Kobani Siyasetinin Kimlik Talanı

Kemalist tektipleştirmeci uygulamalara rahmet okutacak asimilasyon çabaları sonucunda Mardin, Siirt, Bitlis, Van, Urfa, Diyarbakır gibi pek çok şehirde Kürtleştirme siyasetinin ürettiği demografik dağılımın etkileri bölgede artık görülmektedir.

Aydın Aktay / STAR
 
Geçen birkaç hafta boyunca ülke gündemi, Kürt siyasetinin aktörlerinin, Kobani bahanesiyle Gezi provasına çıkmasıyla meşguldü. Gezi olayları, paralel darbe girişimleri, Kobani kalkışması derken sırada daha neler olacağı endişesi ile içkin bir merak söz konusu. 
 
Gezi ve paralel kalkışmanın kimlere taşeronluk yaptığı kamuoyu nezdinde neredeyse belgelendi. Şimdi de Kürt siyaseti ve hakları üzerinden örgüt desteğiyle vesayet kuranların, kimlerin taşeronu olduğu belgeleniyor...
Amaç, Türkiye’yi Kobani şantajıyla bölgedeki kaos uçurumuna sürüklemek. Son birkaç yıldır bu gerilim filmlerini çok izledik. Belli ki ‘yeni Türkiye’nin Ortadoğu’da artık senarist ve yapımcı rolünü üstlenmesibazı çevreleri çıldırtıyor.
Son Kobani kalkışmasının sonrasında Kürt siyasetini yöneten aklın ve aktörlerin gün yüzüne çıkarmak istemedikleri ve barış sürecinin hassas dengeleri tarafından bastırılan, unutturulmaya çalışılan bazı sorunlar artık açığa çıkmış görünmektedir.
 
Son günlerde olup bitenlerin açığa çıkardığı sorunlardan birisi ise, Kürt hakları üzerinden palazlanan derin Kürt siyasetinin, Kürt halkı için değil kendi egemenlikleri için mücadele verdikleridir. 
 
Aynı şekilde Kobani kalkışmasıyla birlikte bölgedeki etnik ve ideolojik çeşitliliğin bölge üzerindeki dominant Kürtçü siyasetin karartmasıyla nasıl unutturulduğu da görülmüş oldu. Dindar Kürt halkına ve dini sembollere yönelik vandalist tavırların, şiddete maruz kalanların ve öldürülenlerin, dükkanları yağmalananların dinsel ve etnik kimliklerinin ne olduğunun basit bir araştırması bile bu sonucu doğrudan verecek veriler içermektedir.
 
Pan-Kürdizm mi?
 
Bu veriler, Kürt siyasetinin hali hazırdaki aktörlerinin demokratik, çoğulcu, çok kültürlü bir bölge demografyasını ne derecede kaldırabileceği de gelecekteki öngörüler için endişe vericidir. 
 
Hüda-Par üyelerine yönelik şiddet ve öldürmeler, bölgedeki mütedeyyin insanlara IŞİD bahanesiyle yöneltilen baskılar, Kobani siyasetini yürütenlerin bilinçaltlarında saklı islamofobik hallerin etkisini gün yüzüne çıkartmıştır.
Görülen o ki Pan-Kürdizm siyaseti, ciddi bir İslamofobik etki altındadır ve bu durum, bölgede olası pek çok istenmeyen olayların da habercisidir. Pan-Kürdizmin bu halleri, Kemalizmin irticafobia’sından devşirilmiş ama daha tehlikeli bir durumdur. Bu duruma paralel olarak bölgedeki dindar Kürt kesimini sekülerleştirme çabaları sistematik bir biçimde siyasi aktörlerce yıllarca uygulanmaktadır.
 
Unutulan husus da Kürt siyasetini yürüten yöneticiler eliyle, bölgedeki kadim tarihi ve kültürel zenginliği olan kimlikli şehirlerin adeta talan ediliyor oluşudur. 
 
Kemalist tektipleştirmeci uygulamalara rahmet okutturacak asimilasyon çabaları sonunda Mardin, Siirt, Bitlis, Van, Urfa, Diyarbakır gibi pek çok şehirde Kürtleştirme siyasetinin ürettiği demografik dağılımın etkileri bölgede artık ciddi anlamda görülmektedir. 
 
Son 10- 15 yıldır bölgedeki halk çeşitliliğine yönelik baskılar ve sindirme politikaları sürece yayılan bir siyasetin ürünü iken, bu son kalkışma bölgenin diğer halklarına karşı adeta toptancı bir gözdağı gösterisi görünümündedir.
Hükümetin, yaklaşık üç yıl boyunca ipleri belli kaos lobilerinin elindeki bu siyasal akla karşı çözüm süreci hürmetine fazlasıyla sabrettiği, neredeyse bir Türk sorununu başlatacak denli tavizkar davrandığı konusundaki değişik tondaki eleştirilere meşruiyet zemini kazandıran Kobani kalkışması sonrasında, dileğimiz yine de çözüm ve barış süreci konusundaki iradenin devam etmesidir. 
 
Barış sürecinin tüm safhalarında şımarıkça davranarak; yol kesip, yaptıkları kimlik kontrolleri ile paralel devlet yapılanması görüntüsü çizen ve Kürt halkının hakları üzerinden vesayet kuran örgütlü provakatörler ve basiretsiz partilerinin yöneticileri yüzünden, barış sürecinin sadece tek taraflı olarak hükümetin attığı barışçıl adımlarla sürmesi isteğinin, çözüm sürecini bu hallere düşüreceği aslında belliydi ve bu konuda Kürt siyasal aklının artık hükümetin bu yapıcı adımlarını istismara dönüştüren bu tutumunun nerede bir yol kazası çıkaracağı merak konusuydu ki, Kobani kalkışması aslında tam da bunun bir patlamasını oluşturdu. 
 
Bugün, Kürt sorununun zirve noktasından düşüşünün, halklar nezdindeki meşruiyet zemininin tükenişinin en büyük adımı Kobani olaylarında etkin olan provakatörlerce atılmıştır. Derin Kürt şahinlerinin sevinç nöbetleri zılgıtlara karışmış durumda. Kütüphane yakma, ambulansa saldırılar, etnik açıdan önceden belirlenmiş bazı adreslere, esnaflara ve sivil yaşam alanlarına uygulanan vandalizmin, şehir eşkıyalığının tek kaybedeni umarız ki provakatörler olacaktır. Kazanan da çözüm sürecinin devamı için gereken sağduyuya, akla ve dirence sahip halklar olacaktır...
 
Kürtçü siyasetin yan etkileri
 
Ellerinde tuttukları belediyelerde, yıllardır ülke siyasetinden yana şikayet ettikleri faşist ve ırkçı uygulamalara rahmet okutturacak kadar ırkçılığa batmış yönetim anlayışlarının dil, kimlik hakları üzerinden şov yapmalarının artık sonu gelmiştir. 
 
Seçmenlerinin farklı din, dil ve etnik kökenlerine hiçbir saygı duymayarak tabela şovları yapanların, çözüm süreci boyunca yapıcı adımlar atan hükümetin icraatlarına rağmen bu şekilde bir yola tevessül etmeleriyle dil hakkı, kimlik hakkı gibi temel insan haklarından artık söz etmeleri ciddiye alınamaz, saygı da duyulamaz. Bu kesimlerin öncelikle üç dilli ve üç etnisiteli kimliği ve tarihsel misyonu olan Siirt gibi kadim bir tarihsel, kültürel geleneği ve kimliği olan bir şehri kısa sürede buldukları ilk fırsatta nasıl oldu da tek bir dil ve tek bir etnik tabelaya hapsettiklerinin ve bununla koskoca bir şehir kimliği, kültürü ve medeniyetini talan ettiklerinin hesabını vermeleri gerekmektedir. Aynı durumlar ve tehditler etnik, dinsel ve dilsel kimlik çeşitliliği zengin olan bir başka bölge şehri olan Mardin için de söz konusudur.
 
Bu çevrelerin şu sorulara da cevap vermeleri gerekmektedir: Bu talanın sonu etnik temizlik mi olacaktır? Bu saatten sonra, “Türkiye Türklerindir” demek ile “Siirt Kürtlerindir” ya da “Güneydoğu Kürtlerindir” demek arasında faşist, ırkçı tonlamalar anlamında nasıl bir fark görmemiz istenmektedir?
 
Müslüman din kimliği kardeşliği temelinde yürüyen Siirt, Mardin gibi kadim kültürel kökleri olan şehirlerin Arabı, Kürdü ve Türkü ile topyekun tüm halklarını, Şovenist ırkçı kalıplara ve materyalist Marksist ideolojilere, Zerdüştlük ve Ezidilik zırvalarına teslim eden örgütün vesayetinden bölge sorunlarını kurtaracak yeni bir Türkiye’ye duyulan ihtiyaç her şeyden fazladır ve önceliklidir.
 
Bölge halklarını hizmet edilecekler ve sindirilecekler şeklinde ikiye bölen belediyelerin yöneticileri ve arkalarındaki siyasal aklın son olaylardaki akıl tutulması demek ki tesadüfi değilmiş ve aslında bir akıl tutulmasından çok bir akılsızlığa işaretmiş. 
 
Siirt ve Mardin için söylediklerimiz Van, Urfa, Hatay gibi kadim kültürel, etnik çeşitliliği ve zenginliği olan şehirler için de söz konusudur. Çünkü, tüm bu şehirlerde aynı faşizan uygulamalar sonucunda şehirlerin kimliklerine ciddi anlamda darbeler vurulmaktadır. Şehirli, medeni insanların kendilerinde bulundurmaları gereken nezaket ve incelik sınırlarının en asgarisinin yakınında bile dolaşmaktan aciz bu kaba, insanlık düşmanı, şehir ve halk kardeşliği düşmanı bu siyasal akıl (!) IŞİD’den farklı mıdır?
 
İşte, her tür nezaket yoksunu bu kaba saba şehir eşkıyalığına ve vandalizmine belediye yönetimlerini ve Kürt hakları meselesini teslim eden yapılanmalara tümden itirazlarımız katlanarak devam etmelidir. İnsanlar, gaspedilen haklarımız artık verilsin diyerek bir yola çıkar da hak ettiklerinden fazlasını talep ederlerse, fırsatını bulduklarında, uğradıklarını söyledikleri zulmün daha fazlasını yapmaya başlarlarsa haklarıyla birlikte şereflerini de kaybetmeye başlarlar... Güneydoğu’dan son havadisler bunlar...

Yorum Analiz Haberleri

Sosyal medyanın aptallaştırdığı insan modeli
Dünyevileşme ve yalnızlık
Cuma hutbelerindeki prangalar kırılsın
Batı destekli spor projeleri neye hizmet ediyor?
Kemalizm’e has bu Laiklik Fransa’da bile yok!