizliği, yavaşlığı hatta kimi zaman belirsizliğini tartışmak ve bunları geliştirmek yönündeki itirazların elbette ki her zaman bir değeri vardır. Ancak PKK-HDP cephesi en sonunda AK Parti Hükümeti’ne “Kobani’yi koruma ve kollama vazifesini üstlenmek” gibi son derece ağır ve lüzumsuz bir şart koştu. Barış Sürecini Kobani’nin bekasıyla eşitlemek gibi son derece absürt ve imkansız bir şarta bağlayarak PKK-HDP barışa, ateşkese ve siyasi müzakereye asla açık olamayacağını bir kez daha deklare etmiş oldu aslında.
PKK-HDP, Diyarbakır’dan İstanbul’a kadar birçok yerde sapıkça ve şaşkınca bir şiddet sarmalını tırmandırmanın çare olamayacağını hesap edecek kadar strateji bilir elbette. Peki, o zaman bu barbarca yakıp yıkmanın, vandalca saldırıp öldürmenin amacı, hedefi nedir? En başta örgütün Kürt ulusçuluğuyla harmanlanan Stalinist yapısı insani-ahlaki bir tercihte bulunmasına müsaade etmiyor. İlaveten bölgede Esed-Baas rejimi ve İran’la, uluslararası ilişkilerde ABD ve AB’yle girmiş oldukları ilişki tarzı PKK-HDP’yi bu savaşa memur olmaya mecbur tutuyor.
Bütün bir toplumda tiksinti ve nefreti körükleyici eylemleri tırmandırması PKK-HDP cephesinin ahlaki ve siyasi anlamda tükenmişliğini deklare ettiği kadar her türlü kullanıma elverişli olmasıyla da doğrudan alakalıdır. Kobani’de onurlu ve cesur bir savaş verecek haysiyetten yoksun olanların alakasız yerlerde kundaklama, cinayet ve tehcire başvurmasında şaşılacak bir şey yok aslında.